Bilmek

Betül Eren 39 Görüntüleme 3 Yorum
5 Dak. Okuma

Bugün “bilmek” üzerine düşündüm. Çocukluk, hatta bebeklik çağlarımızda ilk neleri bildik? Neleri bildiğimizin nasıl farkına vardık? Bilginin büyük bir güç olduğunu ve bize kuvvet verdiğini kaç yaşımızda fark ettik? Büyüklerimiz, yaşıtlarımız, öğretmenlerimiz ve arkadaşlarımız bizlerden daha fazla konuyu bildikleri için mi onlara saygıyla karışık bir sevgi duyduk? Bildiklerimizle takdir edilmek bizleri nasıl etkiledi?

Hala bilmediklerimiz neler? Elbette hayatımız boyunca hiç öğrenemeyeceklerimiz de var bunların içinde. Peki, bildiklerimizi ve bilmediklerimizi kıyaslayacak olursak, nasıl bir oranla karşılaşırız dersiniz? Bence, hayal kırıklığımız çok büyük olacaktır eminim. Hiç bilmek istemeyiz belki de bu oranı. Bir nevi bilgisizliğimizin yüzümüze çarpılması olmaz mı? Yani bunu biliyor muyum, ya da seziyor muyum?

Hepimiz kendimizi çok şey biliyor, bilgili falan sanıyoruz ya oysa her gün bizim dışımızda gelişen dünyada binlerce, milyonlarca bilgi yaratılıp bir kenara konuyor. Haberimiz bile olmuyor. Örneğin, bizler bilgi çağının içinde yaşlandık. Etrafımızda olan bitenleri artık küçücük bir cep telefonu ile avucumuzun içinde tutuyoruz. Neyi öğrenmek istersek hemen ulaşabiliyoruz. Ama bu, bilgili olmak ve bilmek anlamına gelmiyor. Sadece buza yazılan yazılar gibi akıp gidiyor önümüzden. Gün içinde baktığımız neler kalıyor yarına derseniz, bence çok azı. Hatta yok denecek kadar azı…

Deriz ya hep, herhangi biri için “bu konuda uzmandır.” diye. Hangi konuda kim uzman? Eski devirlerde, bilgi bu kadar yaygınlaşmamışken belki bunu söylemek çok kolaydı. Ama ya şimdi? Bilgiyi öğrendiğimiz anda eskiyor. Yerini yenileri alıyor, hızla, hatta ışık hızıyla. Örneğin, bugün yeni bir şey daha öğrendim. “Attosaniye”. 2023 Nobel Fizik Ödülü, bunu bulan bilim insanlarına verilmiş. Neymiş derseniz, bir saniyenin kentilyonda biriymiş. Ya da başka bir ifadeyle anlatılırsa, Vikipedia’da yazılana göre, 1 attosaniye; ışığın iki hidrojen atomunun uzunluğunu taşıması için geçen süreymiş. Zamanın en küçük ifadesiymiş. Tabii ki şimdilik… Bu devirde bir şeyi duymak, bilmek ve öğrenmeye yetmiyor. Neden bahsettiğini önce algılamak, kavramak ve anlamaya çabalamak lazım.

Babam öyle güzel anekdotlarla, atasözleriyle ve deyimlerle süslerdi ki konuşmasını, onu dinlemekten çok keyif alırdım. Yaşlandıkça onun kadar olmasa da bir kısmı benim de öğrenme imbiğimden geçerek gün yüzüne çıkmaya başladılar. Seviniyorum bazen, unutmamışım, öğrenmişim diye. Babamdan öğrendiklerimi yerli yerinde kullanmak, sanki onu da mutlu ediyor gibi geliyor bana. Öğrendiklerimiz arasında kuşaklardan bu yana bize aktarılanlar var, günümüze ait üretilen bilgiler var ve bir de gelecekte karşımıza çıkacak olanlar var. Yani, henüz bilmediklerimiz. Bilgi dediğimiz, aslında biraz da kara delik gibi.

Bilginin sonsuz dünyasında gezinirken sizler de zorlanıyor musunuz? Ben zorlanıyorum. En çok da kesin bilgi olarak bildiğim konular, kuramlar etkisini yitirip yenileri onların yerini almaya başladıkça biraz da korkuyorum. Özellikle teknoloji alanındaki gelişmeler hepimizi ürküterek ilerlemeye devam ediyor.

Şimdilerde yapay zeka fırtınalar estiriyor hayatlarımızda. Hepimiz bir yönüyle tanıştık, belki de kullanıyoruz farkına bile varmadan. Bir yandan işlerimizi kolaylaştırırken bir yandan da sıradan basit işleri elimizden almaya geliyor. Geçen gün yaşadığım bir farkındalıkla yapay zekayı düşman olarak görmektense, ona benim yaptığım hangi işleri aktarabilirim diye düşünmeye başladım. Neleri o yaparsa, bana daha nitelikli işler kalır? Yani karşı taraflarda yer almak yerine kol kola yürümeyi becermek. Olur mu dersiniz? En azından bir süre daha bu mümkün. Ya sonra? Şimdilik bunu bir kenara bırakalım. Zamanı geldiğinde çözeriz…

Hangisi bilgiyi öğrenmemizi sağlar? Okumak mı yoksa izlemek veya dinlemek mi? Ne zamandan beri haberleri gazetelerden almıyoruz ya da televizyonlardan? Bir bilgiye ulaşmak için ilk cep telefonlarımız veya bilgisayarlarımızdan yararlanmıyor muyuz? Bugün bir programda izledim. “Okumadan, kitaptan öğrenmeden bilgiyi öğrenemezsiniz.” diyordu. İçimden “hadi canım…” dedim. Bence artık başka öğrenme yöntemleri bir ağ gibi sarmakta etrafımızı. Bir zamanlar kadınların roman okumaları bile büyük bir sorun olmuş. Kitaplar yaygınlaştıkça ve insanlar onları yanlarında taşımaya başladıkça ürkütücü bile bulunmuş. Şimdilerde hepimiz kitapları da bir kenara bıraktık ve cep telefonlarımızla büyük bir bağ kurduk aramızda. Öğrenme ve bilme yöntemleri zaman ilerledikçe daha farklılaşmaya başladı. Çok yakın bir gelecekte belki de bilim kurgu filmlerdeki gibi beynimize yerleştirilen chiplerle öğrenmeyi sağlayacağız.

Bence; “bilmenin” ve “öğrenmenin” yöntemleri hızla değişse de insanlar bunun için bir süre daha çaba sarf etmeye devam edecekler.

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Betül Eren
Bağlantılar:
Yazar
3 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version