Ljubljana

Nilsu Emre 26 Görüntüleme Yorum ekle
5 Dak. Okuma

“İtalya’ya Giderken Uğramak”tan Fazlasını Hak Eden Başkent: Ljubljana

Önce rezervasyon yaptığımız otele özel bir durum sanıyoruz ama Ljubljana’ya varınca görüyoruz ki; bu küçük şehrin Old Town (Eski Şehir) bölgesine araçla girmek zaten mümkün değil. Her yer trafiğe kapalı. Neyse ki başkent Ljubljana yürüyerek keşfedilebilecek kadar küçük bir şehir. Şehir içi ulaşımda herhangi bir araca binmenize gerek yok. Biz de ilerleyen saatlerde bunun fazlasıyla tadını çıkartıyoruz. Dört başını ejderhaların beklediği Zmasjski Köprüsü’nden geçerek eski şehir merkezine ulaşmamız 10 dakika bile sürmüyor.

Ljubljana Gornji Meydanı

Bu şehirdeki her şey renkli bir biblo gibi. Yılbaşı ışıklandırmalarını henüz kaldırmamışlar; bu da kent merkezine ayrı bir güzellik katıyor. Şehri şekillendiren su kanallarının, yaya yollarının mimarisi Romalılar dönemine kadar gidiyor. Eski Belediye Binası’nın bulunduğu cadde ve buraya çıkan sokaklar, Mestni Meydanı ve Gornji Meydanı klasik Sloven mimarisini ayırt edebilmek için fikir veriyor.

Kırmızı Kilise’nin arkasından caddeye doğru yürürken hava epey soğuk ama neyse ki kat kat giyinmiş olduğumuz için biz bu duruma hazırlıklıyız. 17. Yüzyıldan kalma evlerin önünden, taş sokaklardan geçiyoruz. Gelmeden önce herkes, Ljubljana’yı “İtalya’ya doğru giderken uğranacak birkaç saatlik bir durak” gibi anlatmıştı ama gerçek hiç de böyle değil. Adeta bir stüdyoyu andıran tarihi sokakları gezdikçe; “keşke buraya daha çok vakit ayırabilseydik…” diye şimdiden hayıflanmaya başlıyoruz. Zira Ljubljana sokakları beklediğimizin ötesinde sürpriz ve güzelliklere dolu. Çok da fotojenik. Hele ki o tepede yükselen Ortaçağ Kalesi… tüm şehirden görülebiliyor. Oraya ulaşan fünikülerin geç saate kadar çalıştığını öğrenince çok mutlu oluyoruz.

Pazar yerindeki tezgâhları ise maalesef akşam saatleri olduğu için toplamaya başlıyorlar. Bu pazara gündüz gelip en az yarım gün burada geçirebiliriz diye içimden geçiriyorum. Her şeyden tatmak; pazardaki tüm yerel renkleri görmek istiyorum.

Ljubljana Kalesi’nden Şehir Manzarası

Meydandaki fünikülerle birkaç dakika içinde kaleye çıkıyoruz. Yukarıda kale dışında müzeler, sergiler, restoranlar, dükkânlar ve zaman zaman düzenlenen çeşitli sanatsal gösteriler var. Kalenin içi labirent gibi, sergi salonları ve müze bölümleri arasında dolaşırken haritadan her kuleye tırmandık mı, her koridordan geçtik mi diye kontrol etme ihtiyacı duyuyoruz. En çok zindanlardan etkileniyoruz. Gösterilen videolar o kadar gerçekçi ki; burada günlerce hapsedilmiş insanların ürpertici sefilliği gözümüzde canlanıyor. Kalede sergilenen eserler Ulusal Müze’den getirilmiş. Ekranlar üzerinden tarihi bilgileri okumak ve merak ettiğiniz konularla ilgili videolar izlemek mümkün.

Preseren Meydanı

Kale’de yaklaşık 1,5 saat geçiriyoruz. Aslında çok daha uzun gezebiliriz bu interaktif ortamı ama maalesef kapanış saati yaklaşıyor. Karlı Ljubljana manzarasını tepeden bir kez daha içimize çekip nehre paralel sokaklara geri dönüyoruz. Burada harika kafeler ve yerel yemekler yapan küçük restoranlar var. Pandemi göz önüne alınarak hepsi açık havaya masalar atmış. Acık havadaki masalar sobalarla ısıtılıyor. Sandalyelerin üzerinde de tüylü yumuşacık postlar atılmış (ki; o soğukta başka türlü de açık havada oturmak pek mümkün olmazdı zaten). Yemek için bizim tercihimiz Preseren Meydanı‘ndaki bir mekân oluyor ve bunun için hiç pişman olmuyoruz. (Bu meydan, adını, Slovenya’nın en ünlü şairlerinden biri olan France Preseren’den alıyor ve meydanda aynı zamanda şairin bir de ünlü heykeli bulunuyor.)

Bu arada akşam yemeğinden bahsedip şunun da altını çizmezsem olmaz: Nehir boyunca sıralanmış restoranlarda yerel malzemelerle genellikle yerli üreticilerden, çiftliklerden alınan ürünlerle modern yöntemlerle hazırlanmış geleneksel klasikleri mutlaka tadın. “Kranjska” sosis veya farklı dolgulara sahip haşlanmış ‘štruklji’ rulolar gibi klasiklerinin dışında, farklı et ve peynir tabakları, Sloven mutfağının kesinlikle olmazsa olmazları.

Ljubljana’ya Giderken “Aşk Kilitlerinizi” Yanınıza Almayı Unutmayın!

Ljubljana’nın köprüleri pek meşhur. Bu ünde haksız da değiller özellikle o Ejderha Köprüsü’nü yakından görüp de etkilenmemek mümkün değil. Bu ejderhalar kentin de sembolü zaten.

Kasap Köprüsü ise Ljubljana’nın aşk köprüsü. İnsanların sembolik olarak aşklarının anahtarlarını köprüye asıp kilitlerini ise köprünün altında akan Ljubljanica nehrine attığı bir yer… Siz de Avrupa’nın bu yaygın ritüelini seviyorsanız yanınızda bir kilit bulundurmayı unutmayın. 😉

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Nilsu Emre
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version