Zalim ile Mazlumun Savaşı: İsrail – Filistin

Ayşe Topçu Hopal 124 Görüntüleme Yorum ekle
5 Dak. Okuma

“Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnımı koydum
Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu.”
(Mehmet Akif İNAN)

Filistin yıllardır kanayan bir yara, elimizden gelenin yetmediği, yetemediği çoğunlukla da seyirci kaldığımız bir insanlık dramı.

Siyonist güçler ve işbirlikçileri, İsrail devleti kurma hayaliyle, yıllarca bölge insanının huzur ve güven ortamında yaşamasına müsade etmedi. Zalim, zulmünü yapar elbet ama en acı olanı dünyanın bu zulme sessiz kalıyor oluşu değil mi? Hastanelere bombalar yağarken, küçücük masum çocuklar, bebekler can verirken hiç kimse haktan hukuktan ve bir amaçtan bahsedemez. Oysa Filistinli insanların tek suçu o coğrafyaya gözlerini açmış olmaktı.

Nazi Almanya’sı döneminde Yahudilere yapılmış olan zulümleri elbette ki biliyoruz. Suçsuz, masum insanlara haksızca zulmü reva gören hiç bir dava haklı bulunamaz, bulunmamalıdır. Kaldı ki onlara bu zulmü yapanlar, müslüman değildir. Nazi zulmüne maruz kalan bir milletin aynı zulmü başka bir millete reva görmesi, sanırım İsrailoğullarının şaşmaz kuralıdır. Halbuki tarihe baktığımızda Yahudiler, müslüman egemenliğinde en refah ve en huzurlu dönemlerini geçirmişlerdir. Endülüs Müslümanlarının yönetimindeki İspanya’da tarihlerinin en güvenli dönemlerini yaşadılar.

Filistin coğrafyasında ve Kudüs’te ise Hz. Ömer’in hilafeti döneminde barış ve güven içinde oldular. Selahaddin Eyyubi döneminde ise altın çağlarını yaşadılar.

Tarih boyunca Yahudiler kendilerine yapılanın aynısını farklı insanlara yaparak hep ırkçı tutum sergilemişlerdir. Kendilerini bütün toplumlardan üstün, ayrıcalıklı gördükleri için başka toplumlar tarafından da sevilmemiş ve saygı görmemişlerdir. Bu ırkçı tutumları nedeniyle de hep dışlanmış ve haksız uygulamalara maruz kalmışlardır.

Zalimin zulmü elbet yanına kalmayacaktır. Hangi gece sabaha kavuşmamış ki, Filistin dramı da elbet bir gün son bulacaktır. Fakat tarih, böylesi bir insanlık dramı yaşanırken kimlerin sessiz kaldığını, kimlerin bu vahşete çanak tuttuğunu asla unutmayacaktır. Bizlere düşen boykot ürünlerine tepki göstermekten öteye geçemese de en önemli silahımız olan dualara da bolca sarılmalıyız.

Necip Fazıl’ın dediği gibi;

“Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.”

Demek ki, yıldızları avuca düşürecek kadar, gök parçalanacak kadar dua etmeliyiz.

Tek suçları, vatan diye bildikleri, doğdukları topraklarda yaşamak olan insanların yerine bir anlığına kendimizi koymamız gerekir. Küçücük evladının cesedini eline alan annenin yüreğini vicdanımızda hissetmemiz, kanlı kefeniyle çocuğunu toprağa veren babanın feryadını işitmemiz bizim en ulvi insani sorumluluğumuz olmalı.

Merhamet duygusunu kaybetmiş bir insan ne kadar insandır? O merhamete bir gün kendisinin de ihtiyacı olacağı için değil, kendine “ben insanım” diyebilmek için bu duyguyu asla kaybetmemelidir. İşte o zaman bir şeyler gerçekten değişime uğrayacaktır. “Ben ben!” diyerek yaşayan, bencillik çukurunda kaybolan insan en sonunda insanlık adına ne kadar değer varsa hepsini bir bir kaybetmeye mahkumdur.

Kemal Sayar hoca bir kitabında şöyle der;

“Hüzün duyabilen her ruh iyiliğe muktedirler. Aslında kalbin hüznü hissedebilme kapasitesi iyiliği de hissedebilme kapasitesidir ve pişmanlık duyabilen her insan da iyiliğe muktedirdir.”

Şu an yazımı kaleme alırken, bir Filistinli çocuk daha bu hayata gözlerini yummuş olabilir. Biri evladını, bir diğeri kardeşini, annesini veya babasını kaybetmiş olabilir.

Bombaların susmadığı bir güne yeniden gözlerini açmış olan, yaşama ve insanlığa dair ümitlerini yitirmiş binlerce insan.. Dünyanın yaşanmayacak bir yer olduğuna ve insan denen canlının bazen gözü dönmüş bir canavara dönüştüğüne inanmış çocuklar..

O çocukların da hakkıydı elbet güzel bir sabaha uyanmak. Tek meşguliyetleri güven duyabileceği bir aile ortamında oyun oynamak ve hayatı keşfetmek iken annesiz babasız kalmalarına, kan ve gözyaşıyla tanışmalarına sebep olanlar asla unutulmamalıdır.

Söylene gelen şu sözler, benim için umudun hep var olduğunun kanıtı gibidir.

“Firavunu öldüren sinek,
Peygamberi koruyan örümcek
İbrahim’in ateşine bir damla su taşıyan karınca,
Sahip oldukları güce değil,
Umutlarına tutundular.”

Gücüyle zalimlik yapan insan, umudunu kaybetmemiş insandan daha aciz ve acınası bir durumdadır.

O halde zalimin eline mahkum olmuş, mazlum Filistin halkı için bende bir şey yaptım, bende o acıyı yüreğimde hissettim, dua dua yakardım diyebilmek, vicdani sorumluluğumuzu insan olma bilinciyle yaşatabilmek ve umudumuzu kaybetmemek dileğiyle.

Unutma, unutturma!

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version