Her yıl yeni bir beslenme modası hayatımıza giriyor: “Sıvı diyeti”, “3 haftada 10 kilo”, “Gelin diyeti”… Hepimiz bir kere olsun merak etmiş, “Acaba bende de işe yarayacak mı?” beklentisiyle yüksek olasılıkla denemişizdir. Bu deneyişler, kendimizi kilo al–kilo ver–tekrar kilo al döngüsünün içinde bulmamıza sebep olmuş; beslenmeye olan bakış açımız bir yerde zarar görmüş; belki de günlük hayatta yediğimiz besinler bile bizde suçluluk hissi yaratmaya başlamıştır. Çünkü yıllardır toplumumuza zayıf olma zorunluluğu hissettirilmiş; ne yazık ki mükemmellik algısıyla zayıflık kavramı eş tutulmuştur.
Oysa bugün biliyoruz ki bu diyetlerin çoğu geçici çözümlerden ibaret. Kısa vadede işe yarasa da eski alışkanlıklara dönüldüğünde, strese girerek yaşamımızı bir noktada sınırlayarak kaybettiğimiz kiloları geri alıyoruz. Bu döngüde metabolizmamız yavaşlıyor, vücudumuz sürekli iniş çıkışlarla yoruluyor. Kan değerlerimiz düşebiliyor, karaciğer fonksiyonları zarar görebiliyor ve en önemlisi, psikolojimiz ve yeme davranışlarımız olumsuz olarak etkileniyor.
Bilim dünyası artık “tek tip diyet” döneminin kapandığını söylüyor. Yeni dönem, kişiselleştirilmiş beslenme dönemi olarak kabul ediliyor ve bu yaklaşım, kişiyi zayıflık algısından çıkarıp sağlıklı olma anlayışına yönlendiriyor. İnsan ömrü geçmiş yıllara göre uzarken hedef artık sadece yaşlanmak değil; hastalanmadan yaş almak olmalı. Genetik analizler, mikrobiyota testleri ve bireyin yaşam alışkanlıkları dikkate alındığında yalnızca kilo vermek değil; sağlıklı yaşlanmak da mümkün hale geliyor.
Kişiselleştirilmiş beslenmede mesele yalnızca kalori almak ya da vermek değil. Hepimizin genetik yapısı, bağırsak florası, hormon dengesi ve yaşam tarzı birbirinden farklı. Aynı sofrada oturan iki kişiden biri hızla kilo verirken diğeri neden veremiyor? Kahve birinin uykusunu kaçırırken diğerini neden hiç etkilemiyor? Neden bazılarımız sabah kahvaltısıyla enerji toplarken bazılarımız kahvaltıyı atlamayı tercih ediyor? İşte yanıt bu bireysel farklılıklarda gizli.
Artık konuşulması gereken, zayıflama diyetleri değil; bize özel beslenme ve yaşam tarzı ile sağlıklı yaş almak olmalı! Çünkü önemli olan dayatılan zayıflık algısı değil; ömür boyu sürecek bedensel ve ruhsal sağlık yolculuğu…
Unutmayalım ki sağlıklı yaş almak sadece daha uzun yaşamak demek değil; enerjimizi korumak, kronik hastalıkları önlemek ve ilerleyen yaşlarda da üretken kalabilmek demek. Bugün tabağımıza koyduğumuz yiyecekler, yarının yaşam kalitesini belirliyor.
Kısacası mesele sadece “Kaç kilo verdim?” değil. Asıl soru şu: “Bedenimi geleceğe nasıl hazırlıyorum?”