Filistin’in Sessiz Çığlığı

Rabia Aktaş İleri 154 Görüntüleme 1 Yorum
5 Dak. Okuma

2024 yılı; insansı robotlar, akıllı telefonlar, uzayda hayat var mı diye yapılan gezegen keşifleri, kapsül şekline getirilen yiyecekler… İnsanlığın sınırlarının zorlandığı bir çağ düşünün. Her şeyin elimizin altında olduğu bir çağ. Hayat standartlarımızın kolaylaştığı ve daha da kolaylaştırılmaya çalışıldığı bir çağ. Kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi bu cümle. Şimdi bir an olsun arkanıza yaslanın ve bir ülke hayal edin. Çağın gerisinde kalmış, on yıllar boyunca bombalanan bir ülke. Halkının neredeyse her sabah bomba seslerine uyandığı, sokaklarında çocukların oynayamadığı, evlatları kucaklarında can çekişen annelerin sessiz çığlıklarını düşünün, bütün ailesini kaybettiği halde vakur bir eda ile “ağlamayın! onlar şehit oldu!” diyen bir baba düşünün. Bir ağabey düşünün şehit kardeşinden hatıra olarak bir tutam saç isteyen ve bir evlat düşünün annesinin vefat haberini aldıktan sonra “şimdi ben ne yapacağım sensiz” diye gözyaşlarını bir derya misali akıtan. Anlattıklarım sizlere bir gerilim filminden alıntı değil, hayal ise hiç değil. Bu işgal altında kalmış bir ülkenin adeta kimliği; Filistin.

Bu noktada gelin tarihe kısa bir göz atalım. Osmanlı devletinden ayrıldıktan sonra Filistin İngiltere’nin kontrolüne geçmiştir. O dönem Arap nüfusunun yanı sıra içerisinde azınlık olarak Yahudileri barındıran Filistin bir süre sonra Yahudi halkının Filistin toprakları üzerinde hak iddia etmesiyle sarsılmaya başladı. Özellikle 1920 ve 40’lı yıllar arasında Yahudiler ve Filistin arasında gerilim tırmanmaya başlamıştır. 1947 yılına geldiğimizde ise BM Filistin ve Yahudiler arasındaki anlaşmazlığa müdahil olmuş ve bu toprakların bölünerek Kudüs’ün kendi gözetimi altında olmasına karar vermiştir. Tabii ki bu karar Filistin halkı tarafından kesin bir suretle yok sayılmıştır. ‘48 yılında ise Filistin-İsrail arasındaki gerilimi çözemeyen İngiltere aradan çekilme kararı alınca Yahudiler bağımsızlıklarını ilan etmiştir ve bir 15 Mayıs sabahı Filistin halkı evlerinden, topraklarından zorla çıkarılmıştır. Artık onlar için bu gün El Nakba (felaket günü) olarak anılmaya başlanmıştır. İşte o kara günden beri bu devlet bir var olma çabası vermekte. Bombaların aydınlattığı soğuk ve karanlık gecelerde sabaha kavuşmanın ümidi ile…

Filistin 7 Ekim’den bu yana ise tarihinin en çetin savaşlarından birinin içerisinde. Dünyanın gözleri önünde büyük bir kırılmanın eşiğinde. Müslümanların ilk Kıblesi olan Kudüs’ün göz bebeği Mescid-i Aksa’nın nöbetini tutan çoğu Filistinli şehadet şerbetini içmiş durumda. Öyle kutsal bir nöbet ki tüm dünyayı kendine hayran bırakan. Akın akın İslam dinini tanımaya teşvik eden. Kuyuya atılan köle Yusuf’ları sultan Yusuf olduğu günlere adım adım yakınlaştıran. İslam’a davet eden bir şanlı bekleyiş ve direniş. Evet, dünya üzerindeki bütün Müslümanlar için kutsal bir mesele Mescid-i Aksa ama özellikle Gazze halkı onu korumayı kendini başına sırtlanmış durumda. Dünya genelinde binlerce Yahudi, Hristiyan, Budist, Ateist, Panteist kısacası din, dil, ırk ayrımı gözetmeyen “insanlar” yaptıkları eylemlerle Filistin’in sesi oldular. Çünkü dünya hepimize yetecek kadar geniş ve dünya üzerindeki her canlı yaşama hakkına sahip. Hepimiz sıcak evlerimizde Ramazan ayını belki üç belki dört çeşit pişen yemeklerle karşıladık. Onlar ise yerden topladıkları bir avuç un ile…

Hanzala karikatürünü hepiniz bilirsiniz. Naci El Ali 1969 yılında bu karikatürü okurlarıyla tanıştırmıştır. Bu karakter Filistin’de yaşanan olayların tanığı yamalı elbiseli, ayakları çıplak bir çocuktur ve sırtı dünyaya hep dönüktür, küsmüştür dünyanın sessizliğine… Ne büyür ne de yüzünü bize çevirir… Hep on yaşında bir çocuk Hanzala. Neler anlatıyor hiç düşündünüz mü elleri arkasında? Yahut bir gün dönecek mi bize yüzünü sizce? Filistin’deki bütün çocukların kimliğidir belki de. Ne de olsa yırtık elbiseleri, çıplak ayaklarıyla sırtı dünyaya dönük bütün Filistinli çocukların. Ne de olsa onlarda yırtık kefenlerinde hep 1 günlük, 1 aylık, 1 saatlik, 5 yaşında… Peki ya Mescid-i Aksa? İlk kıblemiz? Sizce o da küskün müdür bizlere? Sizleri bu noktada değerli şair Mehmet AKİF İNAN’ın Mescid-i Aksa şiiri ile baş başa bırakıyorum. Cevap sizin…

Mescid-i Aksa

Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnımı koydum
Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu.

Gözlerim yollarda bekler dururum
Nerde kardeşlerim diyordu bir ses
İlk Kıblesi benim ulu Nebi’nin
Unuttu mu bunu acaba herkes.

Burak dolanırdı yörelerimde
Mi’raca yol veren hız üssü idim
Bellidir kutsallığım şehir ismimden
Her yana nur saçan bir kürsü idim.

Hani o günler ki binlerce Mü’min
Tek yürek halinde bana koşardı
Hemşehrim Nebi’ler yüzü hürmetine
Cevaba erişen dualar vardı.

Şimdi kimsecikler varmaz yanıma
Mü’minde yoksunum tek ve tenhayım
Rüzgarlar silemez gözyaşlarımı
Çöllerde kayıp bir yetim vâhayım.

Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Götür Müslümana selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu.

Bütün dünyanın bir uyanış içinde olup Filistin’in gözyaşlarını silmesi ve ona ait olanları vermesi ümidiyle…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Şair & Yazar
1 Yorum
  • Dostum hem tarihi anlatmışsın hem de yazın o kadar güzel ki kalemine sağlık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version