Penguenlere Ölüm

33 Görüntüleme
4 Dak. Okuma

Haydar, ayakkabı sandığını omzuna bindirerek elindeki nasırlara, ayağındaki mantarlara bakmadan inadına yürüyordu. Arkasında atlılar varmış yokmuş umurunda değildi. Seher onun eline bakıyordu. Sevdiği kırmızı bluzu almak için tek derdi, önünde duran yüksek yokuşlara tırmanıp bir an önce eve varmaktı. Ne gezer; belediye hiçbir yolu yapmadığı gibi, yağmur suyuyla iyice aşınan yollar bataklığı andırıyordu. Daha geçen gün açıklama yapmışlar, penguenlerin saldırısından kaynaklı yolların çöktüğünü duyurmuşlardı. Oysa herkesin gönlünde yatan şeyler hep aynı gibi görünse de, kimileri de tüm suçun insanlığın kaybolmasıyla ortaya çıktığına yoruyordu. Berfin ise bu suçu yalnızca fakir olmaya yoruyor, Haydar’ın beceriksiz ve ezik olduğunu; konu komşuya fırsatını bulduğu her an anlatıyordu. İleride doğacak ikiz oğullarının da babaları gibi boyacılık yapmasından her şeyden çok korkuyordu.

Ancak güneş doğunca her şey birdenbire değişmeye başladı. Her taraf zebraların istilasına uğradı. Her taraf siyah ve beyaz olarak görünmeye başladı. Artık penguenler meydanlarda sallandırılıyor, zebralar ise dimdik omuzlarıyla böbürlene böbürlene ilerliyordu. Artık penguenler devri çoktan bitmişti. Başka diyarlara turna kuşu gibi göç eden penguenlerden zayıf, yaşlı ve henüz çocuk olanları ise zebralara yem oluyordu. Zebralar başlarda ülkeyi ve halkı güzelce yönettilerse de güç iyice ele geçtikten sonra her taraf cellatlarla dolup taşmıştı. Üstelik hukuk denen şey yalnızca zebra adaleti, erdem denen şey ise üstün ırka dayanan hiyerarşik yapılanmaydı.

Haydar ise ayakkabıcılık yaparken sürekli denetimlerde zebra marşlarını haykıra haykıra söylüyor, penguenlere ölüm diye inim inim inletiyordu. Bunu gören kimisi alkış tutarken, kimisi ise yüzüne tükürür, tezgâhı yağmalamaya çalışıyordu. Maksadı açık ve netti: işi elinden alınmasın, belgesi iptal olmasın, başı derde girmesin diye el mahkum böyle davranıyordu. Ancak bir gün Berfin ağlaya ağlaya koşarak yanına geldi. Berfin önce kocasına derdini anlatınca, hiç oralı olmadığını görünce önce iyi bir dayak attıktan sonra bunu umursamayan kocasının tezgâhını dağıttı; son olarak ise zebralara sinkaflı küfürler sıraladı. Bunu duyan Haydar ise çıldırmışa dönerek penguenlere hızlı hızlı saydırmaya başladı.

Bu durumun uzamaması için devreye büyük hayvanlar girdi. Aslanlar kıtaları aşa aşa, sırtlanlar vahşi ormanları aşa aşa barış getirmek bahanesiyle yağmaya girişti. Çoluk çocuk, hayvan, bitki demeden her yer barışın huzurlu kollarına kavuştu. Öyle bir kavuşma anıydı ki mutluluktan ellerini verip kollarını kaptırmışlardı. Ancak her şey düzenle ilerliyordu ki en önemlisi buydu; herkesin cebinde tomar tomar paralar, arabalar her caddede boy gösteriyordu. Herkes halinden memnundu. Yalnızca insanlar köle statüsünde hayvanların hizmetkârı konumundaydı.

Bir tufan veya bir deprem, koca bir yıkıntının eşiğine getirir gibi büyük bir olay patlak verdi. Adına nükleer dedikleri şeyi dünyanın kalbine bırakan insanlar uzay çağına geçmişler, dünyayı halletmişlerdi. Sonunda bu işin de sona erdiğini mutlulukla izleyen insanlar artık her yerin hakimi konumuna gelmişti.

Gelgelelim bizim Berfin ve Haydar’ın durumuna. Her ikisi de nükleer santralinde kötü hayvanları tespit edip nükleerle tanıştırmak için canla başla çalışıyor. Uzaydan dünyaya bakan koca bir kolonide yaşıyor ve her gün ikiz çocuklarına yoğun miktarda kimyasal bileşen içeren konserveleri tattırıp doğaya ölüm naraları fısıldıyorlar. Vicdanları mı? E, bi nükleer patlatılırsa rahat eder herhalde.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version