Ömrümün Hatası

Konuk Yazar 55 Görüntüleme 9 Yorum
17 Dak. Okuma

Öfkeyle hastanenin kapısından çıktım. Aldığım haber beni çılgına çevirmişti. Arabama bindiğimde ellerim titriyordu. O kadar titriyordu ki, anahtarı bir türlü takıp kontağı çeviremiyordum. Anahtar elimden düştü. Eğilip alacağıma, içimden gelen ağlama hissine karşı koyamayıp, iki elimle yüzümü kapatıp hüngür hüngür ağladım. “Tanrım, ne yaptım ben?” mütemadiyen bunu düşünüyordum. “Ne yaptım ben?”

Gözyaşlarım dinince, içim de boşalmıştı. Hiçbir şey düşünmeden, öylece hiç kımıldamadan arabamın içinde gözlerimi uzaklara dikmiştim boş boş. Ne kadar öyle kaldığımı kendim de bilmiyordum, ama nice sonra kendime geldiğimde, akşam inmişti bile şehre.

Eğilip anahtarı yerden alıp arabamı çalıştırıp, hastanenin park yerinden çıkarak, akşam trafiğine karıştım. Nereye gideceğimi biliyordum. Ona gidecektim!

Yasemin, adı gibi yasemin kokan kadın… Deli gibi âşık olup etrafında aylarca döndüğüm kadın… Sonra bir gün, tek bir sözümle yerle bir ettiğim kadın…
Keşke o uğursuz gün hiç yaşanmasaydı.

Kuzenim Suna ile bir Yayınevi açmıştık. Tanınmış sayılı yazarlarla anlaşmalarımız vardı. Çok çalıştık, çabaladık ve yayınevimiz adeta parmakla gösterilen bir şirket olmuştu. Bir tatili hak etmiştik. Önce ben çıktım tatile. Benden sonra Suna çıkacaktı.

Tatil bana çok iyi gelmişti. Bütün yorgunluğu atmış, mutlu ve dinç olarak işime geri dönmüştüm ki, Suna bana yeni bir editörle anlaştığını, benim de onunla tanışmam gerektiğini söyledi.

İşte Yasemin’i ilk defa o zaman görmüştüm. Görür görmez de güzelliğine tutulmuştum. O güzel yüzüne, yüzündeki gamzesine, siyah saçlarına, kahve gözlerine, minnacık burnuna…

Birden göz göze gelmiştik. Sanki aklımdan geçenleri okumuş gibi gülümsemişti. Utanmıştım. Hemen bakışlarımı ondan kaçırıp odama girmiştim. Yalnız kalınca “Kendine gel, oğlum! Daha şunun şurasında aldatıldığın, gururunun incindiği bir ilişkinin üzerinden kaç ay geçti ki? Kadınlara olan güvenini kaybettiğin daha ne kadar zaman oldu? Yeni bir ilişkiyi çıkar aklından!” diyerek kendi kendimi azarlamıştım. Kendimi toplamalı, işime odaklanmalıydım.

Ama elimde değildi. Her sabah işe geldiğimde gözlerim Yasemin’i arıyordu. Güne onun “Günaydın” gülümsemesiyle başlıyor, akşamı da onun “iyi akşamlar”ıyla bitiriyordum.

Yasemin iş yerinde saygılı, sade giyinen, güleç yüzlüydü. Bütün çalışanlarım onu kısa sürede sevmiş, onunla arkadaş olmuştu. İşinde de iyiydi. Bense, Yaklaşmaya korkuyordum. Ama odalarımızı ayıran camlı bölmeden hep onu izliyordum. Onu izlemekten asla sıkılmıyordum.

Bir gün kuzenim Suna artık dayanamadı ve yanıma geldi. O da beni izliyormuş.

“Hayırdır Kuzen, ne zaman seni görsem, gözlerin hep Yasemin hanımın üzerinde.”

“Sorma Suna. Bana ne olduğunu anlamıyorum. Onu ilk gördüğüm andaki gülümsemesinden beri etkisi altındayım. Elimde değil. Ona bakmak, onu izlemek hoşuma gidiyor. Ama sen de itiraf et; güzel kadın değil mi?”

“Ohooo! Sen ona fena halde tutulmuşsun! Aşk işte! Yasemin hanıma açılmayı düşünüyor musun? Yoksa hep uzaktan mı izleyeceksin?”

“Bilemiyorum ki! Yine aynı şeyler başıma gelir diye korkuyorum!”

“Aman Kaan, geçmişi bırak artık! Her kadın aynı değil! Sen geçmişi bırakmazsam Yasemin gibi bir kızı kaçırırsın.”

“Ya kızın sevgilisi varsa? Varsa rezil olurum! Senin kızla aran iyi! Onunla konuşup sevgilisi var mı öğrensene!”

“Şapşal! Onla arkadaşız zaten! Sana boşuna demiyorum kızı kaçırma diye! Onun sevgilisi yok!”

Suna öyle söyleyince o kadar sevinmiştim ki, hemen ertesi gün kızı yemeğe çıkarıp duygularımı açacaktım ona.

Ertesi akşam, Yasemin yemek teklifimi kabul edince, onu şehrin en şık restoranına götürmek için Grand tuvalet giyinmiştim. Ona açılmak istediğim için kimsenin bizi duyamayacağı en köşedeki masayı seçmiştim oturmak için. Aman Tanrım ne kadar heyecanlıydım. Sanki lise çağında tıfıl bir çocuktum. Ellerim titremişti ona arabadan çıkması için elimi uzattığımda. Ve o, o kadar güzeldi ki yazlık beyaz elbisesinin içinde. Yasemin kokuyordu aynı ismi gibi. Masayı da yaseminle donatmasını istemiştim, masayı rezerve ederken. Sanırım o akşamki kadar mutlu, o akşamki kadar heyecanlı hiç olmamıştım.

Masamıza geçmiş, içeceklerimizi söylemiştik. Ben öyle bakakalmıştım kızın yüzüne. Ona evlilik teklifimi yaptığımda çok şaşırmıştı. Meğer o da bana yanıkmış, hemen kabul etmişti. O gece mutluluktan uyuyamamıştım.

“Ah Yasemin ah!” dedim kendi kendime. “Hayatımızı her daim yaptığımız seçimler belirler. İşte tam bu noktada önemli olan, doğru düşünüp doğru karar verip, doğru yolu seçmektir!” diye düşündüm arabamı onun oturduğu evinin önüne çekmiş, oturduğu kattaki penceresinden dışarıya yansıyan ışığa bakarken. Nasıl gidip kapısını çalacaktım bilmiyorum. Ne yüzle geldin dese, ne diyecektim? Ya da kapıyı hiç açmazsa? Biliyorum, hayatında başka bir erkek yoktu. Benim de yoktu. Çünkü kalbini, gururu kırıp darmadağın ettiğim kadını hala çok seviyordum.

Aklıma düğünümüz geldi. “Allah’ım, yeryüzü bu kadar güzel bir gelin görmemiştir henüz!” diye geçirmiştim aklımdan. “Oğlum ne şanslısın be!”

Kendimize iki katlı bahçeli bir ev tutmuştuk. Bir de kedimiz olmuştu. Her gün mutlu uyanıyor, el ele işe gidiyor, keyifle evimize dönüyorduk. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Böyle böyle iki sene geçti. Çok mutluyduk fakat bir eksiklik hissetmiştim. Sevdiğim kadından bir çocuğum olsun istiyordum. Güzel annesine benzeyen bir kız çocuğu için o kadar heves ediyordum ki, iki sene geçtiği halde çocuğumuzun olmayışının nedenini güzel karıma konduramadığım için, kesin sorun bendedir diye doktora gitmeye karar vermiştim. Yasemin’in ise, kararımdan bihaber, gözleri ışıl ışıl parlıyordu.

Ofisime gelip, “Sana bir sürprizim var!” demişti, muzip bir çocuk edasında.

“Neymiş?” diye sormuştum saçını okşayarak.

“Söylemem!” demişti. “Akşam eve gidince söylerim!”

“Tamam, ama ben biraz erken çıkacağım. Biraz işim var! Evde buluşuruz, olur mu?” diye sormuştum. O da başını evet diye sallayıp, yanağıma öpücük kondurarak odamdan çıkmıştı.

Öğlen telaşla hastaneye gidip testimi yaptırmıştım. Akşamüstü sonucu alabileceğimi söylemişlerdi. O kadar heyecanlıydım ki, ne ofise dönesim vardı, ne de eve gidesim. Hastanenin kafesinde beklemeye koyulmuştum.

Testin sonucu geldiğinde, orada yazanlara inanamamıştım. Doktorun odasına, bekleyenlere aldırmadan bir hışım dalıp, bunun ne demek olduğunu sormuştum. Doktor yüzüme üzüntüyle bakıp, kâğıtta yazanı onaylayınca, dünya başıma yıkıldı sanmıştım.

Öyle kahrolmuştum ki, eve gitmedim, telefonları açmadım… Kendimi kederden bir bara atmış, içki sevmeyen ben içip içip zil zurna sarhoş olmuştum. Bu halimle kimsenin yüzüne bakacak halim yoktu. Bir otel odasında almıştım soluğu. Kuzenimi arayıp, durumumu anlatmış, Yasemin’e bir iş için şehir dışında olduğumu söylemesini rica etmiştim. İki gün kahırdan kendi kendimi yedikten sonra, eve gitmeye karar vermiştim. Kendime acırken, yokluğumla güzel karımı üzmek istememiştim.

Eve girdimde, hala utanıyordum. Karıma bu durumu nasıl anlatacaktım. Kendimi önce banyoya atıp, duşta iki günün gerginliğini atmaya çalışmıştım. Karar vermiştim artık, karıma anlatacaktım. Zaten başka çare de yoktu.

“Ah be Yasemin!” dedim yine kendi kendime, beşinci sigaramı yakarken. Hala gözlerim yumuşak ışığın aydınlattığı penceresindeydi. “Nereden bilecektin ki, sürprizini açıklayacak en kötü zamanı seçtiğini?”

Mutluluktan aydınlanan yüzü hala gözümün önünden gitmiyordu. Banyodan çıktığımda tam karşımda durmuştu. Belli ki çıkmamı özellikle beklemişti. Heyecanlıydı. Gözlerinin içi gülerek bana sarılmıştı. O mutluydu, benim ise içim kan ağlıyordu. Çünkü biliyordum, birazdan ona söyleyeceklerimden sonra, hayal kırıklığı ile gözlerindeki sevinç pırıltıları sönecekti.

Sanki yağmur bu anı beklemiş gibi, sağanak sağanak, içimden akıttığım yaşlarla yarışır gibi inmeye başladı.

“Hayatım otur şuraya! Sana harika bir haberim var! Çok sevineceksin!” diye beni iki elimden tutmuş, ikili koltuğa oturtmuştu.

“Hayırdır bir tanem? Ben de seninle konuşmak istiyordum aslında. Önemli bir konu var!”

“Hayır, hayır! İlk ben açıklayacağım sürprizimi. Sonra da sen konuşursun! Gerçi sürprizimi duyunca konuşacak halim kalırsa, tabi!” diye gülmüştü. O gün dışarıdaki yağmur öyle bir şiddetlenmişti ki, deli gibi camlara vuruyordu.

“Biliyorsun, son birkaç gündür bayağı keyifsizdim. Sürekli uykulu, halsiz… Ben de doktora gittim. Bil bakalım ne dedi!” endişeyle ayağa fırlayıp yüzüne bakmıştım. “Neyin var? Hasta mısın?”

“Sakinleş sevgilim. Yok, öyle bir şey! Daha güzel bir şey var!” demişti gülümseyerek. “Hamileymişim. Duydun mu? Bir bebeğimiz olacak!” bunu derken yüzüme öyle bir mutlulukla, öyle bir beklentiyle bakmıştı ki, hala unutamıyorum. Ayağa kalkıp sevincimden oynayacağımı sanmıştı. Ya da en azından “sevindim” dememi beklemişti.

Bense inanmaz gözlerle o güzel yüzüne bakmıştım. Söylediklerini hazmetmek birkaç saniyemi almıştı. Benim içimden yükselen öfkeyle birlikte, dışarda artarda şimşekler çakmıştı. Ayağa fırlayıp onu omuzlarından tuttuğumda gök gürültüsü gibi çıkmıştı sesim.

“Senin de diğer kadınlardan farkın yokmuş! Sana inandım! Çok sevdim! Yasemin farklı dedim! Bana asla yalan söylemez, aldatmaz dedim! Ama sende yalancısın! Karnındaki çocuk kimin ise ona git!” diye bağırmıştım.

Bir sigara daha yaktım. Eskiden de içerdim bu mereti. Ama Yasemin rahatsız oluyor diye bırakmıştım. Ondan ayrılmak bana o kadar acı gelmişti ki, yine dönüp dolaşıp bu merete sarmıştım. Sigaranın dumanını derin derin içime çektim. O geceyi hatırlamak bana acı veriyordu. O kadar utanıyordum ki yaptıklarımdan, hatırlayınca sigaradan artarda derin derin nefesler çektim ciğerime, kendimi cezalandırır gibi.

O gece hamile olduğunu söyleyince, birden gözüm kararmıştı. Parmaklarımı omuzlarına geçirip öyle bir tutup, bağırıp, hakaret etmiştim ki, şimdiki aklım olsaydı, bu sözleri söylemezdim. Ama o kahrolası doktorun sözleri ve rapor vardı.

Yasemin’i öyle bir itmiştim ki, yere düşmüş bana şaşkın şaşkın bakmıştı. Birden, her onurlu kadın gibi, hakkını korumak için; “Sen neler söylüyorsun Kaan? Ben seni çok seviyorum! Seni aldatmadım, aklımdan bile geçirmedim! Bu çocuk senin!” diye bağırmıştı.

Ama onu dinleyen kim. Gözüm o kadar kararmıştı ki, artık doğru düşünemiyordum bile. Cebimden kâğıtları çıkarıp sevdiğim kadının yüzüne atmıştım. Bir yandan da gözlerimden yaşlar akmıştı. İkinci kez aldatılmıştım! Sevdiğim kadın benim canımı yakmıştı. Yasemin şaşkınca kâğıtlara bakmıştı.

“Çocuğumuz olsun diye doktora gittim. Sana konduramadığım için, testi önce kendime yaptırdım, belki hata bendedir diye. Benim çocuğum olmayacak, Yasemin. Ben kısırım.” demiştim utançla ellerimi yüzüme kapatıp ağlayarak. Ben daha o utancı üstümden atamadan, bu söyledikleriyle beni ne kadar aşağıladığını o bile farkında değildi. Öyle canım yanıyordu ki, ben de onun canını yakmak istemiştim o an. “o çocuğa kimden peydahladıysan, git ona yuttur!” diye bağırmıştım.

“Kaan, inan seni aldatmadım! Seni çok seviyorum! Tahliller karışmış olmalı! Gidip yeniden yaptıralım sevgilim!” demişti inanmaz gözlerle kâğıtlara bakarak.

“Hayır!” diye bağırmıştım. “Hastane, senin aksine, güvenilir bir yer! Sen beni artık kandıramazsın! Adi seni!” diyerek o öfkeyle, o fırtınalı havada, Yasemin’i kolunda tutup, o incecik elbisesiyle onu kapı dışarı etmiştim. Öyle bir savurmuştum ki kadını, yağmurun oluşturduğu su birikintisinin içine düşmüş, elbisesi yarı beline kadar sırılsıklam olmuştu. Gözüm öfkeden kararmıştı. Sevdiğim kadının soğuktan titremesine aldırmadan, kapıyı yüzüne çarptım.

“Ah Yasemin… Ben sana neler ettim böyle!” diyerek iç çektim. “Kendi utancımın faturasını sana ödettim! Ah, ben ne yaptım?”

İşte o gece Yasemin saatlerce kapının önünden gitmedi. Üstü başı sırılsıklam olduğu halde, benden vazgeçmedi. O benim için, aşkı için kahramanca savaşırken, ben onun sesini duymamak için müzik açıp, kendime acımayı seçmiştim. Korkaklar gibi saklanmıştım eve. Zavallılar gibi bütün gece ağlamış, öfkeyle evi dağıtmıştım. Ah ben ne meğer ne zayıf karakterli bir adammışım.

Sabaha karşı Suna aramıştı. Suna yakında oturduğu için, Yasemin ona gitmişti. Zaten o haliyle uzak mesafelere gidecek hali yoktu kadının. Suna’ya olan biteni anlatmıştım. Bana,

“Yahu, evden birlikte çıkıyorsunuz. İşe birlikte geliyorsunuz. Boş zamanınızı birlikte geçiriyorsunuz… Bu kadın hangi ara seni aldatmış olabilir ki?” diye bağırmıştı telefondan. “Ben aşkınıza şahit olmasam, hadi neyse! Hadi inat etme de yarın başka bir doktora gidelim!” demişti.

Suna’nın dediklerini oturup düşünecek kafa olsaydı bende, belki ona hak da verebilirdim. Yasemin’i beni aldatacak kadar zaman bırakmamıştım ki. Her anımı onunla geçirmek istiyor, bir an elini bırakmaktan korkuyordum. Ama dedim ya, kısır olduğum gerçeğine inanmış, onun utancını yaşıyor, bu yüzden de gurur yapıp, Suna’yı dinlemiyordum bile.

“Suna, söyle o kadına, rezil olmak istemiyorsa boşanmayı kabul etsin!” demiştim kesin bir dille. “Onu ne hayatımda, ne iş yerinde görmek istemiyorum! Bu son sözümdür!”

Günler günleri kovaladı. Koca bir ay geçtiği halde ne öfken geçmişti, ne de kararım değişmişti. Yasemin sonunda boşanmayı kabul etmişti çaresiz. Benden hiçbir talepte bulunmadan boşandı. Kuzenim Suna ile de aram düzülmemişti. O Yasemin’in yanında yer almış, mahkemeye bile onun yanında gelmişti.

Elinde boşanma kararıyla, mahkeme çıkışı son kez yanıma gelmişti Yasemin. “Kaan boşandık ama bu aldatma olayını kabul etmiyorum asla! Bu çocuk senin! İnat etme, başka bir doktora git!” demişti sakin bir sesle

“Ben aptal bir adam değilim! Bir daha da bana görünme! Çocuğun babası kimse ona git!” diye bağırmıştım, o güzel yüzüne bakmadan. Arkamı dönüp giderken çok alçak sesle arkamdan,

“Bir gün gerçekler ortaya çıktığında seni aldatmadığımı ve bu çocuğun senim olduğunu öğrendiğinde, yalvararak kapıma geleceksin! Ama seni asla affetmeyeceğim!” diye ağlamıştı.

Dönüp alayla bakmış, yüzüne gülmüştüm.

“Yasemin hatanı kabul et! Hiçbir zaman böyle bir şey olmayacak!”

Beni o zamanlar yöneten gurur muydu? Bir türlü geçmeyen öfkem miydi? Yoksa hala âşık olduğum Kadından ayrılacak olmamın mutsuzluğu muydu, neydi bilmiyorum. Ama bütün hissettiğim acıların faturalarını ona kesmiştim bir kere.

Ben bu sözlerden sonra onu orada bırakıp gittim! Ne hatıralarla dolu evime gidebilmiştim, ne de iş yerine. Yurt dışına gitmeye karar vermiştim. Orda da küçük bir şirketimiz vardı. Hayatıma bıraktığım yerden devam edecek, onu unutacaktım. Bir seneye yakın kalmıştım Yurt dışında. Eski yaralar iyileşmese de kabuk bağlamıştı. Türkiye’ye dönmeye hazır hissedince de, kendimi yine yayınevindeki ofisimde buldum.

Bu sabah bir mide ağrısıyla doktoruma gittim. Bu sabah hayatımdan çalan doktoru neredeyse öldüresiye dövecektim. Çünkü bu sabah öğrendim, bir sene evvel yaptırdığım testin başka birininkiyle karıştığını. Benim kısır olmadığımı bu sabah öğrenmiştim. Ben bu sabah hem ölmeyi istedim, hem de tekrar doğmayı.

Yasemin… Tıpkı ismi gibi kokan kadınım. Ben şimdi kendimi nerelere atayım? Ben kendimi etmiyorken, sen beni nasıl affedeceksin? Kızımız olmuş, Suna söyledi. O zamanlar kurduğum bütün hayallerim gerçekleşmişti de, ben görmemiş, yıkıp viran etmiştim kendi ellerimle. Ah be Yasemin’im… Suna adresini verdi de geldim kapına, tıpkı mahkeme çıkışı söylediğin gibi, köpek gibi mahcubum. İstanbul’dan İzmir’e kadar bir saniye bile durmadan sürdüm arabamı. Yorgunum, üşüyorum… Koynunda yılların acısından arınmaya, sana sığınmaya ihtiyacım var. Ama kapını hangi yüzle çalacağımı bilemiyorum. Pişmanlığım beni yiyip bitirmeden aç kapını, sevdiceğim. Ben, senin beni aldattığını düşündüğümde de sana âşıktım. Seni bu yıllar içinde bir kez bile unutmadım, unutamadım.

Ah, insanlar hep mi yanlışa meyilli olur? Yapmamam gereken ne varsa, hepsini yaptım. En önemlisi, seni hiçe saydım! Ama biliyorum ki normal şartlarda olsaydık, senin saçının teline bile kıyamazdım.

Yavaşçı arabadan indim. Gözüm hala penceresindeydi. Elimi zile götürdüm, bütün cesaretimi toplayıp bastım. Kapı açıldı. Başımı kaldırıp sevdiğim, kırdığım kadına yüzümde bin pişmanlıkla baktım. O ise hiç şaşırmamıştı. Öylece sessizce birbirimize baktık. Sadece gözlerimiz konuştu.

Konuk Yazar: Sevtap EKEN

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Konuk Yazar
Bağlantılar:
Misafir Yazar
9 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version