Gençlerde Kimlik Bunalımına Manevi Yaklaşım

Zübeyde Demir 31 Görüntüleme Yorum ekle
8 Dak. Okuma

Ergenlik, bireyin gelişim süreci içerisinde çocukluk döneminden erişkinliğe ulaşıncaya kadar geçen dönemin adıdır. Özellikle onlu yaşlardan sonra birey, somut düşünceden soyut düşünceye geçişte, kendisine özgü bambaşka bir dünyayı keşfetmeye başlar. Bu noktada ailevi değerlerle kendi oluşturduğu bu alan bazı zamanlarda çatışır. Gençler, hem çocukluk hem yetişkinlik arasında kendini sıkışmış hisseder ve iki durum arasında bocalamaya başlarlar; kimlik arayışına girer ve kafalarında kurduğu dünyada yaşamaya başlamak isterler. Artık ebeveynlerinin bir uzantısı değil de bağımsız bir birey olduklarının yavaş yavaş farkına vardıkları bir dönemdir bu dönem. Anne ve babaların en büyük vazifesi ise, bu dönemde çocuklarına verdikleri eğitimle, çocuklarının doğuştan getirdiği en iyi tarafının ve kişiliğinin her yönünün gelişmesini sağlamak, sabırlı ve anlayışlı olmaktır. Söz konusu olan çocuğun eğitimi ve inşa edilmesi ise, ebeveynin eli biraz daha güçlense de değiştirme dediğimiz “hidayet” sadece Cenab-ı Allah’ın elindedir. Karakterimiz başkaları üzerinde olumlu tesir bıraktıkça, o tesir Allah’ın dilemesi ile kişilerde değişim ve dönüşümün ortaya çıkmasına vesile olacaktır.

Ergenlik dönemi, gençlerin, körü körüne aile ya da toplum tarafından dayatılan hazır düşünceleri, daha akılcı biçimde sorguladıkları bir dönemdir. Ebeveynin bu dönemdeki tavrı ve üslubu çok önemlidir; çocuğuna ne fazlasıyla baskı uygulamalı ne de tamamıyla serbest bırakmalıdır. Çocuğun benliğine karşı yaptırım ve saygı noksanlığı, onda geri dönüşü olmayan izler bırakabilir. Çünkü hayat deneyimleri çok azdır ve çabuk kırılırlar. Aslında bireyin hırçın, inatçı ve saldırgan tavırları kişisel ve ya cinsel kimlik karmaşasından dolayı ortaya çıkan buhrandan kaynaklanıyor olabilir. Bazen de ergen birey, bu karmaşa durumunu hazmetmek için olur olmaz duygu aşırılıkları, uçarılık, haylazlık, gözü karalık, bunalımlar, çatışmalar, kaygılar vb. yaşayabilir. Amaç aslında, kendi iç dünyasına mekân hazırlamaktır. Ergenlik döneminde yaşanılan bu çelişkilerin, bireyin aidiyeti ve dini algılayış biçimindeki etkisi de inkâr edilemez. Kişinin kendini sorgulamaya başladığı bu aşama, ‘Ben kimim, nasıl bir insanım’, politik açıdan ‘Muhafazakâr mıyım, özgürlükçü müyüm’, dinî değerler açısından ‘Dini değerleri ne ölçüde biliyorum ve yaşıyorum’, ‘Ben hangi sosyal çevreye aitim, hangi karakterde arkadaşlarım olmalı ve karşı cinsten hangi yönüyle hoşlanmalıyım?’ vb. tarzda ardı arkası kesilmeyen soruların yoğunlaşmasıyla kimlik krizi gerçekleşmektedir. Kimlik krizi sürecinde de şüphe çok önemli bir faktördür. Bireylerde, özellikle dinî değerler ve İslamiyet’e karşı şüphe, kimliği sarsıcı bir rol oynamaktadır; bireyin duygu ve düşünce dünyasında karmaşaya ve nedenselliğe yol açmaktadır. Bu nedenle birey, küçük yaşlarda kendi içsel dünyasında sorguladığı sorulara cevap bulamadığı sürece şüphe ejderhasına yem oluyor. Yapılan araştırmalara göre insanların inanma ihtiyacı her geçen gün artıyor. Buna mukabil gençler değerlerimizi, geleneğimizi ve hayatlarımızı daha fazla sorgulamaya ve daha ziyade özgürlük istemeye başladılar. Buna inanma özgürlüğü dâhil. Ateizm artık etkinliğini kaybediyor ve insanlar deizme yönlendiriliyor. Deizm, Allah (c.c.)’ın varlığını kabul etmekle birlikte, O’nun sıfatlarını, hikmet ve inâyetini, âhireti, hususi bir dine ait bütün itikat esaslarını reddetmektir. Ekonomist kapitalist sistemin de birer parçası olan Deizm, Ateizm ve marjinal dini akımlar, bireyi şüpheye götürecek delilleri de içinde barındırdığından bireyin aidiyeti ve kimliğinde olumsuz etkiye sahiptir. Özellikle, genç nesil arasında yoğun olarak yaşanan hastalıklar olarak görebileceğimiz doyumsuzluk, şiddet, depresyon, kaygı, dert ve sıkıntı hatta sonu intiharlara kadar varabilen hastalıklar, baktığımızda hepsi manevi/dinî kökenlidir ve bunların tedavisinde dinin ayrı bir yeri mevcuttur. Manevi inançları olmadan büyüyen çocuklar, hayatlarının anlam ve önemi olmadığını düşünerek, olmadık sapkın inanışlara bağlanabilirler ve yönlendirilmeye ihtiyaç duyarlar. Manevi olarak yönlendirme, çocukların kafalarındaki sorulara cevaplar sunarak onlara güven, barış ve kişisel değer sağlamakla mümkündür. Ayrıca dini gruba aidiyetlik, kitap kulüpleri, kültür ve sanat etkinlikleri, spor faaliyetleri bireylerin kendi benliğini kabul etme yolunda birer araçtır aslında.

Günümüzde anne-babasından ziyade teknolojik aletlerle zaman geçiren çocuk; bilgisayarını, telefonunu ebeveyninden daha fazla önemsemektedir. Dijital araçların da mobilizasyon kazanmasıyla birlikte, bireyde haz merkezli bir yaklaşım gözlenmektedir. Birey bu yaklaşımı ile hem cinsel kimliği hem de dini-kültürel değerleri arasında çatışma yaşamaktadır. Ayrıca son dönemlerde oldukça popüler olan, sanal dünyada da izlerine rastladığımız, LGBT akımlarının da öne sürdüğü cinsel kimliği reddetme yaklaşımı benimsenmeye başlanmıştır. Bu yaklaşım, cinsiyet kimliği bazında salt kadın ya da salt erkek olarak tanımlanamayacak, kimisine göre ikisinin arasında, kimisine göreyse ikisinin de dışında bir cinsiyet kimliğini tarif eden ‘non-binary’ terimini de içine alır. Gerek sosyal medyada gerek metaverse evrende birey, işin jargonu gereği kendini olduğundan daha farklı göstermeyi istemektedir. Bu yaklaşım da bireyi sosyal, ruhsal ve duygusal yalnızlığa itmektedir. Hırsızlık, yalan söyleme, tik, tırnak yeme, evden-okuldan kaçma, ders çalışmama, sinirlilik, dik kafalılık, yalnızlık hissi, sürekli iç sıkıntısı çekme, uyumsuzluk, aşırı hayaller kurma, otoriteye düşmanlık gibi belirtiler gencin örtülü bir depresyon geçirdiğini göstermektedir. Ergen birey, o yaşlarda yönlendirilmeye o denli açık ki, örneğin toprağa bir fidan dikmesi gerekse bile bu eyleme yönelik sanal oyun ve programlar sayesinde bu açlığını ve eksikliğini tamamlamaktadır. Oysa iletişim gerektiren duygusal açlığın ya da etkileşim gerektiren sosyal açlığın yerini alan bu tarz oyunlar, bireyi daha çok yalnızlığa ve çaresizliğe itmektedir. Çaresiz kalan bireyde, sigara, alkol, madde kullanımı, deizme yönelme, çevrimiçi cinsellik bağımlılığı, mesaj bırakıp intihar etme vakaları artış göstermektedir. Aslında o intihar mesajları bireyin kendisini fark ettirmeye yönelik yaptığı duygusal çığlıklardır. Her bireyde ergenlik problemleri olacak diye bir kaide yoktur, sonraki dönemlerde de bu durum yaşanabilir ve ya bu durum hiç yaşanmayabilir.

Ebeveyn olarak rehberlik etmek, sadece yasak koymak değildir! Pozitif mesaj, negatif tavırla verilmemelidir. Mesela çocuğa bağırmaması gerektiği, bağırarak söylenmemelidir. Çocuğunuzun yaptığı yanlış davranış, başkalarının yanında yüzüne vurulmamalı, eleştirilip gururu kırılmamalıdır. Baş başa kalındığında gerekli uyarılar yapılmalıdır. Özellikle, eğitim ve iletişimde ‘5 sevgi dili’ni etkili bir biçimde kullanan ebeveynler, çocukları için mutluluğun yolunu bulmuş demektir. İlk sevgi dili olan ‘onay sözleri’ yani sözlü iltifatlar ve takdir sözleri ile çocuklarımız sevildiklerini hissederler. Yalnız, övgü sözcükleri devamlı söylenmemelidir. Süreklilik arz eden bu tür durumlar, sözlerin pozitif tesirini azaltıp çocuğu sürekli övünme beklentisi içine sokmaktadır. Ayrıca bütün dikkatimizi çocuklarımıza vererek, rûhen yakınlık kurarak, birlikte sohbet ederek, beraber yürüyerek ya da spor, alışveriş, tiyatro, kitap okuma vb. etkinlikler yaparak “bana değer veriyor” imajı sergilenmektedir. Buna ‘nitelikli beraberlik’ diyoruz. Her bir çocuk için her hafta, ona özel ayrılan bir zaman dilimi olmalıdır. Beraber kaliteli zaman geçirmek, onlara ahlâkî değerleri, kibar olmayı, görgü kurallarını, tutumlu yaşamayı vb. öğretme fırsatı da vermektedir. Hediyeler ise, sevginin gözle görülen biçimleridir; çocuğunuza değerli olduğunu hissettirir. Fakat insanların duygu ve davranışlarını hediyelerle yönetebileceğini zannetmesi sebebiyle, hediye verme sıklığı iyi planlanmalıdır. Çocuklar için en kıymetli sevgi dili ise, ‘fiziksel temas’tır. Kucaklanan, okşanan, öpülen çocuklar, fizikî temastan mahrum bırakılmış çocuklara nazaran daha sağlıklı bir duygusal hayat yaşarlar. Bir de ‘hizmet davranışları’ dediğimiz beşinci sevgi dili var ki, çocuk sevildiğini kendisine hizmet edildiği zaman anlamaktadır. Burada önemli nokta şudur ki, ricâlar, sevgiye yön verirken talepler sevginin akışını durdurur. Fakat ebeveyn olarak olumlu bir karakterimiz, güzel ahlakımız yok ise, samimiyet ve iyi niyet yok ise, hiçbir iltifat çocuğumuzda tesir bırakmaz ve asla ona inandırıcı gelmez. Anlaşılması gereken şudur ki; iletişim becerileri ve eğitim metotları olsun, kişi en büyük yatırımı kendisine yapmalı, düşünce biçimini olumluya çevirmeli, onunla amel edip kendisini değiştirmelidir.

Selam ve dua ile.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Şair
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version