Dünyamız Dostane Bir Yer mi?

Nuran Erez Turan 41 Görüntüleme Yorum ekle
9 Dak. Okuma

Hz Âdem ilk insan, ilk peygamberdir…

Âdem topraktan yaratılmıştır…

Allah diğer varlıklardan ayrı Adem’e, bir takım özellikler vermiştir… (her şeye isim koyma, isimlerin manalarını bilme vb.) İnsanın yaratılış hikayesi tüm dünya da genel olarak bu şekilde bilinir ve çoğu insanın bu hikayeye inancı tamdır.

Hepimizin bildiği gibi Hz Adem’den (a.s.) Hz Muhammed’e (s.a.v.) kadar gelen ilahi vahyin adı İslam’dır.

Müslümanlar son dinin mensubu olmalarından dolayı Allah katında kendilerini ayrıcalıklı özel görürler.

İncil’e göre RAB Tanrı Adem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Adem yaşayan bir varlık oldu.

Yahudilikte, Yahudi inancına göre Âdem (Adam), yaratılışın altıncı gününde topraktan yaratılmıştır. Tevrat’ta bu terim aynı zamanda “adam” , “insan” veya “insanlık” anlamlarına da gelir.

Spiritüellik bir nevi gizli öğretidir.

İnsan aklının tıkandığı yerde İnsanın merakını tatmin etmeye yönelik boşlukları mucizevi bir şekilde spiritüel olduğunu iddia eden kişiler doldururlar. Spiritüelizm dünyanın en eski inançlarından biridir. (tasavvuf tarikatlar kuantum astroloji havas ilmi ebcet hesapları vb.)

Spiritüeller ölümden sonra insana ne olacağını, insanlara bitkilere doğaya karşı merhamet gibi düşüncelerde yoğunlaşarak huşu içinde mucizelerle dolu ruhsal derinleşme yoluna girerler. Spiritüeller hangi inanç sistemi öğretiye bağlı olursa olsunlar yoğunlaştıkları konularda (mindfullnes) farkındalıkları arttıkça, nörontransmitterlerin (seratonim ve dopamin) beyin kimyaları düşüncenin iyileştirilmesiyle mutluluk hormonu salgılar ve bir nevi insan psikolojik ilaç bağımlılığından kurtulabilir kendi kendini düşünce yoluyla iyileştirebilir ya da tam aksi normal akıl yolundan uzaklaşabilirler. (Cin ifrit şeytan vb.)

Spiritüalizm ya da ruhçuluk, bazı insanların bu dünya ile ruh alemi arasında kanal görebilme yetenekleri olduğuna dair duyulan inançtır. Diğer alemle iletişim kurabilen insanlar bunu genellikle görerek, hissederek ya da duyarak gerçekleştirdiklerini inanırlar.

Bazı tıbbı bilgilere göre ise spiritüel olduğunu iddia eden kişilerin bazı beyin veya iç organlarında sorun olabileceğinden dolayı bir şeyleri görüp duyduklarını ,tamamen vücut sıvılarının azlığı veya çokluğuyla ilgili olabileceği düşünülmektedir. (Yani kendinde gizli güçler olduğunu düşünenlerin işittikleri gördükleri duydukları <gerçek sandıkları şeyler> gerçek olmayabilir.)

Bilim adamları 4 milyar yıl önce dünya üzerinde canlı hayatın başlamış olabileceğini tahmini olarak tespit etmişlerdi.

Dünyada canlı yaşam bilim adamlarına göre bizim bildiğimiz anlamda değildi.

Dünyada ki ilk yaşam belirtisi tek hücreli organizmaların yaşama tutunduğu evre olduğu kabul edilmekteydi. İşin ilginç tarafı dünyanın yaşama elverişli olmayan bölgelerinde derin okyanus çukurlarında aşırı sıcak sularda kutuplardaki buzulların altında, (bu günkü tabirle) insanların ulaşamayacağı kayaların derinliklerinde ki toprağın içinde, suyun ve kimyasalların bol olduğu yerlerde, ilk canlı yaşam belirtilerinin başladığı bilimsel olarak literatüre geçmiştir.

Bu kısımlarda sıcaklığın yüksek olması yeterli derecede suyun bulunması toprağın kimyasal açıdan zengin olması canlı organizmaların buralarda mayalanması bilimsel olarak açıklanmaktadır.

Dünyada ilk yaşam belirtisinin (günlerce evlere kapanıp kaçtığımız) mikroplarla başlamış olması ne ilginç değil mi? Bu doğrultuda yapılan araştırmalarda tahmini 3 milyar yıl dünyanın bakterilere ev sahipliği yaptığı düşünülmektedir. Yani mikroplara…

O dönemde dünya karbondioksit açısından çok zengindi, oksijen seviyesi açısından çok düşük seviyedeydi.

Zamanla tek hücreli organizmaların çoğalmasıyla ve gelişmesiyle dünyada oksijen seviyesinin artmaya başladığı düşünülmekte…

Hiç kuşkusuz bize göre uzun sürede Tanrı yaşam koşullarını insanın yaşama koşullarına göre hazırlıyordu…

Bazı Spiritüel kişiler ne diyor bu konuda?

İnsanın kefire benzer bir maddeyle Antarktika’da buzulların altında vb. yerlerde mayalandığını… (Bkz. Alina Azim)

(Bilim insanları, Antarktika’nın en büyük buzullarından biri olan Larsen Buz Rafı’nın altına gizlenmiş bir yeraltı habitatını buldular…)

600 milyon yıl önce bitki ve hayvanlar için dünya hazırdı. Allah insanı dünyaya göndermeden önce (tek hücreli bakteriler (mikroplar) devrinden sonra) bitkilerden ilk olarak “Mavi – Yeşil algler, mantarları” yaratmıştır. (Bazı Spiritüeller ne demek istiyor? Bunu bir anlamak lazım. Yani insan insan olmadan önce bakteriler de bitkilerde hayvanlarda sürekli reankarne mi oldular? En sonunda insan bedenine gelmeyi başardılar, o da yetmiyor iyi insan olmayı başarana kadar dünyaya defalarca reankarne mi oldular?)

İlk yaratılan hayvanlar: Süngerler, solucanlar, yumuşakçalar, halkalı solucanlar ve eklembacaklılar gibi canlılar.

Görüldüğü gibi, insan bedenindeki hayat da, tek hücre ile başlamakta, ancak ruh bu hücre topluluğuna 4 ay sonra gelmektedir.

Bakterilerin dengesi canlıların yaşam merkezini oluşturduğu açıkça görülmekte çünkü bakteriler dünyayı canlılar için hazırlayan ilk mikroplardır

Mikropların bir milyondan fazla türü olduğu biliniyor. Mikroplar nasıl canlı yaşamın başlangıcı konumundaysa tüm canlıları öldükleri zaman parçalara ayıran, geri dönüştürerek toprağın kucağına da verendir.

Canlılarda solunumun durması bakteriler için işarettir.

Solunumu sona eren canlıyı hemen böler, parçalar ve geri dönüştürürler.

Mikroplar çok çalışkandır.

İlk çürüyen organlar göz, beyin, mide ve bağırsaklardır…

Ceset kilolu ise hemen çürür.

Bebekler ve tuzlu suda boğulanların geç çürüdüğü bilimsel olarak bilinmektedir.

İnsanlar ve mikroplar arasındaki kuvvetli bağ Homo sapiens’in (modern İnsanın 200 bin yıl önce Afrika da ortaya çıktığı söylenmektedir) zamanından primat atalarımıza kadar dayanmaktadır…

Akyuvarların (organizmayı bakterilere, virüslere, parazitlere ve tümörlere karşı savunurlar) kanın içindeki dokularda devriye gibi dolaşıp mikropları avlarlar.

Lenfositlerin (vücuda giren virüs, bakteri, mantar ve parazitler gibi patojenleri ortadan kaldırır)ise zararsız hücreler olduğu bilinmektedir… Fakat lenfositlerin bir tehlike anında (antikor üretimiyle) vücudumuzu koruyan büyük bir güce ulaşabilmesi ilginç bir detaydır.

İnsan bedeni hem birbiriyle uyum içinde çalışan hem de tehlike anında büyük bir savaş veren bir sisteme sahip…

Başlı başına mucizeyiz ve birlikte yaşadığımız bu sistemi, bu bedeni, bu zihni hor görmekte, hor kullanmaktayız.

Kendimize çok uzağız. Kendilik bilincinde ustalaşmak hayatı anlayabilmek aslında çok zor olmasa gerek. Biraz esneklik gerekli olan sanırım.

Mikroplar bütün yaşamımızı sarıp sarmalayan küçük ama etki alanı büyük birlikte yaşadığımız dostlarımız…

Onlar canlı yaşamı başlatan, devamını sağlayan ve aynı zamanda geri dönüştüren dostlarımızken en büyük düşmanımıza dönüşebilen vazifeliler…

Tanrı’dan emir aldıklarında nasıl oluyor da insanın cehennemi olabiliyorlar?

Hayat sırlarla dolu ve gizemli yapı sürekli korunuyor. Ve biz hala bir çok şeyi bilemiyoruz.

Sinir sistemi düşünce ve davranışların temelini oluşturan “nöron (sinir hücresi)” adlı hücreden “glia” adı verilen nöronların çalışmasını destekleyen bir tür hücreden söz edilmekte.

Nöronlar arası bağlantıda glia (uydu) hücrelerinin rolü tahmini olarak bilinmekte fakat çok ilginçtir ki glia (Tanrı gizlemekte) hücrelerinin görevi bu yüzyılda dahi tam olarak bilinmemektedir.

Glia hücrelerinin kuvvetli ihtimal üzerine bilgi depolama
(bilgi kim için depolanıyor?) alanı olabileceği üzerine bilim adamları yoğunlaşmaktadırlar.

Ölüm sonrası bedene ne oluyor sorusuna cevap tam olarak bulunamıyor.

Mikropların parçalara ayırarak tükettiği her şeyi bilimsel olarak biliyoruz…

Ya ruha ne oluyor?

Aristoteles’e göre insan tek bir şeydir; ruhu beslenmiş bir beden veya bedenlenmiş bir ruh, maddeleşmiş bir formdur. Yani o, hocası Platon gibi ruh ve beden ayrılığını değil, insanda ruhun ve bedenin birlikte etkin halde olduğunu savunmaktadır. Ruh ancak bedenle birlikte işleyen bir şeydir.

İnsanın kendince geliştirdiği o kibir, o gurur, o kin, o nefret bir mikrobun karşısında erim erim eriyor.

İnsan öldükten sonra ruhu ne oluyor sahi?

Eğer kötü bir insansa azap çekiyor, iyi insansa özgürleşiyor mu?

Tüm özet hikaye bundan ibaret mi?

Dünyayı kin, nefret gölüne çeviren, dünyayı küçük hesaplarla yaşanmaz kılan insanın mikroplar karşısındaki çaresizliği korkusu ilginçtir.

Dünyayı insan kardeşine dar etmesi…

Önyargı ve düşmanlığı normalleştirmesi…

Sosyal yaşamda biz ve onlar algısını diriltmesi…

Farklı görüşten insanlara tolerans göstermemesi…

Kişinin ait olduğu (din görüş tutum aile vb.) grupları diğer gruplardan üstün görme eğilimi…

İnsanın kişisel değer yargılarını etik değerlerinin bir değer ifade etmeyişi…

İnsanı bu dünyada mutsuz, umutsuz, çaresizlik içinde bırakmaya yetiyor.

Sadece insanları mikroplar tüketmiyor.

Belki de insana en az zarar veren mikroplar olabiliyor.

İnsan insanı duygularıyla, düşünceleriyle, gerçekleştirmek istediği, kendine yontan tavırlarıyla içten içe, kendi kendini gerçekleştiren kehanetiyle yok etmeye çalışıyor.

Bu durumdan hiç kimse karlı çıkamayacak. Aklın yolu birdir.

“Duyularımız bize asla gerçeği göstermez ,ancak edindikleri algıyı yansıtır. Gerçek duyularımızın çok ötesinde bir şey olmalı.” (DEMOKRİT)

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Danışman
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version