İstanbul

56 Görüntüleme
4 Dak. Okuma

Medeniyetlerin merkezi… Dünyanın başşehri… Sırların gizli olduğu aziz toprak… Ve dünyadaki dört kutsal, mübarek beldenin dördüncüsü: Mekke, Medine, Kudüs ve İstanbul…

Yahya Kemal’in Aziz İstanbul’u, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Sermet Muhtar Alus’a, Abdulhak Şinasi Hisar’dan Necip Fazıl’a kadar her şairin, yazarın, bestekârın dilinde o tebessümün, o büyüklüğün, gururun ifadesi: İstanbul…

Tarihin seyre daldığı, kâinattaki tüm güzelliğin kendinde toplandığı, hayrın ve şerrin de koynunda gezdiği ulu şehir…

Ve en kutsal mabetlere ev sahipliği yapan, çeşitli inançların karması olan ve en sonda Fatih’in yüreğiyle ve cesaretiyle İslam’ın mührünü vurduğu şehir: İstanbul…

Ne şiirler yazıldı, ne destanlar söylendi sana ey İstanbul. Nice şairler kalem oynattı uğrunda, nice kahramanlar can evinden uçtu, feda-i can eyledi senin aşkından. Peygamberin (s.a.v.) hadisinde can buldun ve o canı kâinata yaydın güzellik ve tüm ihtişamınla. Türk’ün görklü memleketi, her sokağında, her mahallesinde, her kaldırımında ve her köşesinde insanı büyüleyen bir letafetle karşılıyor insanlığı. Sanki İstanbul bir güzel şehir değil, “güzel” bir İstanbul’dur. Güzellik bu muhteşem kent ile anlamlı oluyor.

Üstad Necip Fazıl, “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar, onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.” derken içimdeki duygulara tercüman oluyor. Süheyl Ünver İstanbul’u çizerken her fırça darbesinde yine içimizi okuyor, hâlimize tercüman oluyor. 3. Selim Han yaptığı bestelerle yine bizi bizden alıyor, mûsikînin zirvelerinde dolandırıyor bizleri. Sinan yaptığı mimari eserlerle bizi estetiğin içinde eritiyor tabir-i caizse. Bu kadîm şehri gezerken, ecdat yadigârı eserleri her temaşa ettiğimde o taşlara sinen ruhu, o taşlardaki estetiği hissediyor, taşlara hayat veren atalarımızı yâd ediyor, bir yandan da İstanbul’u ruh kalıbıma sokuyorum. Ruhumun en derin köşelerinde bu şehrin kalıcı izleri kalıyor. Kalmaya da devam edecektir.

İstanbul’dan bahsederken Kanuni’den, Has Mimarân Koca Sinan’dan bahsetmemek ya da Selim Han’dan, Yıldırım Bayezid’den, Sultan 2. Bayezid’den, Sultan Abdulhamit’ten, Ziya Gökalp’ten bahsetmemek olmaz. Günümüze biraz daha yaklaşırsak Süheyl Ünver Hoca’dan, Mehmet Kaplan Hocamızdan, Haluk Dursun Hocamızdan, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan söz söylemezsek, Sâmiha Ayverdi Hanımefendi’nin tedrisatından bir nebze ders almazsak, Mihmandar-ı Resul Ebu Eyyub-el Ensari Hazretleri’ne hiç uğramazsak tarih bizi affetmez. İstanbul’u hiç anlamamış oluruz. İstanbul’u İstanbul yapan özelliklerden sadece bir tanesi işte budur. Şairleriyle, yazarlarıyla, edipleriyle, bestekârlarıyla canlı bir varlıktır bu kadîm şehir. Herkese nâçizane tavsiyem; İstanbul’da ikamet edenler, bu aziz şehri yaşayın. Kokusunu alın, tadına varın, eserlerini bu ruhla ziyaret edin. Tarihini anlatmaya burada ne kelimeler yeter ne cümleler. Binlerce yıllık tarih burada iki sayfaya sığmaz, zaten burada tarih değil daha çok edebî yönünü konuşuyoruz.

Son olarak tarihin ve edebiyatın kendisidir İstanbul. Kâinâtı koynunda saklayan bir anne kucağı gibidir bu şehir ya da düşmanı enseleyen, Türk’ün dünyaya attığı silinmez bir imzadır İstanbul. Ben de diyorum ki: İstanbul bir gelin gibidir, Türk’ten başkasına yâr olmaz. Yazımı Yahya Kemal’den bir dörtlükle bitiriyorum:

“Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü’yada,
sen de çok yıl yaşayan, sen de ölen, sen de yatan…”
(Yahya Kemal Beyatlı)

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version