Hayat Pahalı

Murat Şaşzade 29 Görüntüleme 1 Yorum
9 Dak. Okuma

Sevgili okuyucularım, bugün çok beğendiğim bir dizi olan Yunus Emre Aşkın Yolculuğunda karakterlerden birinin sürekli kullandığı bir sözün zihnimde açtığı pencereden görebildiğim manzarayı sizinle paylaşmaya çalışacağım. Her şeyden önce bir insanın hakikat yolculuğun rehberi niteliğinde olan bu dizide emeği geçen herkese çok teşekkür ederim.

Dizide, Taptuk Emre Dergahının dervişlerinden olan bir Veli sürekli olarak “Hayat Pahalı” demektedir. Bu söz, beni bir hayli düşünmeye sevk etti. Günler boyu ne anlama gelebileceğini ve neyi simgelediğini anlamaya çalıştım. Hayatın içinde çoğu kez ne yaptığımızı bilmez bir halde mücadele ediyoruz. Beynimizin aydınlık ve karanlık taraflarını, sınırlarını ve özelliklerinden habersiz bir şekilde yaşayıp gidiyoruz. Zihnimizde bize genetiğimiz, çevre, toplum ve kültür vb. değişkenler ile aşılanmış bir hayat algısı var. Derin uykuda olan çoğunluğumuz gördüğü hayat illüzyonunu gerçek zannederek, yemek, içmek, uyumak, çoğalmak ve tüketmek üzerine kurulu bir ömür sürüp, bu dünyadan ayrılıyor. Tüm bunları yaparak anlamlı bir hayat yaşadığını iddia etmenin, bir insan için en büyük trajedi olduğunu düşünüyorum. Bize verilmiş en büyük hazine olan beyni etkili kullanamamak, aynı zamanda benzersiz potansiyelimiz karşısında acziyetimizin de bir ifadesidir. Yani, kendi beynini tanımadan iyi yaşadığını düşünen insan, bir yandan kazandıklarıyla, sahip olduğu nesneler ile benliğini kabartırken asıl hakikati olan kendine yabancı yaşayarak tatminsizliğin ve bundan doğan huzursuzluğun pençesinde kıvranıyor.

İnsan, hayatın pahalı olduğunu ne zaman anlar? Beyninin korku üreterek sadece hayatta kalma işlevlerini yerine getirmeye yönlendiren bölümünün devrede olduğunu ve diğer bölümlerin faaliyetlerinin yetersiz olduğunu anladığı zaman. Beynimizin korku üreten merkezi baskın olduğunda, hâkim olan duygumuz kaybetme korkusu olduğu için sahip olduklarımızı kaybetmek, bizde ölüm kadar ağır bir yok olma hissi uyandırır. Bu yüzden, korkunun neden olduğu yetersizlik duygusu bizi esir alır ve sahip olduklarımızın bizi değerli kıldığını sanırız. Anne-babamızı, eşimizi, çocuklarımızı, işimizi, evimizi ve arabamızı, paramızı, servetimizi, şan ve şöhretimizi korumak, her şeyden önce gelir. Beynimizde egomuzu öne çıkartan merkezin denetiminde yaşadığımız dönemde, onun gizli hazinelerinden yoksunuzdur. Hayatta sahip olduklarımızla başarı kazandığımızı kabul eder ve her şeyi tatmanın verdiği memnuniyetle kendi hakikatimizden uzakta yaşarız. Egomuzun peşinde sürüklenip bencil bir insan olarak kendimizi evrenin merkezi olarak görürüz. Bu dönemde, her şeyi hak ettiğimize dair zehirli bir düşünceyle hiçbir sınır ve kuralın bizim için geçerli olmadığını düşünürüz. Bizi güdüleyen “İstediğimiz hemen olsun” düşüncesinin hayatı bize nasıl zehrettiğini anlayamayız. Bizi kendi hakikatimizden uzaklaştıran bu bilinç ve düşüncelerle, en ufak bir kayıp ve başarısızlıkla karşılaştığımız zaman isyan ederiz. İşlerimiz iyi giderken, başarılıyken, hemen kendimize pay biçeriz. Fakat başımıza gelen kötü bir olayda, bir başarısızlıkta veya yaşadığımız olumsuz bir olayda, suçlayacak insanlar ararız. Kendimizi kurban görür; başarısızlık veya kayıplarımızın sebebi olarak başkalarını ya da çevreyi gösteririz.

Hayat, gerçekten çok pahalı. Boşa harcanacak bir zamanımız yok. Kendi hakikatimize ulaşmak için büyük bedel ödemek zorundayız. Sonunda asıl kendimize kavuşacağımız ve benlik zincirlerinden kurtularak aşk denizinde eriyeceğimiz için hayatımız paha biçilemeyecek kadar değerli. Bu uğurda, hiç tereddüt etmeden atılacak adımların önemi büyük. Beynimizin içinde kendi hakikatimizi görmemizi engelleyen bir sürü perde var. Bu yüzden, duyu organlarımız aracılığıyla gelen ve beynimizin içinde işlenen verilerle izlediğimiz hayali hayatı gerçek kabul ederek kendimizi aşamıyoruz. Gerçek aşk nedir bilmediğimiz için benliğimizden açığa çıkan tutkuları aşk ile karıştırıyoruz. Aşk olmadan bizi kısıtlayan, kendi hakikatimizden uzaklaştıran perdeleri açmamız mümkün değil. Korkularımızla oluşturduğumuz, kendi kişiliğimizin parçaları haline gelen olumsuz yönlerimizi dışarıya yansıttığımızı bilmiyoruz. Bu yüzden, bize kötülük ya da haksızlık yapan, zulmeden kişileri düşman ilan ederek, yaşam boyu büyük bir öfkeyle onlarla kavga ediyoruz. Hakikatte ise düşmanımız kendi beynimizin karanlıkta kalan taraflarının bize kurduğu tuzaklardır. Bu yüzden, bilinçaltı kodlarımızı çözmeden karşılaştığımız ve ikilik yanılgısıyla kötü diye etiketlediğimiz insanlar, aslında beynimizin karanlık yönünün yansımalarından başka bir şey değildir. Bu farkındalığa ulaşmakla bile kendimizle yüzleşmiş oluruz. Hakikat güneşi, beynimizdeki karanlık perdelerin açılmasıyla kendisini gösterir.

Yapıcı ve yıkıcı yönlerimizle birlikte çıktığımız keşif yolculuğunda kendi hakikatimizi anlayarak, hayatın paha biçilemez olduğu bilincini kazanabiliriz. Yapıcı yönümüzün en güçlü ögesi aşk, yıkıcı yönümüzün en güçlü ögesi ise nefrettir. Beynimizin bizi benliğimizin peşinde sürükleyen kısmı aktive olduğunda korkularımız neticesinde karanlık tarafımızın egemenliğine gireriz. Bu hiç tanımadığımız kısım bize sürekli oyunlar oynar. Kısa vadede bazı alanlarda kazançlı çıksak bile, uzun vadede sürekli mutsuzluk elde ederiz. Beynin karanlık tarafının oyunlarını bozacak tek unsur, beynimizin aydınlık tarafını oluşturan frontal korteksteki bölümlerini aktive edecek aşktır. Hayatta aşk ile yolculuk yaptığımızda korkularımızla cesaretle yüzleşir ve bilinçaltının derinliklerinde saklı karanlık tarafın buzdağları yavaş yavaş erimeye başlar. Kendi hakikatimizden gelen aşk ateşine buzdağları dayanmaz. Aşk ve nefret olarak iki kutuplu programlanmış zihnimiz, seven ve sevilen, ben ve öteki ayrımı var sanır. Paha biçilemez hayatımızı, hakikat yolculuğumuzda yaşadığımız her yüzleşmeden sonra edindiğimiz bilgi ve deneyimi doğru zamanda uygulayarak, kölesi olduğumuz benliğimizin kendi hazinemize ulaşmasını engelleyen perdelerini aralarız. Kendimizden kendimize yaptığımız tekâmül yolculuğunda süreci kuş bakışı değerlendirebilecek vizyona sahip olduğumuzda, büyük değişimler geçirdiğimizi fark ederiz. Beynimizde ilk farkındalık lambasının yanmasından önceki korkunun alt türevleri olan, korku, şüphe ve endişe gibi duygularla benliğimize esir olduğumuzda bulunduğumuz nokta ile beynimizin gizemlerini keşfederek aşkı daha çok kullanıp kendimizi aşmaya başladığımızda geldiğimiz nokta arasında, büyük mesafe katettiğimizi görürüz.

Hepiniz haklı olarak şöyle sorular soracaksınız. İyi de hayatın pahalı olduğunu anlamak bu kadar kolay mı? Kendi hakikatini bulmak, kendini aşmak ya da kendini gerçekleştirmek için bir mürşide, rehbere, aracıya ve kılavuza gerek yok mu? Daha önceki yazılarımda da bu konuya kısaca değinmiştim. Burada da sözü çok fazla uzatmak istemiyorum. Günümüzde eski zamanlardaki gibi büyük âlimler ve veliler olmasa bile, yine de varlar. Kişi neyi arıyorsa, onu bulacağını aklımızdan çıkarmayalım. Hayatımızın paha biçilemez olduğunu anlayıp, uykudan uyandığımızda bize acı veren ve huzursuzluktan başka bir şey getirmeyen benlik zincirlerimizden kurtulmak için tüm şartlanmalarımızı kırmaya ve sınırlarımızı aşmaya çalışırız. Bu sınırlama ve şartlanmalar, aslında beynimizdedir. Şöyle bir benzetme yaparsam, sanırım yanlış olmaz. Son model bir Ferrariniz var. Ve siz onu çevrenizden öğrendiğiniz şartlanmaları içselleştirdiğiniz için garajınızda tutarak kullanmıyorsunuz ya da yola çıktığınız zaman 40 km’yi aşmıyorsunuz. Ya da uçsuz bucaksız birbirinden güzel meyve ağaçları ve çiçeklerin olduğu bir bahçenize çıkmayıp içindeki kulübede yaşıyorsunuz. Ondan sonra içinde bulunduğumuz durumdan şikâyet ederek kaderinize isyan ediyorsunuz. ‘Ben bu halde olacak insan mıyım’ diyorsunuz. Kapasitemizi kullanmamamızın tek sorumlusu biziz. Beynimizdeki yanlış programların oluşturduğu kilitleri açamazsak, hayatın neden pahalı olduğunu anlayamadan yaşama gözlerimizi yumarız. Kendi hakikatimizi bulmak için modern dünyada bize sunulan her imkânı kullanalım. Bilinçaltımızı tekâmülümüz doğrultusunda programlamayı öğrendiysek, çevremizdeki her insandan, okuduğumuz kitaptan, izlediğimiz film ve oyundan, dinlediğimiz müzikten, çağın yeni büyücüsü internetten, faydalanabiliriz. Bütün bunların hepsi, kendi hakikatimizin bir aynasıdır. Kilitlerimizi açabilecek kâmil insanlar ile karşılaşamadığımız için üzülmeyelim. Eğer kendi hakikatimizi bulmaya ant içtiysek, modern çağda her insan ve araç bizi hedefimize götürecek ve beynimizde hatalı işleyen programları ve virüsleri düzeltecektir. Aşk ateşini bilgiyle donattığımızda, karanlık yönümüzün en ağır basan tarafı nefreti yenip, korkularımızı dize getireceğiz. Sonuçta korkularımız sonucunda hayatta kalma dürtümüzden beslenen egomuzu, olumsuz yönlerimizin bize verdiği uyarıları değişim için kullanarak terbiye ediyoruz ve hakikat yolculuğunda aşk ile büyük dönüşüm geçirip yana yana arınıyoruz. Bu arınma sayesinde, beynimizde depolanmış hatalı bilgileri silerek yeniden programlanıyoruz ve yenileniyoruz. Bu yenilenme, bizim için adeta bir yeniden doğuş oluyor. Geriye dönüp baktığımızda, asıl hayatımıza kavuşmak için ne büyük bedeller ödediğimizi fark ederek şükrediyoruz.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
1 Yorum
  • Aranan kişi bizden Yasin 21.Ayetteki gibi olmalı aldığı ilmi kendine mal etmemeli gerçek kamil mürşid budur.Her söylediği kuranla örtüşmesi gerekiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version