Her Şeyini Kaybeden İnsanlar Hayata Nasıl Tutunur

Nuran Erez Turan 100 Görüntüleme Yorum ekle
9 Dak. Okuma

İnsanın yaşam koşullarının kötüleşmesi, sahip olduğu her şeyi kaybetmesine rağmen yaşama bağlayan en önemli sebeplerden biri inançtır.

İnançlı olmak (insani gücü kuvvetlendirir) insanın motivasyonunu artırabilir. Yaşadığı yıkımların üstesinden gelebilmesi için sağlam bir dayanak oluşturabilir.

İnsan tamamlanmak üzere doğar (yürüyemez, konuşamaz vb.). Tamamlanması gereken eksik yanları olduğunu hep düşünür.

Kendini aşmayı ister. Karşılaştığı zorlukları alt etmeyi, üst insan olmayı, güçlü olmayı ister…

Üst insan olmak (ahlaki mi yoksa makam mevki) kime göre neye göre değişkendir. İnsanların gözünde çokça maddiyatla da ölçülebilir.

Yaşama gözlerini açan tüm canlılar var olmanın heyecanıyla hareket ederler.

Güç sanki büyümenin olmanın olgunlaşmanın her türlü zorluğun fitilini iyiliğe doğru ateşleyen gibidir.

İnsanın yaşadığı tüm acılarına rağmen ona verilen yaşamı yeniden yaşamaya “varım” diyebilme gücü de olabilir.

Gücüm yok bir şeyleri değiştiremem korkusu insan için zararlı olduğu gibi, çok büyük güçleri olduğunu düşünmesi de zararlıdır. İnsan her konuda ifrat ve tefritten uzak durabilmelidir.

Peki insana ne oluyor da güç zehirlenmesine yakalanıyor?

İnsanın aklı erdiğinde güçlü olma isteği artar. Yaşadığı ortamdan geçmişinden (ezilmişlik, önemsenmeme sevgi sevgisizlik ilgi ilgisizlik vb.) görüp ettiklerinden bazen gizli bazen açık bir şekilde hesaplaşmak isteyebilir. Her şeyi ele geçirme, kontrol altına alma isteği insanın tabiatındandır.

Ben yaptım… Ben kazandım… Benim bunlar….

Bölüşmek istemez… Paylaşmak istemez…

Güç zehirlenmesi, insanların nefesini tıkayan diğer canlıların yaşam haklarını ellerinden alan bir zehir de olabilir…

İster batıl olsun ister hak tabir edilen inançlar olsun insanların psikolojilerine büyük katkı sağlayan bir nevi psikolojik tedavi yöntemleri gibidir.

İnançlar insanların tam olarak bilemedikleri konuları, hazır olmadıkları bilgilerin teskin edici etkisi nedeniyle, insanın içinde ki fırtınaları dindiren panzehir gibidir..

İnsan kültürel anlamda, bilgi görgü ahlakı değerlerle yoğrulduğu çevrenin ürünüdür…

İlk yetiştiği çevrenin zihinsel alt yapısıyla insan dünyaya bakar…

İnsan neye inanırsa inansın, hangi mesleği dini seçerse seçsin iyiyse iyidir kötü ise kötüdür…

İnsan büyüdükçe geliştikçe inançlarıyla inandığı sistemlerle kurduğu ilişkili cümleleri değişse de, kendi aynı kalabilir. Bu nedenle insanların dinleri kanunları sistemleri suçlu bulmaları biraz mantık dışıdır.

Bir suçlu aramak gerekirse insanın içinde bulunan (ilk çocuklukta mayalanmış) zayıflıklarıdır.

Temel de sorulması gereken soru şu, eğitim bu zayıf taraflarımızı fark etmemizi sağlamaz mı?

Eğitimin genel amacı bireyin zihninde, sözle, davranışla itici güç oluşturmak, insanın zihninde olmak istediklerine dair ışık yakmaktır.

“Yaşam benliği aşmaktan ibarettir.” (Nietzsche)

“Bu gizemli hayat bana sırrını verdi: Gördün mü, dedi, ben sürekli kendisini aşması gerekenim.” (Zerdüşt)

İnsan uzak olana, farklı olana, gizemli olana hep merak salmış, kimsede olmayan onda tek olsun, özel olsun biricik olsun. Herkes, “Vay be!” desin, muhatapları dize gelsin, ‘yarı tanrı’ gibi üst insan olmak istemiştir.

İnsan hayat yolunda ilerlerken işler hiçte onun istediği gibi değildir…

Acı, hüzün, kayıplar, deprem, sel, felaketler insanın belini bükmektedir.

İnsan yaşadığı olumsuzluklara rağmen hayatını yeniden inşa etmeyi, tüm belirsizliklerden arınmayı, huzur bulmayı istemektedir.

Acı ve sevinç arkadaş gibidir.

İnsanların hayatlarında, hiçbir şey yolunda gitmediği zamanlarda duygusal yoksunluk yaşadıklarında, kendi kaderlerine soğukturlar… Yaptıkları davranışların etik olup olmadığına bakamazlar. (Annesini, karısını, kızını pazarlayabilir, istismar edebilir, manevi duygularını yaşadığı (ilk çocukluk) acıları travmaları karşısında tamamen kaybedebilir.)

Elinde kalanları korumaya yönelik refleksler de geliştirebilir.

İnsanın kaybettiğini düşündüğü şeylere yönelik anılara tutunma eğilimi de olabilir.

Aç bırakılma korkusu (işten atılma, mobbing veya gidecek yeri olmayan bir çocuğun yaşadığı evde tacize maruz kalması ve çocuğun gözünde bütün bunların normalleşmesi). İyi nedir? Sevgi nedir? Gerçek sevgiyi hiç tatmadığı için normal değerleri ayırt edemez.

Yaşama olanağı bulamadığı yoksunluklar karşısında insan güçsüz düşebilir.. İnsani gücü tükenen insan kızgın öfkeli, hissiz tanrı tarafından haksızlığa uğradığını düşünen birine de dönüşebilir. Her şey onda ya azdır ya da çoktur. Acı kayıp durumlarında her zaman anlamlı çıkarımlarda bulunamayabilir…

İnsani gücü tetikleyen eşittir, alma-verme dengesini sağlayan, sevgi ilgi şefkat, merhamettir.

“Neden dünyada acı mutluluktan daha fazladır?” sorusunu insan sıkça kendine sorabilir…

Yaşadığı talihsizliklerden dem vuran insan yaşadığı zorluklar karşısında yaşamdan elde ettiği tecrübelerini her zaman sağlıklı yönetemeyebilir. İnsan belki defalarca dayanıklılık testinden geçer.

Dini inanışa göre insanın, imtihanları başarıyla geçmesi gerekmektedir.

Kur’an-ı Kerim’e göre zayıflıklarına hakim olan insan, körü körüne kimseye bağlanmaz, kendini güçlendirmenin geliştirmenin yollarını arar. Hakkı olanı alma noktasında inançlıdır. Dedikodu yapmaz, birlik beraberliğe önem verir ve egosunu eğitir hayatındaki zorluklara mutlaka çözümler üretir… Tüm dinlerin kadim öğretilerin temeli insanın zayıflıklarını alt etmesi üst insan olması üzerine kuruludur…

Hayatı boyunca acılarla boğuşan bir baba, “Ben çektim evladım çekmesin” diyerek aşırı derecede merhametini ön plana alır, acısını bir diğer insana fayda sunarak iyileştirebilir…

Kimi insan tacizle, öfkeyle, insanları aşağılayarak, mazoşist bir tavırla, acılarını hafifletmeye çalışır…

Dünya ya gelen bir bebeğin amacı büyümektir amaç büyümek ise acı ve ölümde bir nevi görünmez amaçtır.

Ölmek için doğar insan..

İnsan diğerinin amacını belirleyemez ama kendi amacını bulmak zorundadır Mühim olan bilmek veya olmak arasında sorumluluk alabilmesidir.

“Yaşamak için nedeni olan kişi, hemen her nasıla dayanabilir.” (Nietzsche)

Acı ve şeytanı güçler her yerdedir… Bazen bir insan, bazen de bir hayvan suretinde kol gezer. İnsana düşen zor durumları aşma, kendine uygun bir yol gösterici bulabilme becerisine ulaşabilmesidir.

İnsanlık alemi bütün organlarıyla kavurucu bir soğukluk içinde olabilir.

Cehennem ateşi dedikleri insanın içini yakan soğuk da olabilir. İnsan en acınılası bir durumdayken bile içinde büyük bir güce sahiptir. Yeter ki kendi var oluş gücünü keşfetsin.

Hakları çeşitli nedenlerle elinden alınan insanlar bir nevi aşağılık kompleksi duyabilirler.

Bir zamanlar içsel değerlerine ilişkin yüce önemli biri olduklarını düşünen insanların birileri tarafından haklarının gasp edilmesi haksızca işlerinin ellerinden alınması, kayıpları karşısında aşağılık duygusuna kapılmalarına neden olabilir.

İyi bir okuldan mezun olan insan, istediği işi yapma gücünden yoksunsa da acı duyabilir.

Haklarından belli bir süre yoksun bırakılan, evlerini, işlerini kaybeden vb. insanlar haklarını geri aldıklarında hemen (insan haklarının kutsallığına ) adapte olamazlar.

Victor E Frankl, toplama kampından çıktıktan sonra arkadaşıyla yürürken önlerine henüz yeni yeşermekte olan ekin tarlası çıkar ekini, “Çiğnemeyelim” der arkadaşına. O da, “Konuşma benim canımdan başka her şeyimi aldılar. Karım, çocuğum gaz odasında öldü. Sen bir yulaf sapını çiğnemeyi yasaklayacaksın.”

Haksızlıklara uğramış insanlara kötülük yapılmış olsa da bunu belli bir süre hazmedemiyor olsalar da bir başka insana kötülük yapma hakkına sahip olmadıkları gerçeğini anlamaları bazen uzun sürebilir.

Bir yulaf sapını ezmekten daha büyük sonuçları olabilir, (silahlı saldırı intihar vb.) ruhsal baskı ahlakı bozulma, “Ben bunu neden yaşadım?” diye içerleme hayal kırıklığı… İnsanın yaşadığı acılarından çıkardığı en büyük sonuç bazen, Yaratıcıdan başka hiçbir şeyden korkmaması gerektiği duygusudur.

Victor E Franklin toplama kampında kaldığı süreyi (ben bunları neden yaşıyorum yerine) insanların yararına olan psikolojilerine dair bilgileri toplayarak faydaya dönüştürmeyi başarmıştır.

Yaşamak için bir nedeni olan insanların her şeye rağmen yaşama tutunduklarını inançsız amaçsız insanların çok kısa sürede öldükleri gözlemlenmiştir.

İnsanın temelde yaşama nedeni haz almak, acıdan uzaklaşmak değil, yaşamak için bir neden bulmak, amacı olma koşuluyla acıya katlanabilmesidir.

Eski Yunan’da demonlar vardı. Bireyi, isteği dışında yönlendiren bireyi kişi içinde kişi olmaya, kısaca kişinin doğasını kötü yönde etkileyen tanrısal bir varlık yani tanrıdan düşük, insandan üstün tanrısal gücün varlığına inanırlardı.. Bireyin normal zamanlarda deneyimleyemediği dehşet verici her şeyi düşlerinde düşleyebilme özgürlüğünü kendilerine tanıyan içlerinde ki yarı tanrı demonlar…

Evlat, ana-baba katli, komşunun boğazını sıkma, anne-babadan nefreti, bütün kötülükleri (demonlar sayesinde) düşlerinde görürler, düşsel oyunlarla en kötü hallerini demonlar sayesinde yaşarlar ve kötü taraflarını alt etmiş olurlardı.

İnsanlık tarihi boyunca hiçbir bilgi boş değil, her bilgi geçerli değildir. Bilmek ufuk açıcıdır..

İnsanların git gellerini normal yollarla (tiyatro sinema sanatın her dalı spor eğitim) ile dengelenmelidir. Aksi halde günümüz insanının pisikopatolojiye yönelme olasılığının çok yüksek olduğu görülmektedir.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Danışman
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version