Bir Sözün Kaderi

109 Görüntüleme
3 Dak. Okuma

İnsan bazen ne söylediğini unutmaz da, nasıl söylediğini unutur. Oysa hayatta birçok kapıyı açan ya da kapatan tam da budur: Üslup.

Bir gece padişah, rüyasında bütün dişlerinin döküldüğünü, yemek bile yiyemez hâle geldiğini görür. Sıkıntı ve elem içinde uyanır. Hemen tâbircibaşının huzuruna getirilmesini emreder.

Uyku sersemi tâbircibaşı, gözlerini oğuştura oğuştura padişahın huzuruna çıkar. Padişah, beklemeden rüyasını anlatır ve sorar:

— Tâbircibaşı, bu rüya hayır mıdır, şer midir?

Tâbircibaşı biraz düşünür, sonra utana sıkıla cevap verir:

— Şerdir, padişahım.

Padişah, yüzüne karşı böyle söylenmesine şaşırır. Tâbirci devam eder:

— Uzun yaşayacaksınız; fakat ne yazık ki, bütün yakınlarınız gözlerinizin önünde birer birer ölüp sizi yapayalnız bırakacak.

Bir anlık sessizlikten sonra padişah kükrer:

— Tez atın şunu zindana! Felaket tellallığı nedir, öğrensin!

Ardından yeni bir tâbirci getirilmesini emreder. Rüya yeniden anlatılır. Padişah aynı soruyu sorar:

— Hayır mıdır, şer midir?

İkinci tâbirci biraz düşündükten sonra yüzü aydınlanır:

— Hayırdır, padişahım! Bu rüya, bütün akrabalarınızdan daha uzun yaşayacağınıza delalet eder. Daha nice yıllar boyunca adaletinizle bu güzel memleketi idare edeceksiniz, inşallah.

Padişahın keyfi yerine gelir. Ağzı kulaklarındadır:

— Bu tâbirciyi tâbircibaşı yaptım. İki kese de altın verin!

Aynı rüya. Aynı anlam.

Ama biri zindanı boylar, diğeri mükâfatla ödüllendirilir. Fark nerede? Sadece sözde değil; sözün şekli, zamanı ve duygusunda.

Söz, yerinde söylenirse devadır; aksi hâlde zehire dönüşebilir.

Bugün biz sözün kıymetinin ne kadar farkındayız? Söylediklerimizi duygusuz bir doğrulukla mı savuruyoruz, yoksa merhametle mi terbiye ediyoruz?

İnsan hakikati söyleyebilir. Ama o hakikat, yanlış zamanda ve kaba bir üslupla dile gelirse, bir kapıyı açmak şöyle dursun, yürekleri kilitleyebilir. Padişahın rüyasında da gördüğümüz gibi:

Hakikat bile kibarsız sunulursa reddedilir; zarafetle sunulursa kabul görür.

Bugün bir çocuğa, bir eşe, bir dostumuza ya da bir iş arkadaşımıza söylediğimiz sözü hatırlayalım. Doğru muydu? Belki evet. Ama doğru olmak tek başına yeterli mi? Ya kalbe dokunmadıysa? Ya kırdıysa, yaraladıysa?

Hakikat, her zaman bıçak gibi keskin olmak zorunda değil. Bazen bir gülümsemeyle, bazen bir suskunlukla da anlatılabilir. Hz. Mevlânâ’nın dediği gibi:

“Söz söyleyen arif gerek, sözü hem latif gerek.”

Ne söylediğimiz kadar, nasıl söylediğimiz de karakterimizin aynasıdır. Zira kelimeler, aklın ürünü olduğu kadar kalbin de yansımasıdır. Kalbi kırarak doğruları söylemek, aslında hakikate zarar vermektir.

Şimdi soralım kendimize: Doğruları dile getirirken, karşımdakini incitmeden mi konuşuyorum, yoksa kelimelerimi kılıç gibi mi savuruyorum?

Belki de mesele, doğruları haykırmak değil; doğruyu, doğru zamanda ve doğru bir gönle usulünce bırakabilmektir.

Çünkü bazen bir söz, kaderi değiştirir insanın: Ya zindana götürür, ya da taç taktırır.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version