Türk Pop Müziğinin İlham Perisi Aysel Gürel

Rabia Aktaş İleri 81 Görüntüleme Yorum ekle
17 Dak. Okuma

“Aysel gibi kadınlar ezber bozmak için dünyaya gelirler.” (Sezen AKSU)

Gökkuşağının yedi renginden hangisiydi Aysel? Aysel bütün renklerdi, bütün renklerde Aysel…

7 Şubat 1928’de Denizli’nin Sarayköy ilçesinde dünyaya geldiğinde babası küçücük ayaklarına bakarak bu minik kız çocuğunu nasıl seveceğini şaşırmıştı. Büyüyüp kendi ayaklarının üstünde durabilen bir kız olabilecek miydi Aysel (asıl adı ile Gönül Aysel GÜREL) O, her ne kadar kucaklarda kaybolan bir bebek olsa da dünya onun için kelimeleri arasında anlam bulacak küçücük bir yer haline gelecekti. Onun dünyası bambaşka bir dünya idi…

Hakim Ali Rıza Gürel ve ebe Kamile Kezban hanımın üç çocuğundan en küçüğüdür. Babasının mesleği gereği Trabzon’a tayininin çıkmasının ardından ablası Ahsen ve ağabeyi İhsan ile Trabzon sokaklarında geçen çocukluk yıllarında Aysel Karadenizin asi doğası ile adeta bütünleşir. Son derece yaramaz ve kabına sığmayan bir ruha sahiptir. O kadar alışır ki büyüdüğü memlekete, bir süre sonra buranın ağız yapısı ile konuşmaya başlar. Sever Karadeniz’i hem de çok…

Sekiz yaşındayken babasının bayram için aldığı kuzuya bir şiir yazacak kadar duygusal ve yetenekli bir çocuktur Aysel. Mido adını verdiği kuzusunun sevgisi çocuk kalbinde açığa çıkardığı ilk şiirini diline ve kelimelerine yansıtan bir cevher olmuştur. Kuzusu Mido için yaktığı ağıtlar ile başlar sözcüklerle dansı.

Dedik ya Karadeniz’i çok sever… Muhteşem bir yüzücüdür. Arkadaşlarıyla beraber sürekli yüzmeye gider Aysel Gürel. Yüzme sevdası onu sekiz kere boğulmanın eşiğine getirir. Dalgalar onunla inatlaştıkça o da dalgalarla inatlaşır. Kız arkadaşları toplum, mahalle baskısından ötürü geceleri elbiseleriyle denize girerken o son derece kararlı, baskıdan uzak, asi ve kuralsız bir şekilde gündüzleri mayosuyla denize giren bir kız çocuğudur. Şarkı sözlerini yazarken özellikle “vurgun” kelimesine sık sık yer vermesi Karadeniz’in kucağında can veren arkadaşlarına duyduğu üzüntünün eseri olmuştur. 15 yaşında Trabzon Halk Evi’nde ilk tiyatro oyununda Juliet’i canlandırır. Sahne tozunu yutmuştur bir kere.

Tabir-i caizse elinin tersi ile daha o dönemlerde iter tüm baskıcı kuralları. Nitekim hayatının sonraki evrelerinde “kadın” kimliğini tekrar yoğurup önümüze koymayı başaran cesur, bir o kadar da radikal bir kadın profilini bizlerle tanıştıracaktır. Aysel’in ortaya çıkardığı bu asi ruh her kadının içinde sakladığı bir cevherdir.

Ailesi, onu dört duvarın arasına hapsedip, kurallar koyarak gece gündüz bir gölge misali peşinde koşmasa da yaşamakta olduğu mahalle hayatı tam aksidir, son derece anlayışsız ve kuralcı… Daha sonra bu baskıdan bir “kocakarı kültürü” diye bahsedecektir. Kitaplara sığınır Aysel,çok okur. Okudukça kelimeleri zihninin bir köşesine zincirler. Bir gün onları açığa çıkaracağı günü bekleyerek. Kitapların macera dolu dünyalarının yanına inşaa ettiği kendine has bir dünyası vardır. Okudukça içindeki Aysel GÜREL’i büyütür. 1948 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni kazanarak İstanbul’a gelir. Dedesi elinden tuttuğu gibi Lale’de bir öğrenci yurduna yerleştirir. Hayatının bu evresinde artık Aysel Karadeniz’e has ağız yapısını bir kenara bırakan,üzerine giydiği klasik tarzdaki giysileri ve konuşmasındaki düzelme ile cumhuriyet dönemi özelliklerini yansıtan bir İstanbul hanımefendisidir.

Her ne kadar günümüzde de bazı kesimlerce hala kız çocuklarının okuması garipseniyor olsa da o dönemin şartları için bu durum daha da yadırganmaktadır. Aysel, toplumun örmüş olduğu çelikten duvarlara inat hem okur, hem üniversiteyi kazanır hem de o yıl edebiyat fakültesine giren ikinci kız çocuğu olarak adını üniversite evraklarında geçirir. Büyük bir doğuma gebedir İstanbul macerası Aysel’in. Bütün kadınların sesi, hayalleri, söyleyemedikleri, asi ruhları zamanla onun hem fiziksel görünümüne hem de şiirlerine yansıyacaktır. Bu uyuyan bir devin uyanmasıdır.

Üniversite öğrenimine devam ederken gördüğü bir afiş onun bütün hayatını değiştirecektir. Bu afiş Muhsin Ertuğrul’a aittir: “Yetenekli genç kızlar aranıyor” cümlesini okuyan Aysel’in gönlündeki sanat aşkı baharda yemyeşil bir ovanın sonsuzluğunda pervasızca uçan bir kuş gibi özgürlüğüne kavuşur. Hemen başvurur. Muhsin Ertuğrul’un “Küçük Tiyatro Sahnesi”nde 1952 yılında oyun oynamaya başlar. Bu tiyatroda çeşitli oyunlar oynamaya başlayan Aysel’in edebiyat öğretmeni olarak Diyarbakır’a tayini çıkar. 80 lira maaş ve memur hayatı onu cezbetmez. İçinde sanat sevdası hiçbir zaman sönmeyecek bir ateş halindedir. Elinin tersi ile iter memuriyet hayatını. Bir tiyatrocu olarak yaşamını sürdürmeye başlayan Aysel Gürel’in sanat hayatı 1954 yılına geldiğimizde gazeteci Vedat Ebrem ile evlenmesinin ardından bir süreliğine kesintiye uğrar. Bu duygusal kadın Vedat’a fena halde aşıktır. Hatta evlilik teklifini dahi kendisi yapar. Bu birliktelikten Müjde (asıl adı ile Kamile Suat) ve Mehtap adında iki kız çocuğu dünyaya gelir. Fakat ne yazık ki hayatının aşkı onu başka bir kadınla adatır. Aysel Gürel 3 yıl süren evliliğinin ardından 1957 yılında eşi Vedat Ebrem’den boşanır. Şimdi iki kız çocuğu ile zorlu ve bir o kadar da sanat hayatında bir efsane haline geleceği günler kapıdadır. Toplum tarafından özellikle kendi ayakları üstünde durmaya çalışan dul kadın imajı onun da artık yakasındadır. Maddi olarak zorluk çektiği yıllarda dahi çocuklarının eğitim hayatına önem veren bir annedir o. Öylesine sıkıntılar yaşamışlardır ki, akşam yemeği saati geldiği vakit hep komşularına oturmaya giden Gürel ailesi masaya çağırıldıkları zaman bir iki ısrardan sonra oturur ve günü komşularında sonlandırarak evlerine uyumaya giderler.

İki kız çocuğunu da kanatlarının arasına alan Aysel Gürel bu arada tiyatro sevdasına geri döner. Baha Boduroğlu’nun tiyatrosunda çalışmaya başlar. İçini Döktüğü bir şiir defteri vardır Aysel’in. Bir gün Aysel’in çantasında tesadüf eseri Baha Boduroğlu bu defteri görür. Bir iki sayfasını inceler. Şiir muazzam bir hece ölçüsü ile yazılmıştır. Heyecan içinde Aysel’in yanına gider ve bu şiiri bestelemek istediğini söyler. Gürel’in tüm Türkiye’ye tanıtacak olan mısralar Baha Boduroğlu ile can bulur. Dönemin ünlü sanatçıları Güzin Sokullu ve Baha Boduroğlu (Güzin ve Baha) Aysel Gürel’in Deli Balım sözleri ile büyük nam salar. Ardından yine Gürel’ e ait olan “Yörük Yaylası” hem Aysel’i hem de Güzin-Baha ikilisini zirveye taşıyacaktır. 45’lik plaklarda söz yazarı olarak Aysel Gürel’in ismi vardır. İnanamaz Aysel bu duruma, şaşırır kalır… Etrafındaki herkese plakları gösterir, onlara teyit ettirir. Gerçekten de onun ismi yazıyor mu diye sorar, evet cevabını alınca da gülümser… Peki ama Aysel nasıl kendinden söz ettirebilir? Herkesin arasından sıyrılıp nasıl anlatabilir ki genç yaşında dul kalmış, iki kız çocuğuna bir başına bakıp onları büyüten, toplum baskısından bunalmış Aysel ve Aysel gibi birçok kadının hikayesini ? Nasıl herkesin sesi olacaktır şimdi?. Onu üstündeki kıyafetlerle kalabalığa karışmadan kim fark edebilir ki? Hani dedik ya Aysel gökkuşağının renkleridir, diye. Eğer herkes gibi olmazsa onu fark edebilirler düşüncesinden hareketle radikal bir karar ile kafasına hangi renk olursa olsun bir peruk takar ; yeşil, mor, pembe, turuncu ve bir de gözlük. Elbiselerine gelince kimi zaman transparan kimi zaman mini bir etek ve kimi zaman da pardösünün içine giydiği bir gecelik ile çıkar karşımıza. Kendisini de deli olarak tanıtır herkese. Lakabı “Deli Aysel’dir.” Delilik ve dahilik arasındaki ince çizginin her iki tarafında Aysel Gürel vardır bize bir şeyler anlatmak için…

Güzin ve Baha ile başlayan serüven, bir gün Baha Boduroğlu ile Altunizade’de sokakta yürürken Gürel’in ateş böceklerini görmesiyle muazzam bir eserin doğuşuna daha imkan tanıyarak devam eder. “Ateş Böceği” ya da “Gençlik Başımda Duman” böyle ilham olur Aysel’e. Türk pop müziğinde bir devrim niteliğindedir Ateş Böceği şarkısı. Bu şarkı ile dönemin müzik kültürüne kan gelir. 1970’li yıllarda 45’lik plaklar çıktığında Aysel Gürel adını daha sık duymaya başlarız. Akabinde 80’li ve 90’lı yıllar adeta Aysel Gürel’in devleştiği yıllardır.

Ateş Böceği’nden sonra günümüze kadar eskimeden gelmiş olan Firuze’sini yazar Aysel. Firuze Aysel’i tahtına oturtur. O, artık sözcüklerin efendisidir. Kızı Müjde Ar’a göre Aysel Gürel bu şarkıyı kendisi için yazmıştır. Çok güzeldir Aysel… Annesinin bu güzel kıza öğüdü ise :”Güzellik insanı öper gider. Onun bir bedeli vardır. O bedeli öde!”

Firuze Şarkı Sözleri

Bir gün dönüp bakınca düşler,
İçmiş olursa yudum yudum yudum yıllarını,
Ağla, ağla Firuze ağla.
Anlat bir zaman ne dayanılmaz güzellikte olduğunu.

Kıskanır rengini baharda yeşiller,
Sevda büyüsü gibisin sen Firuze.
Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu,
Üzüm buğusu gibisin sen Firuze.

Duru bir su gibi, bazen volkan gibi,
Bazen bir deli rüzgar gibi,
Gözlerinde telaş, yıllar sence yavaş,
Acelen ne bekle Firuze.

Bir gün dönüp bakınca düşler,
İçmiş olursa yudum yudum yudum yıllarını,
Ağla, ağla Firuze ağla.
Anlat bir zaman ne dayanılmaz güzellikte olduğunu.

Acılı bir bakış yerleşirse eğer,
Kirpiğinin ucundan gözbebeğine,
Her şeyin bedeli var, güzelliğinin de,
Bir gün gelir ödenir, öde Firuze.

Duru bir su gibi, bazen volkan gibi,
Bazen bir deli rüzgar gibi,
Gözlerinde telaş, yıllar sence yavaş,
Acelen ne bekle Firuze.

70’li yıllarda aranılan bir söz yazarı olan Aysel Gürel hem başarıları hem de kafasına taktığı rengarenk peruklar, gözlükleri ve kıyafetleriyle zamansız ve kuralsız bir kadındır. Türk toplumundaki yaftalanmış kadın imajından öte bir marjinal kimlik ile her kadının içindeki Aysel’i ortaya çıkaran Gürel yaşı kaç olursa olsun yedisinden yetmişine kadar her yaş grubuna şarkıları ve giyim kuşamı ile ilham olmuş başarılı bir söz yazarıdır. Bugün dilimize pelesenk olmuş olan neredeyse tüm şarkı sözlerinin yazarı Aysel Gürel’dir. Bu yıllarda başlayan Onno Tunç –Aysel Gürel- Atilla Özdemiroğlu ve Sezen Aksu birlikteliği bizlere adeta bir miras olarak bırakılan birçok şarkı ortaya çıkaracaktır. Özellikle Atilla-Sezen ve Aysel üçlüsü stüdyolarda sabahladıkları günlerde Türkiye’de başyapıt olarak nitelendirebileceğimiz ders niteliğinde eserler çıkararak unutulmaz işlere imza atarlar. Sezen Aksu’nun seslendirdiği Sen Ağlama, Yalnızca Sitem, Haydi Gel, Seni İstiyorum şarkılarının ve daha nicelerinin yazarı Aysel’dir. Türk müzik tarihinin mihenk taşlarından birisi olan Ünzile de yine Aysel’in kaleminden çıkmıştır. Bu şarkıyı bir Anadolu turnesi esnasında küçük yaşta evlendirilen bir kız çocuğuna yazdığı düşünülmektedir. Kadının ötekileştirildiği bir dünya da Ünzile hala kabuk tutmayan bir yaradır. Toplumun kanayan yarasını gözler önüne seren Aysel Gürel çocuk yaşta evlendirilen Ünzile ile bizlere şöyle seslenir :

Ünzile Şarkı Sözleri

Ünzile insan dölü,
On kardeş beşi ölü,
Büyüdükçe un ufak,
Ve gelir de görücü,
İnci gibi dişi,
Görücü bilir işi,
Söğüdüm ağlar gider,
Olur hatun kişi.

Varmadan sekizine,
Ergin oldu Ünzile.
Hem çocuk hem de kadın,
12’sinde ana,
Bir gül gibi al ve narin,
Bir su gibi saydam ve sakin,
Susar kadın Ünzile.

Yağmuru kim döküyor?
Ünzile kaç koyun ediyor?
Dayaktan uslanalı,
Hiçbir şey sormuyor.

Korkar durur gitmez,
Köyün en son çitine,
İnanır o sınırda dünyanın bittiğine,
Ünzile insan dölü,
Bilinmezlere gebe,
Sırların mihnetini,
Yükleyip de beline.

Varmadan sekizine,
Ergin oldu Ünzile.
Hem çocuk hem de kadın,
12’sinde ana,
Bir gül gibi al ve narin,
Bir su gibi saydam ve sakin,
Susar kadın Ünzile.

Yağmuru kim döküyor?
Ünzile kaç koyun ediyor?
Dayaktan uslanalı,
Hiçbir şey sormuyor.

Aysel’in şarkı sözleri için kapısında birçok ünlü isim gelmeye başlar artık. Nükhet Duru’dan Sertap Erener’e, Zerrin Özer, Nilüfer, Burcu Güneş, Hakan Peker, Tayfun, Selda Bağcan, Coşkun Sabah ve birçok sanatçı ona ait şarkı sözleri ile nam salmıştır. 1985 yılında Nükhet Duru’ya yazdığı Sevda şarkısı Firuze gibi bir kadın öyküsüdür. Başucunda her daim duran kalemi ile yakın çevresinin tabiriyle adeta reçete yazar gibi şarkı sözleri yazar. Takvim yaprakları, peçeteler, kağıtlar, market fişleri her yerde şarkı sözleri vardır. Üretkenliğinin zirvesindedir. 1983 yılında Eurovision şarkı yarışmasının Türkiye finalinde hem 1. hem de 2. olan şarkıların sözleri bu deli kızındır. Opera şarkısı ile Eurovision’da ülkemiz temsil edilmiştir. Nabza göre şerbet vermeyi iyi bilen bu deha hayata emin ellerle tutunmayı başarmıştır. Herkes tarafından sevilir ve sayılır.

1990 yılı tekerleme türündeki şarkıların yazıldığı ve okunduğu yıllardır. Aysel bu furyaya Yonca Evcimik’e yazdığı “Aboneyim” şarkısı ile katılır. Dönemin genç neslinin dilinde dolaşıp durur Aysel’in “Abone”si. Onu “Hadi Bakalım” takip eder. Yine bu dönemlerde Selda Bağcan’a “zilleri taktı” şarkısı bambaşka bir imaj kazandırmıştır. Her yerde bir ilham perisi gibi gezer durur Aysel. 1997 yılında Mustafa Altıoklar’ın yönettiği “Ağır Roman”filminde “Vurgun” adlı şarkısı ve oyunculuğuyla hem göz doldurur hem de kulakların pasını siler. Kızı Müjde Ar ile ikinci kez bir projede yer alan Aysel Gürel daha önce kızının yer aldığı Ertem Eğilmez in yönetmenliğini yaptığı Arabesk filminin şarkı sözlerini yazmıştır. Bir çağı açıp başka bir çağı kapatan bir devdir o. Aysel oynadığı reklam filmleri, filmler, şarkı sözleri, şiir kitapları ile hem bir oyuncu, hem yazar, hem şair, hem de iki kızı ile bir annedir. Aysel Türk kadınıdır. Türk kadınının idealize edilmiş halidir. Şöyle özetler kendisini: “Anne, kadın, filozof… Çok başka türlü bir Aysel Gürel var. Bir de Aysel Gürel’i başka türlü oynayan bir Aysel Gürel var. Bunun zaten farkında birçok kişi. Bir kişilik bir kalabalığım ben. Tek gibi görünüyorum ama ben kalabalığım. Her zaman duygularımda, düşlerimde, hayallerimde, etrafımda yüzlerce çocuk, çiçek, hayvan ve renkler vardır. Hiç yalnız hissetmem kendimi.”

Her baharın sonu bir kışa bağlanır bir kış günü dünyaya merhaba diyen Aysel’i doğduğu günden 10 gün sonra akciğer kanseri sebebi ile 2008 yılında kaybettik. Hasta yatağında yatarken dahi kalemini elinden bırakmayan efsane kadın ölmeden önce 30 a yakın şarkı sözü yazmıştır. Kızı Müjde onu kaybettikten sonra yaşadığı eve bir süre girememiştir. Kardeşi Mehtap ile eve girdiği zaman ise gözlerine inanamaz çünkü evin her yeri yazılı kağıtlarla doludur. Aysel kızlarına binlerce şarkı sözü bırakmıştır. Çuvallarla taşırlar şarkı sözlerini. Neredeyse binlerce şarkı sözü annelerinden yadigardır. Kızları Müjde ve Mehtap annelerinden kalan bu evi kiraya vermek ister. Eve gelen kiracı eşyalarını yerleştirirken bir köşeye kıvrılmış bir kağıt parçası bulur. Aysel Gürel’e ait şarkı sözüdür bu. Hemen arkadaşı olan Türkiye’nin yakından tanıdığı isim Tarkan’ı arar ve sözleri bir şekilde ona ulaştırır. Elinde tuttuğu hazine ile Müjde’nin kapısını çalan Tarkan Tevetoğlu albümünde bu sözleri kullanmak istediğini söyleyerek izin alır. İlham perisi bu sefer Tarkan’ın omuzundadır. “Sevda’nın son vuruşu” adlı eserle Tarkan 2010 yılına bu sözlerle giriş yapar. Aysel yıldızların arasından Türk müziğine bir kez daha dokunur.

Aysel Gürel’in Türk kadınlarına vasiyetini kızı Mehtap Ar şöyle açıklamıştır : “Türk kadınlarına söyle; bilsinler ki ben seksen yaşıma kadar çalıştım ve dimdik ayaktayım. Çalışmak ve ayakta kalmak güç ama ben başardım, tüm kadınlar da başarabilir.” Kadınların değersizleştirilmeye çalışıldığı, cinayetlere, tecavüzlere kurban gittiği son yıllarda Aysel içimizdeki gizli ses ve gizli güçtür. Onu fiziksel olarak kaybetmiş olabiliriz ama o sözleri ve güçlü duruşu ile her daim aramızdadır…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Şair & Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version