Niçin heybetin, haşyetin manasına el koyuşunuz? İçinizde, içinden geldiği gibi yayılan çiçeklere, ağaçlara, kuş cıvıltılarına, su seslerine rağmen azametle korku salışınız. Eninde sonunda yün gibi atılacağınız, kum yığınına dönüşeceğiniz, ufalanıp savrulacağınız hâlde ölümsüzlüğü, ebedi dekoru sırtlanmaya çalışmanız. Üstelik sırrı sırtlanan bizken!
Nedir iddianız? Yer altından yeryüzüne, yeryüzünden gökyüzüne uzanınca varlığın üç boyutuna da hâkim olduğunuza inandınız belki de. En çok da gökyüzüne yakınlığınız aldı aklınızı, başınızı belli. Kendi güzelliğini ve değerini unuttukça attığı her adımda kibirlenen, kibirlendikçe kirleten, kirlendikçe bunalan, bunaldıkça bulaşan, toza battıkça tozutan insan nihayet başını göğe kaldırmayı akıl edince, şairin (Nef’i) “Zahit bizi tahvif ile teşvişe düşürme, sen mahkeme-i rûz-i cezadan mı gelürsün?” (Zahit, bizi korkuyla bunalıma düşürme, yoksa sen kıyamet gününden mi gelirsin?) beytindeki zahidi mi görecek yükseklerde?
Nedir iddianız, ayarsız, kocaman saat kulesi olduğunuz mu? Ondan mı günün her saati farklı manzaranız, gölge oyunlarınız; ilkbaharın baş döndürücü şöleninde bir tarafta eteklerinizin yeşili, diğer tarafta zirvelerinizin beyazı. Bir diğer adı rüzgâr olan nefesiniz soğuk eserse kış, kekik eserse yaz. Oysa şimdiye değin akıp giden suya benzetilmişti zaman. Siz, dünya yaratılalı sabitsiniz. Kim bilir, zaman size benzedi belki de: Aynı can sıkıntısı, aynı bıkkınlıklar, aynı sorumluluklar, aynı hayaller, aynı eşyalar, aynaya yansıyan aynı yüzler ve hatta aynı rüyalar… Hep aynı da yaşamak, anda kalmanın farklı bir yoluydu kim bilir?
Nedir iddianız? Evin her derdine koşan anne misali, havayı temizleyen siz; can için su depolayan siz. Evi bir arada tutabilmek adına büyük yer tabakalarının uçlarında yükselerek onları çivi misali birbirine bağlayan siz. Tüm bunların yanında bir baba hassasiyetiyle “Köklerim olmasaydı ben dahi yok olurdum.” nasihatini eden yine siz.
Nedir iddianız, size haykırdığım her cümleyi aynıyla geri gönderirken? Koskoca dağın beni önemsemesi mi demeliyim? Etrafımdaki çoğu insanın aksine duyuyor beni, ne dediğimi tekrarlayacak denli dinliyor üstelik. Belki misliyle cevap vermek, dahası had bildirmek. Kim bilir, hayatın özetini tek bir cümleyle geçebilecek denli bilgelik, âlimlik…
Ya da bir tür kaçma eylemi, mağaralarınızdan yankılananlara yüz çevirip dışa döndürerek tüm dikkatinizi. Orada saklı onca doğal güzelliğe rağmen hem de…
Öyleyse bırak, biraz da ben dinleyeyim seni. Hak ile bâtılı keskin bir kılıçla ayıran hakikat çizgisine döndürüp yüzümü, Hira’dan Kadir Gecesi yayılmaya başlayan o Nûr’u. Dinledikçe ilk aşkımızın aynı olduğuna varayım; son nefesle, yana yakıla aradığımız Mutlak Güzel’e döneceğimize, döndürüleceğimize iliklerimle şahit olayım. Aslında benim O’na emanet edilişime ulaşıncaya kadar dinleyeyim Rahmet’i. O’nun bozulmayacağı kesin, benim öyle mi?
Yapmış olduğunuz bunca iddia karşısında sakin duruşunuzu korumanız, insanın hâline bakınca verdiğiniz kararın doğruluğunu görmenin haklı mağrurluğundan mı?