Sahibine Ulaşmayan Bir Mektup

Zübeyde Asya 27 Görüntüleme 7 Yorum
5 Dak. Okuma

Etrafındaki her şey sarsılıyorken sadece senin yıkıntı olduğun bir manzarayı görmek için bekleyenlerin çemberinden çıkabilmek; bir korku filmi sahnesindeki zombilerin elinden kurtulmak gibi bir şeydir ve günün sonunda kendi güvenli alanında sessizliği dinleyebilmek, aslında bir bakıma kendi kendinin kahramanı olmaktır. Susturmak için birilerine sustuğunda geniş zamana yayılan bu huzur dolu rahatlamayı, kaosun tam ortasında ihtiyacın olduğu bir zamanda kendine sağlayabilmek kolay iş değildir. Ancak bu yok saymak işi; etrafındaki dikenli tellerin üzerine gözü kapalı giderek değil de gürültülerini duymadan onları söküp atmakla, kendi varlığını önemsemekle daha uzun vadede daha anlamlı olacaktır. insanın kendi iç sesi, kendi hisleri, kendi arzuları; en çok kendini bilmeye, en çok kendinin farkında olmaya ihtiyacı olduğundan kendi tarafından pürdikkat dinlenilmesi ve hiçbir zaman susturulmaması gerekenleridir. Zaten hayat; zaman ilerledikçe, bizi daha çok kendimizle baş başa bırakarak eninde sonunda kendimizi dinlemeye mecbur olduğumuzu, bunun bir gereklilik olduğunu göstermiyor mu?.. Yani bazen kendinle konuşabilmenin tek bir yolu vardır o da herkese susmaktır. Senin de buna ihtiyacın vardı ve hepimizden önce öğrendin bunu. İtiraf etmeliyim ki, şimdilerde kendi kendime esef duymama sebep olan, benim de bir zamanlar kendi içimde kanadını kırıp susturduğum, geçmişte kendime söylemem gereken ama söylenmemiş cümlelerimin var olmuş olmasıdır. Herkesi, her şeyi sessize aldığımda herhangi bir durum hakkındaki gerçek hislerimi de, kendimi de bilmek istemiyordum. Konuşabildiklerim, hissettiklerimin ancak binde biri kadardı. Bilhassa karalayarak üzerini kapatmaya çalıştıklarım, parça parça ederek yükünden kurtulmak istediklerim, yaşanmamış gibi yaparsam görülmez olur, yok olur sandıklarım; yanıldığım düşüncelerimdi.

Ve sen esrarıydın kısık sesli şiirlerimin sustun her cümlemde.. Kalbini bir kişi kırar ama sen bütün dünyaya küsersin ya, hiç kimsenin henüz okumadığı bir kitap gibiydik içimizdekileri kimse bilemedi. Zamanla kelimelere de küstük bir cümle söz etmedik. Ne güzel söylemiş değil mi, Kul Nesimi;

“Kolay mı gerçeğe ermek, dost bağında güller dermek, orada  kalsın değer  vermek, yeter ki ucuza satmasın.”

Biliyorsun ki; zaman geçtikçe çoğalmıyor hayat, başka insanlardan beklentilerimiz gibi gittikçe azalıyor.

“Par içinde biten güle minnet eylemem”

Ben de senin gibiyim uzun zamandır hâlimi kimse sorsun istemiyorum sormasınlar da söyletmesinler de. Sonra birilerine küs müyüm değil miyim, doğrusu bende o derece bir yerleri var mı ki, kaldı mı ki.. Açıkçası her neyseler yani önemli değiller, ben kendi kendime anlatayım ahvalimi içimdekilerden satırlara kirpiklerimin ucundan tane tane dökülenlerle, vuslata yakın hasret yazılsın. Kavuşalım bir sonraki sayfada kimse karışmasın bize, konuşmasın bizimle, sadece seni dinleyelim, beni dinleyelim… Biz nasılsa her acıyı kendi değirmenimizde öğüte öğüte bugünlere gelmedik mi, işte bu yüzden isterim ki her zaman yine biz bize olalım.

Beklesek de beklemesek de geliyorum dese de demese de hani yine o, olanlar olduğunda ve her şey olmaması gereken bir yere vardığında bir çemberin ortasında kaldığımızda çok şey konuşup, çok şey duymamamız gerektiğini nasıl da kendiliğinden öğrenmiştik. İşte ben o günden bugüne bir şey daha öğrendim. Senden duyduklarım bir ihtimâller ordusu olacak olsalar bile ara sıra içimden seni konuşturuyorum..

Seni dinliyorum ve seni konuşuyorum; Sana göre de bir masumiyeti vardı anıların, bir iç acıtan rengi, vicdan kanatan o keskin, o saf kokusu… Sonra konuşula konuşula renginin solduğunu, kokusunun uçtuğunu, masumiyetinin de tükendiğini gördün. Bu yüzden dalgındın uzaklara, düşünüyordun her gün. Kırgındın, yorgundun, bıkkındın da ama yine de bir ümidin vardı çok eskilerden kalma bir kırıntı, içinin bir yerlerinde insanları iyileştiren, başkalaştıran bir ümidin vardı.

Bihaberdin hecelenirken yabancı dudaklarda adın.. Sen o gece tesellisi olmayan bir hüzne uyandın. İnanılacak hiçbir şey kalmamıştı ve sen kendince, hayatının geri kalanını çöpe atmıştın. Belki de hayatının son mevsimiydi bu yaşadığın. Tam da güler gibiyken aniden bir gün daha ağlayarak yürüdü ömrüne.. Nefret ve ihanet bağırıyordu her yerden ve çoğaltarak acımasız sesini..

Sular durulmaz oldu, gün gün öfkeni büyüttün. Hoyrattın, zamansız döktün yapraklarını hazan bahçelerine sürüldün. Haklıydın hiç kimsenin elleri temiz değildi, hiç kimsenin yüreği berrak. Dağladılar kalbini göğsünde gezdirdin narlı ateş çiçeklerini. Yalnızlık tahtına kuruldun saltanatını sürdün nihayet..

Alnındaki çizgiler yaşadığın acılar kadar derin değildi ki olsun hâlinden anlayan. Olsunlar derdine bir inayet..

Belki de hayatının son kışıydı bu yaşadığın, çözülecek yüreğin prangalardan.. Belki yakındır vuslat. Bir gün sen de herkes gibi çalarsın kapımı.. Sen olduğunu bilmeden açarım o gün, gülüşün yankılanır evde çığlık çığlık! Yokluğunun her burukluk ânı maziye karışır bir bir..

Bir yaradır bağrımızda hasret, bir gün kavuşulur onun da sancısı geçer elbet.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
7 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version