Gel Hadi!

71 Görüntüleme
4 Dak. Okuma

Canım Türkçemin canım bir deyimi var “gönül bağlamak” diye (âh, ne kör düğümler attık da şimdi çözmeye çalışıyoruz o değmezlere olan bağlanışlarımızı). Ve/ama hangimiz bir olmaza gönül bağlamadık ki şu sahtekârlar dünyasında. E ama öyle; aldatanların, sandıranların, kandıranların dünyası bu. Zaten hep demişimdir ben, “sadâkatsizlik aşkı öldürmese de aidiyet duygusunu bitirir diye.” Hem, “ama” ile başlayan bir savunması da olmaz sadâkatsizliğin. Siz duyarsanız kaçın oradan, yine kocaman kandırılmak üzeresinizdir. Ölçümüz de belli ve basittir sadâkatte: Bir an bile o sevgiliden ve sevgiden gâfil olmamaktır.

Onu tanımaz bilmezden önce onsuz yaşanmış her şeyi reddetmek, yok saymak, her an pişmanlığını yaşamaktır sadâkat. O sevdiğim cümlenin de dediği gibidir: “Sensiz hiçbir harfi, bir cümleye kurban etmedim.” Bu, sevmenin ölçüsüdür dostlar; böyle sevmeyen sevdim demesin, böyle sevilmeyen de sevildim demesin. Yine aynı minvalde ve aynı ölçüde Züleyhaca bir sevişle söyleyelim: “Züleyha için her şey Yusuf olmuştu. Güneş doğdu demezdi, Yusuf uyandı derdi. Gece çöktü demezdi, Yusuf uyudu derdi.” Bu ölçünün dışı hep alışveriştir ki kırk nikâhla bir etsen de bin iğrençliktir, zulümdür, ziyandır.

Biz; inanmayı, kanmayı, aptal yerine konmayı çok yazdık; mevzumuz o değil ve artık meselelerimiz, o tertemiz sevişlerimiz kirletileli beri öyle derin falan da değil. Haa, ne diyordu(k) hem tam da burada: “Sözler verilir, sözler unutulur ama gün gelir, ihânet eden sadâkat ister.”

Eylülü sıradanlaştırmaya çalışıyorum dostlar. Meselem bu ay biraz da o. Bu eylül olmazsa, önümüzdeki yıl tamamen unuturum diyorum… Hele yirmi ikisini de bi geçirirsem daha da zâyi olmadan…

Ne olurdu yani, diğerleri gibi bir ay olsaydı şu eylül; hiç sevmezdim ki o zaman hiç kimseyi ben (özellikle burada ayrı yazmak icap eder; derinliğini seveyim, güzel Türkçemin güzel kalpli yazarı). Hem ekimde buluşup, şubatta tek vücut olmazdım aşk ile, ruhumu ruhuna katmazdım onun. Her şey hep eylülden, hep onun suçu… Yani o yüzden mevzu çocuklar gibi kandırılışımız ve son gözyaşımızı kollarımızla silişimiz değil. Ama çocuklar gibi başını göğsümüze yaslayıverse yine kanardık en mutlu şekilde sanki. Ama işte hep eylülden. Eylül olmasa kandıracak kimse de olmazdı ki. Kuşlar, hayvanlar âleminin birer üyesi, çiçekler de bitki falan olurdu güzel kokanlarından meselâ. Ne bileyim işte; çiğdemlerin, sardunyaların, papatyaların, bilmem hangi kır çiçeklerinin farkı olmazdı diğerlerinden. Çay denilen şey, kimi kahvaltıda kimi akşam sohbetlerinde içilen bir içecek olurdu. Kahve de benzer bir şeyler olurdu kendince. Her yerde bulunup içilebilen içecek türlerinden olurlardı ikisi de. Pek başka bir şey de içmişliğimiz yok zaten birlikte. Ama birlikte çok şey yaşamışız gibi göstermek lazım yine de.

Eylül olmasa, kendini kandırırcasına bir sürü şiir de yazılmazdı; yazdıkça aşka inanırcasına.

Ya, işte eylül olmasa aşk da olmazdı, kimi yazılar da. Hem bu yazı da olmazdı. Hem hiç canım yanmazdı. Yataklardan fırlanmaz, sabahları ıslak yastıkta uyanılmaz, düşünmemek için -durmadan- uyumak istenmez, gördüğün şeyler ölümden acı olmaz, yanan ciğerin kokusu duyulmaz, ölüme “gel hadi” denmezdi.

Ne güzel olurdu şu eylül olmasa öyle.
Şimdi artık vakit tamam; gel hadi..!

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version