İbrahim Olmak mı Zor İsmail Olmak mı?

Gülay Eker 71 Görüntüleme 6 Yorum
9 Dak. Okuma

Kur’an-ı Kerim’de İbrâhim olarak geçen peygamber isminin, bazı İslam bilginleri tarafından Süryanice olduğu ve “Eb Rahîm” yani (merhametli baba) anlamına geldiği söylenmektedir.

İsmail, İbranice kökenli olup, çok övülmüş, Tanrı’yı kabul eden ve işiten anlamına gelmektedir.

Hz. İbrahim (a.s) hayatını tek bir kelimeyle özetleyin deseniz, “imtihan” derdim size. Elbette bütün peygamberler bizlere ayna olabilmek için birçok zorluğa, imtihana tâbi tutulmuşlardır… O’nun hayatında ise hepsi birbirinden farklı, zor imtihan çilelerini geçmek vardır.

Hz. İbrahim (a.s) daha çocukken bile putlara inanmazdı. Kader bu ya, babası Azer’in de mesleği put yapmaktı. Babası, satması için çarşıya gönderdiğinde O putlarla dalga geçer, yerlerde sürüklerdi.

Bir gün, yıldızlara, Güneş’e ve Ay’a ilâhlık verenlere Kuran’da En’âm Suresi 76-79. ayetlerde anlatıldığı şekliyle şöyle ders vermişti:

Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü: “Rabb’im budur.” dedi. Yıldız batınca da: “Ben batanları sevmem.” dedi.

Ay’ı doğarken gördü: “Rabb’im budur.” dedi. O da batınca: “Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum.” dedi.

Güneş’i doğarken görünce: “Rabb’im budur, bu hepsinden büyük.” dedi. O da batınca dedi ki: “Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.”

“Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah’a ortak koşanlardan değilim.”

Batanları sevmem diyordu, Hz. İbrahim (a.s).

İman etmenin ilk şartlarından birisinin sevmek olduğunu bize öğretmek istercesine…

Çok yumuşak huylu ve pek sabırlı bir yapıya sahipti. Babasına karşı Kuran”da her seferinde, “Babacığım” şeklinde hitabı bunu bize anlatmaktadır.

Meryem Suresi’nde;

Hani babasına demişti: “Babacığım! Niçin duymayan, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayacak şeylere ibadet ediyorsun?” (19/Meryem 42)

“Babacığım! Şüphesiz ki bana, sana gelmemiş olan bir ilim geldi. Bana uy ki seni dosdoğru yola ileteyim.” (19/Meryem 43)

(Babası) demişti ki: “İlahlarımdan yüz mü çeviriyorsun ey İbrahim? Şayet (bu hâline) son vermezsen seni taşlarım. Uzun süre benden uzaklaş.” (19/Meryem 46).

Günümüzde hitap etmenin bir ustalık ve ikna etmede ne kadar etkili olduğu bilinmektedir. Konuşma sanatı üzerine yüzlerce yazılar yazılmakta, seminerler verilmektedir. İşte bu yüce peygamber bunu bize çocukken öğretmektedir.

Keldânî Kabîlesi senede bir gün toplanır, bayram yapardı. Babası, Hz.brâhîm’e:

“– Sen de bugün bayram yapmak için bizimle gel!” deyince, O, hastalığını mâzeret göstererek geri dönmüştü. Puthâneye gitti. Orada gümüş, bakır ve ağaçtan yapılmış putlar vardı. Önlerine de, bereketlenmesi için yemekler konmuştu. En iri put, altından yapılmış bir tahtın üzerine oturtulmuş, sırma elbiseler giydirilip başına tâc konmuştu.

İbrâhîm (a.s) büyük putun dışındaki putların hepsini balta ile kırdı. Sonra da baltayı büyük putun boynuna astı. Akşam olunca Keldânî Kabîlesi, bayram yerinden puthâneye döndüklerinde, gördükleri manzara karşısında büyük bir şaşkınlığa düştüler. Tahmin yürüterek:

“– Bu işi yapsa yapsa ancak İbrâhîm yapar!” deyip,

“– Bu işi sen mi yaptın?” diye Hz. İbrahim (a.s) sordular.

İbrâhîm (a.s) şöyle cevapladı.

“– Büyük put, kendisinden başkasına tapınılmasını istemiyordu. Bu sebeple diğerlerine kızgındı. Sonunda hepsini balta ile parçalayıp baltayı da omuzuna asmış olabilir. İsterseniz bir de kendisine sorun! Durumu size o anlatsın!”

Putperest halk:

“– Putlar konuşmaz!” dedi.

Bunun üzerine İbrâhîm (a.s) onlara:

“– O hâlde, nasıl olur da kendilerini bile koruyamayan şu âciz varlıklar, sizi korur? Hâlâ akıllanmayacak misiniz?

İşte bu olay karşısında Nemrut hiddetinden emir verdi.Günlerce cahil halk ateş için odun topladı.

Öyle bir ateş yakıldı ki ateşin yanına yaklaşmak mümkün değildi.

Yerdeki ve gökteki melekler, hayret içinde:

“– Aman yâ Rabbî! Sen’i en çok zikreden İbrâhîm -aleyhisselâm- ateşe atılıyor! O Sen’i bir an bile unutmayan bir peygamberdir! O’na yardım etmek için bize izin verir misin Allâh’ım?” diye yalvardılar.

Allâh Teâlâ’nın izin vermesi üzerine bir melek İbrâhîm (a.s) geldi:

“– Rüzgârlar emrime verildi. Arzu edersen ateşi darmadağın edeyim!” dedi.

Diğer bir melek: “– Sular emrime verildi. İstersen ateşi bir anda söndüreyim!” dedi.

Bir başka melek: “– Toprak emrime verildi. Dilersen ateşi yere batırayım!” dedi.

İbrâhîm -aleyhisselâm- ise, bu meleklere:

“– Dost ile dostun arasına girmeyin! Rabbim ne dilerse ben ona râzıyım! Kurtarır ise, lutfundandır. Eğer yakar ise, kusûrumdandır. Sabredici olurum inşâallâh!”

Mancınığa konup ateşe atılmak üzere iken tam bir TESLİMİYET içinde: “Allâh bize yeter, o ne güzel vekîldir.” diyerek kendisini “HABİBULLAH” yapan sözü söylemiş oldu.

Ve ateş İbrahim’e (a.s) dokunmadı… Yakmadı… Hatta serinletti… Zaten de yakmazdı. Çünkü yananlar, yanmazdı ki…

Bu mucize karşında Nemrut İbrahim (a.s) uğraşmaktan vazgeçti, hatta senin Allah’ına kurbanlar adayacağım dedi…İman olmayınca ne kadar kurban adadığının ne önemi olabilirdi ki…

Ve hicret…

Azıcık inanan müminlerle yola çıkıldı.

Sare annemiz amcasının kızıydı ve onunla evlendi. Lut (a.s) ve inanan birkaç müminle Harran’a hicret etti. Ordan Şam ve Mısır’a hicret etti. Lut (a.s) da peygamber olarak Sodom’a göç etti.

Mısır’da yine bir imtihan sonrası ,firavun cariyesi Hacer annemizi yardımcı olarak onlara verildi.

Hz.ibrahim (a.s), Sare ve Hacer Mısır ‘dan Filistine Seb bölgesine yerleştiler.

Sare annemizin çocuğu olmadığı için kendi elleriyle Hz. İbrahim (a.s) Hacer annemiz ile evlendirdi..

Ve Efendimizin (s.a.v.) soyu buradan gelecek olan Hz. İsmail (a.s) dünyaya geldi. Ancak, Sare annemiz kadınlık duygusu ile kıskanarak onları farklı bir beldeye götürmesini istedi.

Bu yolculuk çok çetindi. Yolda hiç konuşulmayacaktı..

Susmak… Susmak… Yine susmak…

Ta ki, Mekke’de onları bırakıp tam dönerken, Hz. Hacer seslendi;

“Ey İbrahim, bizi burada, hiçbir insanın hiçbir yoldaşın bulunmadığı bir yerde bırakıp nereye gidiyorsun?” Hz. İbrahim (a.s.), (emir gereği) ona dönüp bakmadı bile. Anne, tekrar (üçüncü kere) seslendi. “Böyle yapmanı sana Allah mı emretti?” dedi. Hz. İbrahim “Evet!” dedi. Bunun üzerine Hz. Hacer; “Öyleyse (Rabbimiz bizi korur), bizi burada perişan etmez!” dedi.

Şimdi hayal edin, tek başınıza bir bebekle ıssız bir beldede eşiniz tarafından bırakılıyorsunuz. Bu nasıl bir imtihan?

İşte şimdi, ümitsiz olan her kişiye anlattığım kısma geldik… (Bir an zamanı geri alın ve o beldeye yolculuk yapın.)

Düşünün şimdi bebeğinizi çölün sıcağında bir yere bırakıyorsunuz…Suyunuz bitmiş, bebeğiniz ağlıyor. Kimse yok. Karşınızda iki tepe… Koşuyorsunuz… Önce Sefa denilecek tepeye, kimse yok, aşağıya iniyorsunuz ama buradan bebeğimiz görülmüyor o yüzden hızlıca koşuyorsunuz. (umre ve hacda iki yeşil direk arası bizler de Hz. Hacer gibi koşarız.) Diğer tepe olan Merve’ye geldiğinizde bebeğinizi görüp ferahlıyorsunuz. Ama ortalıkta yine kimseler yok. Ve bu gidiş gelişler tam yedi kez devam ediyor. Yılmıyorsunuz…Yedi kez gidip geliyorsunuz.

…………….

Umudun tam tükendiği andasınız ve birden İsmail’in topuğunu vurduğu yerden suyun fışkırışına şahit oluyorsunuz. Ne hoş değil mi..?

Yalnız değilsiniz…

Hz. Hacer şaşkınlıkla zem zem (dur dur) dedi. Suyun etrafını çevreledi. Suyu gören kuşlar gelmeye başladı. Kuşları gören cürm kabilesi de gelip beldeye yerleşti… Böylelikle Mekke şehrinin temelleri atılmış oldu.

İsmail büyüdü. Hz. İbrahim (a.s) ziyarete gelip oğlunu görüyordu… Peygamberin en büyük imtihanı şimdi başlıyordu.

Üst üste gördüğü rüya ile oğlunu kurban etmesi emredilmişti. Şeytan önce Hz. Hacer’e yaklaştı, sonra Hz. İsmail’e… En son da babaya… Hiçbirini ikna edemedi. Hacda şeytan taşlamanın sırrı da işte buradaydı.

Bir baba düşünün ki yıllar sonra bir evladı oluyor ve onu kurban etmesi isteniyor.

Ey yavrucuğum, seni rüyamda boğazladığımı görüyorum. Buna ne dersin?” Hz. İsmail, teslimiyet abidesiydi. Babasına: “Ey babacığım, ne emrolunuyorsan yap! Sen, beni inşallah sabredenlerden bulacaksın” dedi. (Sâffât 37/102)

Ve bıçak kesmedi. Ne İbrâhim peygamber keser gibi yaptı, ne de İsmail kesmez diye başını taşa yasladı.

İkisi de TESLİMİYET ABİDESİYDİ.

“Biz oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona iyi bir nam bıraktık. İbrahim’e selam, dedik. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o bizim mü’min kullarımızdandır.” (Sâffât 37/107-111)

Kuran’da 21 sürede 69 defa ismi zikredilen bu yüce peygambere ve mübarek evladına selam olsun…

Bu yüce insanları anlatmak benim haddim olmasada birgün inşallah buluşabilirsek kendi ağızlarından dinlemek tüm yazımı okuyanlara nasip olsun inşallah.

Yarın babalar günü. Bu vesileyle yüreğinde baba şefkati olan tüm erkeklerin şimdiden babalar gününü kutlarım.

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Gülay Eker
Bağlantılar:
Öğretmen / Yazar
6 Yorum
  • Sabrı bilmek başka uygulamak bambaşkadır.İbrahim(a.s.) ın hayatı mutlak öğrenilmeli ve uygulama çabası içinde olunmalıdır.Yazı için teşekkürler…

  • Sabır ve imtihanın bizlerden öncekilere verildiğini zannederdim , meğer dünya imtihan dünyasıymış .Bizleri yine güzel bir yolculuğa çıkardığınız için çok teşekkür ederiz elinize emeğinize sağlık Gülay Hanım.

  • Sayın hocam! Ben yıllar önce kurban konulu tez çalışmasına katılmıştı… Yazınız mükemmel derim… Esasen bizlerin (Müslümanların) dinimizi öğrenirken İbrahim as ile İsmail as mın inançlarındaki samimiyeti anlamamız lazım. Samimiyet olmasa teslimiyet olmaz derim… Yazınızı sindire sindire okudum.. Tebrikler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version