Bu da Geçer – Sefiller Üzerine

Ahmet Aydın 25 Görüntüleme Yorum ekle
8 Dak. Okuma

“Tüm halklar tarafından okunur mu bilmiyorum ama ben hepsi için yazıyorum.” Evrensel bir dil, evrensel bir yaklaşım, evrensel bir dava. Bütün kitaplar evrensel midir bilinmezin ötesinde evrensel olan bu eserdir, Sefiller’dir.

Örümcek ağını anımsatan muazzam bir kurgu ile 1815-1832 yılları arasında, Fransız İhtilali sonrası Fransız toplumunu, Fransa sokaklarını, Paris sokaklarını, bir türlü gelmeyen güneşli günleri, fakir, yoksul, kimsesizler toplumundan karakterler ile ifade eden, hepimizin kendisinden bir parça bulacağı bir eser.

Eser, karakter, kurgu, olay örgüsü, siyasi ve içtimai düşünsel argümanlar açısından oldukça geniş bir bilgi hazinesi. Böylesi bir eserin okuması ise hali ile uzunca bir yolculuk gelebiliyor okuyucuya. Okuyucu bazı noktalarda çıldırabilir, kitabı fırlatıp atabilir, Hugo’ya kızabilir. Hugo’yla kavgaya tutuşabilir. En tabii hakkı. Çünkü Hugo kurguyu keser, tarihsellik katar, şahsi fikirlerini bir hatip bir edip edası ile dile getirmekten, kendisini konuşturmaktan çekinmez, beri kalmaz. Kaçırılmaması gereken bir diğer husus ise Hugo Sefiller’i sadece anlatmıyor, yaşıyor ve yaşarken bir doktor gibi kurtuluşun da reçetesini sunuyor. Bu noktada Hugo’nun araya girmesi bir kızmak meselesinden çıkıp takdir edilen bir yaklaşım olarak değerlendirilebiliyor.

“Mutlu denilen kişilerden biri misiniz? Öyleyse her gün üzüntü çekiyorsunuz demektir. Her günün bir büyük kederi ya da küçük tasası vardır. Dün sevdiğiniz bir kimsenin sağlığı için endişeleniyordunuz; bugün kendi sağlığınız sizi korkutmaktadır; yarın bir para sıkıntısı baş gösterecektir; öbür gün bir iftiracının acı sözü, daha öbür gün bir dostun felaketi; ardından havanın durumu, sonra kırılan ya da kaybolan bir şey, daha sonra vicdanınızın ve belkemiğinizin hoş karşılamadığı bir zevk; bir başka gün memleket işlerinin gidişatı. Kalp acıları da cabası. Ve bu böylece sürüp gider. Bir bulut dağılır, bir başkası oluşur. Yüz günden belki ancak bir tanesi tam bir neşe, tam bir güneş içinde geçer. Ve düşünün ki, mutlu olan şu az sayıda kişiden birisiniz! Diğer insanlara gelince, sürekli durgun gecedir üzerlerindeki. Düşünceli kimseler az kullanırlar “mutlular” ve “mutsuzlar” sözlerini. Besbelli bir başka dünyanın bekleme odası olan bu dünyada mutlu kişi yoktur. İnsanlar arasındaki hakiki bölünme şudur: aydınlıktakiler ve karanlıktakiler. Karanlıktakilerin sayısını azaltıp aydınlıktakilerin sayısını çoğaltmak; işte amaç budur. Bunun için haykırıyoruz: Öğretim! Bilim! Okumayı öğretmek, ateş yakmaktır; okunan her hece bir kıvılcımdır. Ne var ki aydınlık demek, mutlaka sevinç demek değildir. Aydınlıkta da acı çekilir; aşırı ışık yakar. Alev, kanadın düşmanıdır. Uçmayı kesmeden yanmak; işte dehanın mucizesi budur. Bildiğiniz ve sevdiğiniz zaman da acı çekeceksiniz. Gün, gözyaşlarıyla doğar. Aydınlıktakiler de ağlar; hiç değilse karanlıktakiler için.”

Ne paragraf ama değil mi? Harika demek az kalır. Paragraftan yola çıkarak ama tamamen ona bağımlı kalmadan Sefiller’den Sefiller’i konuşalım.

Bütün bunlardan sebep Sefiller 19. yüzyıldan günümüze gelen en mühim, en kıymetli eserlerden olmayı başarıyor. Bir belgeselci titizliği ve ciddiyeti ile yazmıştır Sefiller’i Victor Hugo. Özgürlüğü, adaleti ve eşitliği savunur bu eser. Kitaptan özellikle Paris hakkında faydalanmak ziyadesi ile mümkün. Konu dışı makaleler, tarihi bilgiler, sosyolojik yapı gibi çok fazla konuya da değinir.

Basit bir köylü çocuğu olan Jean Valjean, uzunca bir kurgunun, kurgudaki inatçı ve disiplinli hatta romana polisiyelik havası katan polis memuru Javert vardır. Güzelliği ile herkesi kendine hayran bırakan, hüzünlü öyküsü ile bizleri ağlatan –çocuğuna bakmak için fahişelik yapar, dişini söküp para karşılığında satar- Fantine bir başka öykü. Victor Hugo’nun Sefiller eserindeki gölgesi Marius, alçaklığın ve kötülüğün yeryüzündeki temsilcisi Thanardier ailesi, Azelma, Cossette, Piskopos Myriel ve Gavroche. Ah Govroche, sokakların, çetelerin arasında yaşamak zorunda kalan güzel çocuğum. Bütün bu harikası karakterlerin nihai olarak bir şekilde veya her şekilde bağlandığı karakter. Bağlanır çünkü her bölüm, bölüme adını veren karakterlerin hayatları, bambaşka hikayeleri diğer bölümlerle diğer bölümlere bağlanır. Böylelikle örümcek ağı tamamlanmış olur. Eserimizi bu denli başarılı kılan özelliklerinden birisi ise; kitap sadece karakterleri anlatmıyor, Hugo fikirlerini beyan ediyor, tarihsel olaylarla araya giriyor, bu kadar bölünmeye rağmen kurgu bir mükemmel bir ustalıkla hiçbir soru işareti bırakmaksızın birbirine bağlanıyor. Harika değil mi?

Valjean; toplumdan dışlanan, kürek mahkumluğu bittikten sonra “tehlikeli ve güvenilmez” kağıdı dolaşması şartı ile salıverildiği için gittiği hanlardan bile atılır. İş verilmez, ekmek verilmez, yüzüne bakılmaz, ev verilmez. Öyle ki bir köpek kulübesine sığınır. Köpek dahi kabul etmez Jean Valjean’ı. Kötü bir adamdır ta ki o isimle tanışana dek. Bu noktada ise toplumun bir suçluyu kabul etmek, iyileştirmek, sahip çıkmak yerine ona sunduğu tek seçenek olan toplumdan mahrum kalmanın ahlaki eleştirisini yapar.

“Cahillere elinizden geldiğince çok şey öğretin; toplum ücretsiz eğitim vermediği için suçludur, kendi karanlığını kendi yaratıyor. Günah karanlık ruhlarda işini daha kolayca görür. Suçlu günahı işleyen değil, karanlığı yaratandır.”

Kahramanımız Jean Valjean, ailesi veya yeğenleri mi desem bilemedim aç kalmasın diye bir somun ekmek çalar, bu hırsızlık neticesinde 19 yıl kürek mahkumluğuna çarpıtılır. Yanlış anlaşılmasın, hırsızlık neticesinde tek seferde verilen bir ceza değildir. 5 senelik cezasını fırsatını bulduğu her seferde kaçmakla değerlendirip kaçtıktan sonra yakalanıp cezası katlanır 19 sene olur.

Hugo 5 senelik cezanın 19 yıla kadar çıkması üzerinde uzunca düşünür ve düşündürür. Sorgulamamıza yardım eder. Jean Valjean, her defasında yakalanacağını bildiği halde 2-3 saat için veya 4-5 gün sürecek bir özgürlük için kaçmayı deniyor, başarılı oluyor, cezası artmış şekilde geri dönüyor? Özgürlüğün kıymeti nedir diye sorgulamamızı ister. Sorgulayalım.

Kürek mahkumluğu sırasında tanıştığı insanlar, tanıştığın insanların hayatları, insanlık dışı yaşantıları ve karakterleri, gördüğü insanlık dışı muameleler neticesinde artık kahramanımız insanlık dışı davranışlarıyla toplumdaki kirli düzen ve insanlığa hazırdır. Kahramanımız artık kötünün en kötüsü olmak zorunda kalmıştır. Ruhu her türlü kötülüğün barındığı bir limandır artık.

Hayatını değiştiren adam.

Valjean’ın köpek kulübesine dahi kabul edilmediğini gören yoldan geçen yaşlı bir hanımefendi kendisine Piskoposun evine gitmesine tavsiyesi üzerine Piskopos’un kapısına gider. Piskopos kendisini evine alır. Karnını doyurur. Yatacak yer temin eder. Gece yarısı olup da herkes çekilince Valjean evdeki gümüş takımları çalar ve kaçar. Bir süre sonra üzerinde gümüş takımlarla polislere yakalanınca polislerin soruları üzerine gümüş takımlarının kendisine Piskopos’un hediye ettiğini söyler. Polisler inanmazlar. Piskopos’un evine giderler. Piskopos Valjean’ı doğrular. Kendisinin hediye ettiğini hatta bir iki parçayı da evde unuttuğunu ifade eder. Piskopos bunları satıp parası ile namuslu bir hayat sürmesini istediğini anlatır. Valjean bu iyilik karşısında hayatını ismini değiştirmekle başlar.

Sonra ne mi oldu?

Sefiller’e bekleriz.

Herkese iyi okumalar.

Son olarak;

“14 yaşımdayken karnımı doyurmak için bir parça ekmek çaldığımda beni zindana attılar ve orada tam 6 ay bana bedava ekmek verdiler. Hayatın adaleti budur.”

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Ahmet Aydın
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version