Buraya Ait Değilim

Tülin Erol 18 Görüntüleme Yorum ekle
16 Dak. Okuma

Sadece kırk beş-elli kilometre kadar bir yoldu aslında şehrin çıkışından buraya kadar geldiğim mesafe ama bana binlerce kilometre yol gitmişçesine bir yorgunluk ve bezginlik çökmüştü arabayı stop ettirdiğimde. Etrafa hâkim olan sonbaharın tüm renkleriyle bezenmiş sık ve gür ağaçların yanı sıra sarımtırak çalılıklar, birkaç yaprağını dökmüş kırmızıdan pembeye dönmeye başlamış güller ve kır çiçekleri hakimdi bu ıssızlığa…

Ilık ve güzel bir havaya rağmen içime dolan huzursuzluğu yanımda benimle birlikte gelen emlakçı Nilgün hanım bozdu:

– “Etraf sizi ürkütmedi umarım Aylin hanım, siz hem şehre yakın hem de gözlerden uzak sakin bir müstakil ev deyince, aklıma ilk gelen bu ev oldu, buyurun içeri girelim lütfen” diyerek beni evin girişine doğru yönlendirdi. Yürümeye devam ederek:

– “Yok ürkmedim, ben sadece biraz gerginim de!.. Ortamla alakalı değil” dedim.

Elindeki anahtarı iki kez çevirdi ve eve girdik, evin içine hâkim olan baharat tarzı mistik bir koku duyumsadım öncelikle, rahatsız etmiyor fakat evin içinde dolaştıkça sanki daha fazla yoğunlaşıyordu. Evin girişinde büyük bir salon ve kapının tam karşısında kocaman güzel bir şömine vardı, şöminenin hemen üstünde duran muazzam güzellikteki tablo görür görmez gözlerimi kamaştırmış, hemen gidip ellerimle bu özenli tabloyu incitmeden bir tüy hassasiyeti ile dokusunu okşamaktan kendimi alamamıştım. Nilgün hanım’a dönerek:

– “Ev sahibi böyle muhteşem bir güzelliği sizce neden bırakmış olabilir!.. Eşyaları ile kiraya verecek olsalar belki anlayabilirim ama bu tablo bilerek bırakılmış gibi geldi bana” dedim hâlâ büyülenmiş bir şekilde yağlı boya tablonun üzerinde ellerimi gezdirerek. Çok güzel ve mutlu görünen bir kız çocuğu ile annesinin bir ağacın altında çiçek toplamasının tasvir edildiği tablo sanki Monet’in fırçasından damlamışçasına insanın başını döndürüyordu. İlgimin tamamıyla bu tabloya yoğunlaşmasından kendince rahatsızlık duyan işgüzar Nilgün hanım acelesini belli edercesine:

– “İsterseniz diğer odalara da bakalım, malûm benim işe dönmem gerekiyor, yolumuz uzun” diyerek üst katı görmem için merdivenleri çıkmaya başladı. Arkasından giderken meraklı ve aceleci kadının soruları art arda geliyordu:

– “Oğlunuzla yaşayacağınızı söylemiştiniz değil mi?”

– “Oğlum değil, kızımla yaşayacağım. Ada isminde bir kızım var sadece. Zaten bir yıldan fazla kalmayı düşünmüyorum, yurtdışındaki iş bağlantılarım istediğim gibi olursa sanırım bu süre yeterli olacaktır.”

Kadın haddi olmayan bir merak içerisinde, sanki eskiden kalma bir arkadaşının hayatını sorgular gibi soruyor, benden de sorularına yanıt aldığını görünce mutlu bir ifadeyle devam ediyordu sormaya. Bu arada evin üst katınıda gezmiş, Ada’nın ve benim odalarımızı bile belirlemiştim. Aşağı indiğimizde evin geniş salonundan kocaman bahçeye açılan balkona doğru ilerledim, sanırım bu evde bana en iyi gelecek yerlerden biri bu balkon olacaktı. Mutfakla salonun bağlantılı ve birarada olması da istediğim özelliklerden birisiydi, buradan daha iyi bir yer bu kadar kısa sürede bulmam belki de son yıllarda başıma gelen en iyi şeydi diyebilirim. Bir nebze kafam rahatlamış olarak derin bir nefes aldım ve Nilgün hanım’a “Benim için konuştuğumuz şartlar ve ev uygun, siz gereken ne varsa yapın tüm işlemler tamamlanınca hemen taşınmak istiyorum, bir yıllık kirayı da hemen verdiğiniz hesaba yatıracağım” dedim ve sözlerime ekledim:

– “Ev sahibinin bu evi kendisinin tasarlayarak yaptırdığını söylemiştiniz sanırım mimardı bu bey” dedim.

– “Evet mimardı ve çok iyi bir anneydi, kızının engelli doğmasından bir müddet sonra kocası onu ve küçük kızlarını bırakarak sekreteri ile yurtdışına kaçtı, daha sonra da boşandılar ve kızıyla birlikte burada yaşamaya başladılar.” Kadının bir emlakçı olarak bu kadar bilgiye sahip olması beni çok şaşırtmıştı, ister istemez meraklanmıştım ve “Sanırım evin sahibini iyi tanıyorsunuz?” diyerek bakışlarımı kadının olduğu yöne çevirdim.

– “Evin sahibi benim yeğenim maalesef Aylin hanım, kocasının hayatlarını alt üst etmesiyle toparlanmaya çalışırken bir de kızını kaybeden yeğenim!..” dedi ve gözleri doldu. Şimdi anlamıştım işte bu kadının neden daha telefonda her şeyi bu kadar irdelediğini, buraya geldiğimizdeki tavır ve konuşmalarını.

– Evin ilk kiracısı siz olacaksınız Aylin hanım, o yüzden yeğenim bu konuda hassas davranıyor ve tek ricası da; geldiğimiz andan beri sizin de dikkatinizi çekmiş olan bu tablonun yerini değiştirmemeniz, Nazlı için bu tablo çok önemli ve fazlasıyla anlam yüklü.”

– “Peki neden bu kadar önemli bir tabloyu , şimdi olmadığı bir evde bırakıyor? Üstelikte çocuğunu kaybetmiş bir anne için…” diyerek sustum.

– “Bu kayıp düşündüğünüz gibi bir şey değil, yani Nazlı’nın kızı ölmedi kayboldu!.. Aradan beş yıl geçti ve çocuktan hiçbir iz yok, burada bu evde bir gün ansızın yok oldu Piraye… İşte o günden beri de eğer bir gün dönerse, bildiği ve yaşadığı tek yer olan bu eve döneceğini düşünüyoruz şimdi, umarım Nazlı’nın bu isteğini kırmaz ve tablonun onun için önemini anlayabilirsiniz, ki ben bundan hiç şüphe duymuyorum” dedi içtenlikle tebessüm ederek…

Şehre döndükten kısa bir süre sonra zaten haftalardır kolilenmiş hazır vaziyette taşınmayı bekleyen eşyalarımız için nakliye firmasını arayarak iki gün sonraki taşınmamız için organizasyonu yaptım.

Ada, henüz beş yaşında olduğu için babasının yokluğunun dışında olan bitenin farkında değildi şimdilik, sadece evin içinde anlamlandıramadığı bir telaş vardı ve onun için etrafta bekleyen yığınlar halindeki eşyaların oluşturduğu kalabalık, harika bir saklambaç oyunu alanıydı. İşlerimi bir düzene sokmuş olmanın verdiği huzurla kendime bir kahve yapmak için mutfağa girdiğim akşam saatlerinde çalan telefonu cevaplamak için aceleyle salona koşturdum, arayan annemdi ve her anne gibi endişeliydi kızı ve torunu için!..

“Alo”, derdemez ağlamaklı sesiyle “Aylin, küçücük çocukla bu kadar uzağa gitmen hele bir de yurtdışı için planlar yapman olur şey değil düşündükçe beni deli ediyor, yapma kızım lütfen, en azından bir süreliğine babanı dinle ve bizim yanımıza yerleş” diye defalarca duyduğum tekrarları yapmaya başladı.

– “Anneciğim bunu duymak istemiyorum artık, lütfen beni anla, eğer şimdi bunu yapmazsam ilerde hiç yapamayabilirim, kendim ve kızım için yeni ve güvenli bir hayat kurmalıyım buna mecburum biliyorsun, hem iki gün sonra yeni evimize taşınmış olacağız, bırak artık endişelenmeyi bizim için, hem o lanet olasıcaya ne kadar uzak olursak o kadar güvende oluruz bence buna sevinmelisiniz” diyerek annemi rahatlatmaya çalışsam da içimde duyduğum huzursuzluğu üzerimden atmak için yarım kalan kahvemi yudumlamaya devam ettim.

Nilgün Hanımla evde yaptığımız o son konuşmanın devamını dönüş yolunda tamamlamıştık ve şu anda yine zihnim o konuşmaya kaymıştı. Kızının aniden kaybolmasının ardındaki kişi kızını doğduğu günden beri istemeyen babası olamaz herhalde diye sormuştum, tabii ki o değilmiş tahminimde yanılmamıştım. Nazlı kızının yokluğuna alışamamış ilk iki yıl boyunca o evde dönmesini beklemişti fakat akıl sağlığını iyice yitirmiş acılı kadın ve o günden bu yana yurtdışında özel bir klinikte tedavi görüyormuş. Bu hikâye hem içimde bir yerlerdeki yaramı kanatmış hem de hiç tanımadığım Nazlı’yla aramda tuhaf bir bağ oluşturmuştu.

Metin ile yılan hikayesine dönen boşanma davamızın son celsesinden sonra kendimi bir kuş gibi özgür hissetmiştim, çok değil sadece on gün önce nihayet bu çekişmeli dava bitmiş, önüme koyduğu her zorluğa rağmen kızımın velayetini alabilmistim. Bitmediğini bunun burada kalmayacağını, yanıma bırakmayacağını adliye koridorlarında bile bağıra bağıra defalarca haykırmış hatta daha da ileri giderek beni tehdit etmişti.

Günün yorgunluğunu tüm bedenimde hissediyor ve bu düşüncelerle migrenimin de tavan yapmasına engel olamıyordum, hemen odama geçerek benden önce uykuya dalan kızıma sarılarak uyudum.

Yine aynı tuhaf ruh hali yine aynı hisler!..

– “Peki ama neden? Anlayamıyordum, şimdi benim özgür ve rahatlamış hissetmem, Metin’den ve her şeyden tüm geride kalanlardan arınmış olmam gerekirken, bu defa artık bu gizemli evin yeni sahibesi olarak daha farklı hissetmem gerekmiyor muydu?” Ada’nın huysuzlanan sesiyle irkildim birden:

– “Anne! Arabadan inmeyecek miyiz, benim çişim geldi, yoksa hâlâ gelmedik mi yeni evimize, o zaman neden durduk peki?” Çocuk haklıydı, uzun süredir yoldaydık ve sıkılmıştı. Elimden geldiğince neşeli görünerek:

– “Geldik tabii ki bebeğim, haydi bakalım yeni evimize hoş geldik” diyerek arka kapıya yöneldim. Kocaman bir bahçesinin olması ve etrafın güz mevsimi dahi olsa yeşillik olması dışında Ada’nın ilgisini cezbeden hiçbir şey olmamıştı doğal olarak. İlk günler biraz ürkütücü biraz ıssız ve en yakın mesafede yaşayan insanlardan bile on kilometre uzaklıkta bir evde yaşadığımız için biraz tedirgindim ve korkuyordum açıkçası. Ada daha oyun çağında olduğundan az biraz oyun oynadıktan sonra ya çizgi film izliyor yada beni ikna edebilirse saklambaç oynamaya bayılıyordu. Böyle zamanlarda hele ki hayatımın bu derece radikal bir değişimine imza atmaya çalıştığım bu süreçte mesleğimi evden yapıyor olmam çok önemliydi. Online satış işi her yerde yapılması en rahat işlerden biriydi çok şükür.

İnanıyordum ki yurtdışına çıktığımda da her ne olursa olsun beni ve kızımı hayatta tutacak bir işi mutlaka bulacaktım. Günler geçiyor Ada ve ben buraya ait yeni yaşantımıza gün günden yeni bir renk ekliyorduk, bir gün evimizin geniş bahçesinden kırlara doğru açılan ormana doğru yürüyüşlere çıkıyor çevreyi keşfediyor, diğer günlerde de mutlaka bize cazip gelecek birseyleri rahatlikla bulabiliyorduk.

Her ne kadar günlerim ve hayatım normal bir düzene girmiş gibi görünse de biliyordum ki bir an önce gitmeliydim, sevgiyle başlayıp cehenneme dönen yaşantıma ait kalan tek iz kızım olmalıydı. Metin`in bize rahat vermeyeceğini er ya da geç bizi bulacağını biliyordum. Aralık ayının bitmesine, yeni bir yıla “merhaba” dememize son iki gün kalmış aynen Ada gibi beni de tatlı bir telaş sarmıştı.

O sabah, kahvaltı esnasında günlerdir sürdürdüğü ısrarcı tavrıyla Ada yeniden;

– “Anne, kocaman bir çam ağacı istiyorum, üstelik bizim ormanımız var diyorsun ama hâlâ bir ağacımız yok! Daha süsleme yapmamız gerekecek, lütfen bu ağaç işini bugün halledelim” deyince çoktan vermiş olduğum bu gecikmeli sözü tutmak için harekete geçtim, hemen kahvaltımızı bitirip sımsıkı giyinerek ormana doğru yol almaya başladık, birkaç adım atmıştık ki Ada’nın dikkatini çeken tuhaf bir sesle ikimiz birden sesin geldiği yöne doğru harekete geçtik, tuhaf bir kuş ötüşünü andıran sese doğru geldiğimizde yaşlı bir çınar ağacının altındaki kaya parçasının üzerinde can çekişen yaralı bir canlı gördük. Bu neydi böyle Allah’ım… Daha önce hiç görmediğim bir şeydi bu, kelebek desem kelebek değil, kuş desem kuş değil! Ada, çocuksu masum cesaretiyle hiç tereddütsüz minicik avuçlarının içine alıverdi bu güzel yaratığı ve sanki onu duyacak, anlayacakmış gibi konuşmaya başladı. “Sen de kimsin, nereden geldin?” Küçücük ağzını zorlukla açtı ve cevap verdi;

– “Beni tanımıyor olmanız çok normal, çünkü ben sizin yaşadığınız zamana ait biri değilim, ismim Larina. Buraya gelme nedenim sizsiniz, en doğrusu Piraye!.. Size onun nerede olduğunu ve ona ulaşabilmeniz için ne yapmanız gerektiğini söylemek için geliyordum, fakat acımasız Kimbulis beni engellemeye çalışırken ağır bir şekilde yaralanmama neden oldu. Fazla vaktim yok şimdi sakin olun ve beni dinleyin lütfen” deyince rüyada olduğumdan fazlasıyla emin bir hâlde kendimi ve yanımdaki kızımı ellerimle yokladım, gözlerimi ovuşturdum, hatta kendimi tokatladım. “Allah’ım sonunda bu ıssız yerde kafayı yedim ve halüsinasyon görüyorum, olmayan canlılar ve konuşmalar daha neler” diyerek kendime gelmeye çalışıyordum fakat zaten ben kendimdeydim…

Ada olanları hemen kabullenmiş bir oyun içerisinde ama gerçeğin taa içindeydi bana göre. “Sen Piraye’yi nereden biliyorsun, peki bunca zamandır nerede ve kiminle Piraye?” diye sordum. Bu güzel yaratığın söylediklerinin şaka gibi de olsa gerçek olduğunu anlamam, sonrasında anlattıklarını dinleyince tereddüt etmeden harekete geçmeme neden oldu. Larina bize evimizin bahçesindeki İncir ağacının kocaman gövdesinin tam ortasında yer alan üçgen şeklindeki oyuntunun üzerinde elimizi saat yönünde üç defa çevirdiğimizde ağacın gövdesinin açılacağını ve karşımıza eski bir radyo görünümlü üzerinde iki tane düğmenin bulunduğu bir zaman makinesinin olduğunu ve bu makine sayesinde Piraye’nin onların yaşadığı zamana geçiş yaptığını ve o zamandan bu zamana orada yaşadığını onu kurtarmamız gerektiğini söyledi.

Piraye diğer çocuklardan farklı özel bir birey olduğu için onu kandırmak kolay olmuştu elbette ki kötü niyetli Kimbulis ve karısı için.

Küçük Piraye kaybolduğu gün bahçede annesinin mutfaktan her baktığında, onu görebileceği her zaman bebeğiyle oynadığı yerdeydi, o İncir ağacının altında… Nazlı kızının nasıl olup ta bir anda yok olduğuna anlam verememişti ve sonrasında da polisin ve jandarmanın tüm aramalarına rağmen hiçbir iz bulunamamıştı doğal olarak, çünkü Piraye zaman makinesinin içinde ait olmadığı bir zamana ve kendilerine hiç benzemeyen canlıların arasına gitmişti bir anda, olanları idrak edebilecek durumda olmadığından içinde bulunduğu zamansız zamanın tutsağı olmuştu bunca zaman, Piraye dünyanın dışında galaksinin herhangi bir yerinde kurulmuş “Metaverse’in” içindeydi, bu sanal âlemin kurucusu ve yöneticisi Kimbulis’in elinde bir çocuk avatardı. Onu bilerek ve isteyerek bu sanal aleme getirmiş olan Kimbulis ‘in küçük kızı tekrar geri göndermeye hiç niyeti yoktu. Larina Nazlı’ya defalarca ulaşmaya çalışmış fakat ulaşamamıştı. Sonuçta bu geldikleri durumdu ve bundan sonrası sadece Aylin’in yapacağı kurtarma planına kalmıştı. Aylin hiç düşünmeden kızının boştaki diğer elini tuttu (diğer elinde sanal dünyaya yani kendi dünyasına ulaşabilirse hâlâ bir kurtulma şansı olan Larina’nın küçücük bedeni vardı).

Koşarak bahçede bulunan İncir ağacının altına gittiler ve zaman makinesinin içinden geçerek bambaşka bir âleme ışınlandılar. Aylin, Larina sayesinde Kimbulis’i bularak Piraye’nin dünyaya dönmesi karşılığında kızı ve kendisinin bundan sonra bu âlemde onlarla birlikte yaşayacağını söyleyerek anlaştı. Piraye böylece evinin bahçesinde bulunan İncir ağacının altında buldu kendini ve haftada bir Aylin’e yardıma gelen bayanın polise haber vermesiyle küçük kız kaybolduğu gibi mucizevi bir şekilde geri dönmüş oldu.

Aylin’de kızı da yeni yaşamlarından yani bu gerçek üstü bir masalın içinde bulunmaktan çok memnundular.

Kim bilir dünyayı ve sevdiklerini özledikçe, sanal dünyadaki avatarlarını bırakıp tekrar ete kemiğe bürünürler miydi? Yoksa herkesin düşündüğü şekliyle hiç habersiz gittikleri herhangi bir ülkeden arada bir seslerini duyurmakla gizemlerine devam mı ederlerdi!..

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Tülin Erol
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version