Renkleri karıştırdım; hayatın içinde ne varsa, ne yaşandıysa hepsini kattım içine. Ve en üste çıkan rengin sevgi, mutluluk ve umut olmasına odaklandım.
Sonuç mu? Belki tam olarak başardım, belki de hâlâ karıştırıyorum. Ama biliyorum ki denemek bile yaşamın ta kendisi.
Bazen düşünüyorum; sadece siz mi geçiyorsunuz o zorlu, karanlık yollardan da üstünüze karanlık bulaşıyor sanıyorsunuz? Sadece siz mi yürüyorsunuz çamurlu patikalarda da üzerinizdeki lekeleri feryat figan duyuruyorsunuz? Yağmur sadece sizin üzerinize mi yağıyor sanıyorsunuz? Bizim de camlarımız kirleniyor, bizim de yollarımız kaygan. Ama biz belki biraz daha sessiz siliyoruz camlarımızı.
İki defa üst üste tökezlediğinizde kendinize acımaya başlıyorsunuz. Oysa yerde günlerce kalanları da gördük biz; fakat bir farkla: Onlar, kimseye el açmadan kendi başına ayağa kalkmayı bildiler. İşte o fark, insanı olgunlaştıran farktır.
Ezcümle, aynaya sürekli bakmayı bırakın. Geçmişi eşelemeyi, “neden ben” demeyi bırakın. Yaşadığınız her olayı bir ömür sürecek sanmaktan, kendinizi ve acınızı abartmaktan vazgeçin ki, alınması gereken dersleri alıp yeniden yürüyebilesiniz.
Hayat hep sızlanmayla geçer mi? Siz bu hâlinizle kimi çekebilirsiniz?
Ve sorunun en çıplak hâli: Siz olsanız, kendinizi çeker miydiniz?
Kızmayın, çünkü gerçek bazen en sert aynadır.
Renklerinizi karıştırın. Siyahı beyaza, griyi maviye… Umudu yeniden doğuracak bir ton mutlaka vardır. Duygularınızı da zamanında, kararında yaşayın; abartmadan, bastırmadan, taşırmadan… Hiçbir şey sonsuza dek sürmez — ne acı ne sevinç.
İyi şeyler de kötü şeyler de bir noktada kavisli bir yola girer. Mühim olan o kaviste neyi tutacağınızdır: Korkuyu mu, inancı mı? İyi bir şey yaşanıyorsa tadını çıkarın; çünkü o da geçecek. Kötü bir şey yaşanıyorsa sabredin; çünkü o da geçecek.
Hayat aslında gökkuşağından renk çalma sanatıdır biraz.
Renklerinizi kendiniz seçin.