Yetersizlik Duygusu

19 Görüntüleme
5 Dak. Okuma

Bu ayki konumu yetersizlik üzerine yazmaya karar verdim. Yaklaşık on beş gündür bu konu ile çokça danışan gördüm. Bir aile danışmanı olarak yıllardır da birçok kişinin ortak bir duyguyla kapıdan içeri girdiğine tanık oldum: “Ne yaparsam yapayım yetmiyorum.” Bu cümleyi duyan biri olarak danışanın ses tonundaki yorgunluğu, omuzlarına çökmüş görünmez yükleri ve çoğu zaman kendisine bile açıklayamadığı o derin eksiklik hissini anında hissederim. Çünkü yetersizlik duygusu genellikle bugünün bir ürünü değildir; daha derinlere, aile sisteminin görünmeyen katmanlarına kadar uzanan bir geçmişi vardır. Ben kendi çalışmalarımdan biliyorum ki kişi kendini yetersiz hissettiğinde çoğu zaman kendi yaşamına ait olmayan bir rolü üstlenmiş, ailesinin tamamlanmamış bir hikâyesini yüklenmiş ya da içsel olarak bir başka aile bireyinin acısını taşımaya başlamıştır.

Aile dizimi çalışmalarıyla tanıştığımdan beri bu duygunun kökenini görme fırsatım çok oldu. Danışanlarımın birçoğu, kendilerine ait olmayan bir sorumluluğu taşıdıklarını fark ettiklerinde önce şaşırıyor, sonra içlerinde uzun zamandır unuttukları bir nefes alanı açılıyor. Dizim sırasında ortaya çıkan dinamikler bazen üç kuşak geriye, bazen ailede adı anılmayan bir bireye, bazen de anne-baba arasında çözülmemiş eski bir hikâyeye uzanabiliyor. Bir danışanımın “Sanki bütün hayatım boyunca biri benden daha iyi olmalıydı, ben ne yaparsam yapayım bir türlü yeterli olamıyordum.” deyişini hatırlıyorum. Dizimde, annesinin ailesinde genç yaşta kaybedilmiş ve kimsenin hakkında konuşmadığı bir gencin yerine “geçmeye çalıştığını” fark ettik. Danışan bunu gördüğünde yüzünde hem şaşkınlık hem de derin bir rahatlama belirdi. Çünkü uzun süredir taşıdığı yükün kendisine ait olmadığını anlamak, yıllardır süren o içsel baskının çözülmesine yardım etmişti.

Benzer şekilde, bir başka danışanım evliliğinde ne kadar çabalasa da eşini mutlu edemediğini söylüyor, kendisini hep eksik hissediyordu. Seans sırasında ailede kuşaklar önce dışlanmış bir kadın figürünün enerjisini taşıdığı ortaya çıktı. Danışan farkındalığın etkisiyle gözyaşlarına boğulmuştu; “Demek bu his gerçekten bana ait değilmiş.” dediğinde sesindeki hafiflemeyi bugün gibi hatırlıyorum. İnsan bazen yıllarca taşıdığı bir duygunun aslında kendi hayatına ait olmadığını fark ettiğinde özgürleşme başlıyor. Benim için bu anlar, bu mesleğin en anlamlı taraflarından biri.

Aile diziminde sık gördüğüm bir başka durum da kişinin kendi ebeveynine ya da kardeşine farkında olmadan “ebeveynlik” yapmaya çalışmasıdır. Özellikle çocukluk döneminde anne ya da babanın duygusal olarak ulaşılamaz olduğu durumlarda çocuk onların yerine geçer; büyür, güçlenir, sorumluluk alır ama yetişkinliğe geldiğinde içi sürekli boşluk hissiyle dolar. Yetersizlik burada aslında “kendi yerinde olmamak”tan doğar. Bu kişiler bana genelde “Hayatta hep güçlü oldum ama içimde bir yan hep eksik.” derler. Aile dizimi sırasında kendi çocukluk koltuklarına dönmelerini izlediğimde danışanın gözlerindeki yumuşama değişimi anlatmaya yeter. Çünkü insan ancak kendi yerinde durduğunda güçlenir; başkasının yerini doldurmaya çalıştığında güçsüzlük kaçınılmazdır.

Bu süreçlerde benim rolüm bir çözüm dayatmak değil, danışanın kendi gerçekliğini görmesine alan açmaktır. Aile dizimi benim için bir yönlendirme değil, bir görünür kılma çalışmasıdır. Bazen sadece iki temsilciyle kurduğumuz küçük bir sahne bile danışanın yıllardır anlam veremediği davranışlarını açıklığa kavuşturur. O ana kadar “Ben neden böyleyim?” diye soran danışan, “Meğer bu his benim değilmiş.” diyerek kendi yaşamına yeniden bağlanır. İşte o gözlerdeki değişim, omuzların hafiflemesi, nefesin derinleşmesi… Bunlar benim mesleki yolculuğumda en değer verdiğim anlardır.

Yetersizlik duygusuyla çalışan biri olarak şunu çok net söyleyebilirim: İnsan çoğu zaman yetersiz olduğu için değil, üstlendiği yük kendisine ait olmadığı için zorlanır. Her dizim çalışmasında bunu tekrar tekrar görüyorum. Bir danışanın kendi yaşam çizgisine geri dönmesi, olmayan sorumlulukları aile sistemine teslim etmesi ve kendi yerindeki değeri hissetmesi bence gerçek dönüşümün başladığı andır. İnsan kendisine ait olmayan yükleri bıraktığında “yeterli” olduğunu ispatlamaya artık ihtiyaç duymaz; çünkü zaten doğal hâliyle yeterlidir.

Kendi deneyimlerim bana şunu öğretti: Yetersizlik hissi bir kişilik kusuru değil, çoğu zaman görünmeyen bir aile hikâyesinin yankısıdır. Bu yankıyı duyabilmek ve nereden geldiğini görebilmek danışana büyük bir özgürlük sağlar. Her seansın sonunda kişi kendi hikâyesine biraz daha yaklaşır, başkasının kaderinden biraz daha ayrılır ve kendi merkezine bir adım daha atar. Ben de her defasında aile diziminin bu dönüştürücü yanına yeniden hayran kalırım. Çünkü insan, kendi yerine döndüğünde, kendi hayatına sahip çıktığında ve geçmişin yüklerini sevgiyle geriye bıraktığında zaten doğası gereği yeterlidir.

Sevgiler…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Koç
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version