Kabul ve Mana

Kürşat Oğurlu 21 Görüntüleme Yorum ekle
7 Dak. Okuma

Ölüm olmasaydı onu icat etmek zorundan kalırdık.
“Voltaire”

Sana nasihat edici olarak ölüm yeter.
“Hz. Muhammed (s.a.v.)”

Neden buradayız? Niçin yaşıyoruz? Nasıl yaşayacağız? Yaşamın anlamına dair bir fikrimiz yoksa nasıl yaşayacağız? Yaşamın sonunda bizi ölüm bekliyorsa ve dünya sonsuza kadar sürmüyorsa, o zaman hayatın anlamı nedir?

Terapi sürecinde ölüme/ölümlü olmaya dair aşırı kaygısı(ki ölüm kaygısı kendisini genelde maskelenmiş, farklı kaygı türleri şeklinde gösterir) olan danışanlarla çalışırken, danışanlara ölümün olmadığı bir dünya hayal etmelerini söylerim ve bunun yanında Saramago’nun Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş kitabında çizdiği ölümün yokluğu çerçevesini, ölümlü olma ile karşılaştırma üzerine düşünmelerini isterim. Çünkü insan zıddını düşünmeden ne üzerine düşündüğünü tam manada anlayamaz.

Peki siz hiç ölümün olmadığı bir dünya hayal ettiniz mi? Şu anki yaşamınızın sonsuza değin ebedi tekrar ile dönüp duracağını bilseydiniz ne olurdu? Ölüm, ürkütücü olmasının yanında başka bir işleve de sahip olabilir mi? Yani ölümden sürekli korkmalı mıyız?

İnsan her ne kadar hayvanlar gibi içgüdüsel özelliklere sahip olsa da akli melekeleri ile hayvani yanını aşarak farklı katmanlara geçiş yapar. İçgüdülerle hareket etse bile, içgüdülerini ve nedenini sorgular. Yaşamı, dünyayı, yaşamın amacını, anlamını sorgular ve yaşama dair anlam örgüsü kurmaya çalışır. Çünkü insan bilmek ister, ölümlü olmak nedir ve buna rağmen nasıl yaşanır? Sorularının cevabını. İşte tüm canlılar ve keza insan için ölümün kaçınılmaz oluşu, insanda yaşamın geçici oluşuna dair yoğun bir kaygı meydana getirir. Kaygı o denli büyüktür ki, insan enerjisinin önemli bir kısmını ölümün inkarı için tüketir. Bu hem bireysel hem de toplumsal yaşamda böyledir. Ölen kişinin ardından yapılan cenaze ritüllerini düşünün, tamamı kişileri ölüm fikrinden uzaklaştırıp dünyevi yaşama hızlı şekilde adapte etme üzerine kuruludur. Ölümlülük üzerine konuşulmaz, ölümün hep çevresinde dolaşılır; çünkü ölüm yaşayan insanlar için kara deliği andırır. İnsan, hiçliği konuşamaz, hiçliği somut bir hale getiremez. Sokrates ise bunu fark etmiş olacak ki tarihin her döneminde yaşadığımız ızdıraba, ölümü inkar çabamıza cevap olarak ölümle ilgili şunları söyler:

“Ölüm ya hiçliğe gitmektir ki bu durumda derin ve rüyasız bir uykudan ibaret olacağından ondan korkmaya gerek yoktur veya ölüm yeni bir hayata giden bir geçittir o halde yeni bir yaşama ve yeni bir görevler olacaktır, o görevleri yerine getirmek mutluluktur.”

Ölüm her yerde ve her zaman bulunur. Yaşamın zıddı ölüm ise, yaşam ölüme yaslanır. Var olan (insan), var olma hissini her an ölebilme ihtimalinden alır; çünkü yaşam sürekli olsa idi, yaşamı fark etmezdik; örneğin, sürekli beyaz olsaydı siyahı bilemeyeceğimiz gibi. İnsanlık tarihi, insanların ölüm karşısında ne yaptığıdır, der Hegel. Modern tıp, bilimsel ilerleme, sağlıklı yaşam, savaşlar… Tüm bu çaba ve ilerleme insanların ölüm kaygısı karşısında ortaya koyduğu çabalardan ibarettir. İnsanlar sürekli gündelik yaşam uğraşıları ile ölüme karşı bir tarih manifestosu oluşturmuştur. Bunun nedeni de, aklın sürekli bir şeylerle meşgul olması, insanı ölümlü olma fikrinden uzaklaştırmasıdır. Ve insan tüm bu ölümü inkar çabalarına yaslanarak üzerine oturduğu tarih kürsüsünde aklını merkeze alıp, tüm ihtişamıyla bağırmak istiyor, çaresizce: yaşam benim elimde ve onu istediğim gibi şekillendiririm. Lakin gel gör ki, ölümlü olmayı ortadan kaldıramıyor ve bu nedenle de tüm enerjisini ölümlü olma fikrini inkar üzerinde tüketiyor.

Peki ölümlü olma insanı neden bu kadar ürkütüyor? Tüm kaygılarımız ölüm kaygısının maskelenmiş haliyse, ölümlü olma bize yaşamı daha dolu dolu yaşamak için ne kazandırabilir? Ölüm kaçınılmaz bir gerçekli ise, sürekli inkar etmek yaşamı anlamamıza engel olabilir mi?

Yalom, ölüm korkusunun bazen nedeni bazen de sonucu olarak şunları söyler: belirsizlik, bedenin çürümesi, yalnızlık, yakınlarını kaybetme, kendi ölümü sonucu yakınlarının acı çekmesi, ölüm sırasında çekilmesi muhtemel acılar, varlığın sona ermesi düşüncesi. Yalom’un belirttiği nedenlerden anlıyoruz ki, ölüm üzerine düşünemeyince ölümle ilişkili düşünceler bizi daha çok ilgilendiriyor. Çünkü herkes kendi ölümünün cahilidir 🙂 . Sürekli ölüm, ölümlü olma fikri zihnimizi meşgul etseydi, yaşam ızdıraplarla dolu olurdu. Evet, ölüm korkusu kişinin kendini tehlikelerden koruması ve hayatını idame ettirmesi için gereklidir. Ama sürekli gündemimizde olursa, yaşamımızı devam ettirmek güçleşir. Çünkü ölümlü olma fikriyle karşı karşıya kalınca insan şunu fark eder; varlık(insan) sonludur ve insanı aşan bir gerçeklik var (ölüm; dokunamadığın, üzerine konuşamadığın, tecrübe etmediğin). Tam da burada Victor Frankl, ölüm kaygısının insana yaşamın anlamını sorgulattığını söyler. Fakat insan yaşamın genel anlamını hiç bir zaman bilemez(ki tüm semavi dinlerde de böyledir); yaşamın anlamı bulunulan anla ilişkilidir. Frankl bunu anlatmak için şu örneği verir: yaşamın genel anlamını sorgulayan insanın misali, satranç ustasına satrancın en iyi hamlesini sormak gibidir, karşıdaki rakibin hamlesinden ve belli bir durumdan bağımsız olarak iyi hamle tarifi yoktur. Yaşamın anlamının bulunulan anla hemdem olması ve ölüm fikri, varoluşun yani yaşamın ertelenemeyeceğini, yaşamak için hal zamanımızın olduğunu ve istediğimiz zaman hayatımızı değiştirebileceğimizi hatırlatır.

Ölüm ne yaşayan için ne de ölmüş olan için korkulacak bir şey olamaz; çünkü yaşayan için ölüm yoktur, ölmüş olan için ise zaten yaşam yoktur.
“Epikür”

Yalom “ölümün fizikseliği insanı tahrip etse de ölüm fikrinin onu koruduğunu” söyler. Hem ölmekten korkuyoruz hem de bu korkunun bizi koruyacağını söylüyoruz. İlginç! Peki nasıl? Ölümlülük fikri, yaşamın bir kere olduğunu hatırlatır bize ve insan yaşamın bir kere olduğunu fark edince, yaşamı daha anlamlı kılan değerler üzerine düşünür. Neden sorusu yerini nasıl yaşamalıyım sorusuna bırakır. Çünkü her insan kendi dünyasından, yaşam tarzından, seçimlerinden, hareketlerinden ve eylemlerinden sorumludur (Yalom); yani her nefes bir mürekkep misali insanın kendi yaşamını yazması için kullanılır. Her yaşam biriciktir ve seçimlerimiz ile şekillenir. Gerçek manada özgürlük, ölümlülük fikrini kabul etme ve yaşamı bu kaçınılmaz gerçekliğin üzerine bina etmekle olur. Gündelik olanın, sıradanlaşanın (gaflet hali bu anlama gelir) dışına çıkarak, ölüm fikrine dair körlüğümüzü fark edince yaşam başlamış olacak. Körler Ülkesi kitabında Wells’in dedi gibi “Körler Ülkesi’nde tek gözlü insan kraldır” ufkunu yakalama umuduyla yazımı Rahmetli Doğan Cüceloğlu’nun bir sözü ile son vereyim:

Sıradan insan, sonsuz yaşamı zemin kabul ederek yaşamını anlamlandırırken, savaşçı her an ölüm bilincini kabul ederek, günlük yaşamını anlamlandırıyor.

Kitap önerileri:
Victor Frankl – İnsanın Anlam Arayışı
Jose Saramago – Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş
Jose Saramago – Körlük
H.G.Wells – Körler Ülkesi
Engin Gençtan – İnsan Olmak

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Psikolog
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version