Kollarını iki yana açmış, yüzüne vuran güneş ışığıyla birlikte suyun üzerinde dalgalanıyordu. Denizin tuzlu suyu ara sıra yüzüne çarpıyor, dudak kenarından içeri giren suyun acı tadını her aldığında tükürüyordu. Başındaki ağrı yüzünün ekşitmesine sebep oluyor, ara sıra gözlerini kısıyordu. Bir ara yanlara açtığı kollarına baktı, sonra gözleri koca denizi avuçlamış gibi duran ellerine, oradan buruşuk parmak uçlarına kaydı. Bu da denizin içinde çok uzun zaman geçirdiğine dair bir işaretti.
Güneş ısısını kaybediyor, gün akşama dönüyordu. Az sonra hava kararacak ve hiçliğin ortasında kaybolacaktı. Ölecek miydi? Cılız bedeninin balıklara yem olacağını düşünürken önce bir motor sesi duydu. Ardından birinin:
“Burada bir kadın var!” diye bağırdığını… “Gözleri aralık, ölmemiş.” Sonra canhıraş bir kurtarma operasyonuna girişildi. Birileri kolu ya da bacağı fark etmeksizin kadını tutup sudan çıkardı. Genç kadın artık güvende hissettiği için kaskatı kesilmiş bedenini serbest bıraktı. Tüm yüklerinden kurtulmuş gibi bir tüy kadar hafif hissediyordu.
Üzerini battaniye ile örttüler. Kimi ağzına damla damla su akıttı, kimi yemek isteyip istemediğini sordu. Ses tonundan yaşlı olduğunu anladığı bir adamın ılık nefesi yüzüne çarptı.
“Adın ne kızım?” Hafifçe başını sakallı ihtiyara çevirdi. Kısık tonda iki heceli bir isim çıktı ağzından.
“Suna.” Sonra da bayıldı. Balıkçı teknesinin kaptanı yönünü karaya çevirip motoru tam gaz çalıştırdı. Adının Suna olduğunu söyleyen kadını hastaneye yetiştirmeleri gerekiyordu.
Derin bir uykunun sonsuz rüyalar gördürdüğü genç kadın, nihayet dinlenmeye doymuş bir vücutla gözlerini açtığında karşısında bir hemşire vardı. Mavi gözlü, uzun kirpikli, sarı saçlı hemşire yüzüne yayılan geniş gülümsemeyle mutluluğunu hissettirerek:
“Günaydın tatlım,” dedi. Genç kadının hastane odasında olduğunu anlaması yalnızca birkaç saniyesini aldı. Beyaz boyalı uzunca bir duvar, geniş bir pencere, yanı başında bir komodin, tavana yapışık bir floresan lamba… Oda, eksiksiz dizaynıyla “Ben hastane odasıyım,” diye bağırıyordu. İçeride hemşire ve kendinden başka kimse yoktu. Elinin üzerine bantlanmış kelebekten serum verildiğini anladı. Başını kaldırıp doğrulmaya çalışınca canı yandı. Hemşire:
“Kımıldama tatlım,” dedi en naif sesiyle. “Başına darbe aldığın için canın yanıyor olabilir. Geçecek, merak etme.” Genç kadın, pozitif enerjisini odaya yayan hemşireye gülümsemeye çalıştı. O sırada içeri iki hemşire daha girdi. Esmer olan:
“Uyandın mı Suna? Çok şükür,” dedi. Uzun boylu ve zayıf olan hemşire koluna vurup kulağına bir şey fısıldadı:
“Adı Suna mıymış?” Esmer hemşire:
“Balıkçılar adını sormuş, Suna demiş. Kayıtlara öyle geçti,” diye açıklama yaptıktan sonra, onay beklermiş gibi: “Değil mi?” diye sordu ürkerek bakan kadına. Genç hasta soruyu yanıtlamadan sarı saçlı hemşire onlara:
“Kızcağız yeni uyandı,” dedi. “Dinlenmesi için zaman verelim. Ben doktoru bilgilendireyim.” Arkadaşlarının koluna girip, daha fazla gevezelik etmelerine imkân tanımadan onlarla beraber çıkıp gitti. Genç kadın hâlâ olanları anlamaya, gözlerini kırpıştırarak anımsamaya çalışıyordu. Kendi kendine fısıldadı:
“Suna.” Birkaç dakika sonra doktor geldi. Gözbebeklerini kontrol etti, ağrıyan bir yeri olup olmadığını sordu. Otuzların ortalarında görünen doktor, kollarını göğsünde kavuşturup pür dikkat hastasına yaklaştı.
“Suna Hanım, neler olduğunu hatırlıyor musunuz?” Genç kadın boş gözlerle başını salladı. Doktor gülümsemeye çalışarak: “Hatırlatmamı ister misiniz?” diye sorunca gülümseyerek gözlerini kırptı.
“Balıkçılar sizi denizde bulmuş. Hastaneye getirdiklerinde baygındınız. Darbeyi nasıl aldığınızı hatırlıyor musunuz?” Genç kadın elini başına götürdü. Başında bir bandaj vardı.
“Hayır.” Kapı tıklandığında doktor henüz hastasından işe yarar bilgiler edinememişti; ancak içeri giren iki polis oldukça sabırsız görünüyordu. Biri doktora:
“Haber verdiğiniz için sağ olun Doktor Bey. Hastamız nasıl?” diye sordu. Doktor Suna’ya:
“Memur beyler senin durumunu merak ediyor,” dedi. Aslında içten içe kendi de çok merak ediyordu. Hatta polislerden önce öğrenebilseydi daha mutlu olurdu; fakat günlerdir bu işin nihayetlenmesini bekleyen polis aceleciydi ve hemen bir yanıt almak istiyordu. Onlar da görevini yapmak mecburiyetinde olduğundan:
“Hastaneye nasıl geldiğini anlatıyordum,” dedi. Orta yaşlı polis, alışkın olduğu vaziyet için detaya girmeden bir sandalye çekip oturdu.
“Siz devam edin Doktor Bey.” Doktor, anlatmayı kaldığı yerden sürdürdü.
“Hastanemize yaklaşık beş gün önce geldin. Seni bir süre yoğun bakımda misafir ettik.” Genç polis doktorun lafını böldü:
“Bu arada kimliğini araştırdık ama hakkında hiçbir şey bulamadık. Soyadını hatırlıyor musun?” Genç polisin tavrı meslektaşınca hoş karşılanmasa da yorum yapmadı. Ancak bu Suna için ani bir gelişmeydi. Zihninde koskocaman bir boşluk vardı. Doktor:
“Kayıp ihbarı yapıldı mı?” diye sordu. Polisler birbirlerine bakıp yutkundu.
“Hayır.” Suna’dan fazla bir şey öğrenemeyeceklerini anlayıp koridora çıktılar. Polis doktora:
“Bunun bir cinayet girişimi olabileceğini düşünüyoruz,” dedi. “Kadını denizin ortasına götürmüşler, sonra da sert bir cisimle başına vurup suya atmışlar.” Yaşlı polis, genç meslektaşının heyecanını anlıyordu ama başka bir ihtimal olduğunu da söylemeden edemedi:
“Kaza da olabilir. Belki kadın kendi başına kayıkla ya da kanoyla denize açıldı. Bir dalga onu suya düşürdü ve başından yaralandığı için de kanoya tutunamadı.” Genç polis:
“Kano nerede o zaman?” diye sordu.
“Sürüklenmiştir,” diye yanıt aldı kıdemli meslektaşından. Genç polis daha da sinirlendi:
“Beş gün boyunca bu kadını ailesi arayıp sormadığına göre bence bu tezin çürüdü amirim.” Doktora bakıp:
“Kadının parmağında alyans var,” dedi. “Büyük ihtimalle evli. Kocası bir ihbarda bulunmadığına göre demek ki ölüme terk eden kişi o.” Diğer polis:
“Fesuphanallah!” diyerek genç meslektaşını çekiştirdi.
“Bize müsaade. Yeni bir gelişme olursa haberdar edin lütfen. Hasta ne zaman taburcu olur?” Doktor omuz silkti:
“Henüz kan değerleri normale dönmedi. Üstelik neler olduğunu anımsamıyor. Öğleden sonra psikiyatrist arkadaşımızla görüşecek. Ondan bilgi aldıktan sonra karar vereceğiz,” diyerek polislere veda edip odasına yürüdü.
Doktorun aklı oldukça karıştı. Genç kadın gerçekten de kocası tarafından öldürülmek istenmişse bunun farkında olmalıydı. Hatta kesinlikle korkuyor, o yüzden ses çıkarmıyordu. Telefonu alıp dahili numarayı tuşladı:
“Furkan Bey, sizinle denizde bulunan hastayla ilgili görüşebilir miyiz?” Telefonu kapatıp arkasına yaslandı. “Bu kesinlikle üstü kapatılacak bir dava değil. Suna’nın bir şey sakladığına eminim.”

