Henüz vakit varken ağlayın; çünkü ölüler ağlayamaz. Hatta yaşamıyorken konuşamaz kimse, derdi de olmaz zaten anlatacak. Hazır vakit varken yapın ne yapılacaksa. Çünkü bir yerden sonra esamesi de okunmaz.
İnsanın doğası gereği unutkandır. Unutur geçmişini. Geçmişini unuttuğu gibi geleceğini de inşa edemez. Yıllar geçer, ömür biter; bir de bakılmış o her zaman beklenen son gelmiş. O sona gelince anlar zamanını aslında hiç olmayacak şeylere verdiğini.
Oysa daha gidilecek yollar vardı ertelenen, daha okunacak kitaplar vardı elden düşen, daha yaşanacak mutluluklar vardı önemsenmeyen. İnsan vakti varken düşünmez gerisini berisini. O an canını toplu iğne yakıyorsa, canı ordadır. Dünya bir toplu iğnenin üzerine kurulur. Odak noktası da bu kadardır.
İnsanlar kendi derdini dağ sanır da dünyanın geri kalanını varsaymaz. Oysa neler neler vardır. Yeşeremeyen ormanlar, gerçekleşmeyen umutlar; sağ kalamayan insanlar…
Evet, dünyanın savaşı da bitmez, ceremesi de bitmez. En iyisi mi, görmemek ya da görmezlikten gelmek? El etek çekmekten başka yapacak bir şey yokmuş gibi gelir. Hâlbuki bir taş taş üstüne konulsa, kim bilir o da nelere neden olur… bilinmez.
Nebze de olsa dünyaya bir şeyler bırakmak gerekir ki yararlandığımız nimetlerini karşılayamayız bile. Alışveriş dengesi olmasa da dünyayı yaşanabilirlikten çıkarmamak ve her canlının yaşam hakkına saygı duymak da bir katkı olur.
Dünyada sonsuza kadar da kalmayacağımız bir gerçek. Burada geçirdiğimiz günlerde de önemli olan, yaptığımız iyilikler ve neden olduğumuz değişiklikler değil midir ki zaten? Herkesin görevinin de bunlar olması gereklidir.
Hayatın anlamını çözemedik, evet; ama bana sorarsanız herkes kalbi kadar yer kaplamalı. Kalbi ne kadar büyükse o kadar enginlere taşmalı insan; kalbi ne kadar küçükse de o kadar azalmalı. Bir denge kurulacaksa herkes merhameti ve vicdanı kadar yaşamalı, çünkü.
Dahası, yaşarken yapmalıyız ne yapacaksak; zira yaşamdan sonrasını bilen yok…
İyiliğimizi yapacaksak da şimdi yapmalı, kötülüklere ağlayacaksak da şimdi olmalı… Zira “Ölüler ağlayamaz!”

