Kuyruğunu Isıran Yılan

Ömer Özen 80 Görüntüleme Yorum ekle
8 Dak. Okuma

İçimde birkaç anı kaldı.
Ateş gibiydim, kime değdiysem canı yandı.
Hatırladığım hadiselerin kaçı gerçek?
Kaçı yanlı?
Kaçında ben hatalıydım kim bilir?
Kurusu yandı, yaşı yandı… 

Sarp PALAUR (Şanışer)

Muhtar gömleğini değiştirdi.

Bugünlerde nedense ve neredeyse durmadan bir sıcak basıyordu. Ama o şimdi İnsan Kaynakları’nda yıllardır çalışan Iraz Hanım’ın ya da lakabıyla Iraz Ana’nın karşısına mümkün olduğunca temiz çıkmak istiyordu. Gerçi “İnsan Kaynakları” demek bile ona hala gülünç geliyordu. İş hayatında bazı yeniliklerin hiç oturmadığına inanıyordu. Iraz Ana da “İnsan Kaynakları”nda çalışmaya başlamamıştı, o “Personel” de çalışmaya başlamıştı. Hatta şimdi de “değerlendirme toplantısı” değil disiplin kurulunun sorgusuna çağrılıyordu. Bayram yani “çalışma arkadaşımız” değil de “işçi” olarak “takım lideri” değil “çavuş”u olan kendisiyle “bir konu hakkında müzakere” etmemiş, “emrine itaatsizlik” etmişti. İşte olay bu kadar basitti.

Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse Bayram’a karşı tamamen tarafsız olduğunu söylemek mümkün değildi. Daha işe başladığı ilk günden itibaren bir şekilde ona ısınmış ve onu kanatları altına almıştı. Neredeyse bildiği her şeyi öğretmişti. Yani tabii ki sadece kendisinin bildiği şeyler olmalıydı. Eskilerin verdiği en değerli nasihatlerden biri de bildiğin her şeyi öğretmemekti, yoksa senden vazgeçmemeleri için bir neden kalmazdı. Ama Bayram önce ondan inatla kendine sakladığı bilgi ve işlemleri isteyerek aralarını biraz bozmuştu. Daha sonra da onun tüm uyarılarına rağmen bildiklerini başkalarıyla tartışırken defalarca yakalamıştı. Herkesin kendi işine bakması gerekirdi tabii ki. Başkalarının işlerine farklı bir bakış açısı getireceklerini sanmak tamamen hadsizlikti. Bu küçük fikir ayrılıklarının oluşturduğu çatlak yavaş yavaş aralarının açılmasına neden olmuştu. İşte o zamanlardan başlayarak Muhtar Bayram’a sinir oluyordu. Mümkünse onun faydasına olacak şeyleri değiştirmeye başlamıştı. Hatta kendi vardiyasından sonra nazının geçtiği diğer vardiyalarda da Bayram’ı yalnızlaştırmaya başlamıştı. Bu limoni durumlarında özellikle yeni gelen işçilere de ders olması bakımından sertçe iki dakikada geçmesini istediği yerin başına Bayram’ın geçmesi beş dakikayı bulmuştu. Mahcup olacağına tedbirleri almadan işe başlayamayacağını söyleyerek diklenince Muhtar son kararını vermiş ve biraz burnunu sürtmek için eskinin “disiplin” olarak adlandırdığı süreci başlatmıştı.

Büyük ihtimalle birkaç saat önce Iraz Ana Bayram’ı yeteri kadar azarladıktan sonra olması gereken süreç aslında sona ermişti ama prosedürün işlemesi için kendisi ile de konuşmaları gerektiğini biliyordu. Yani belki sadece ona verilen uyarıyı kendisine baş başa söyleyecekler ve hak ettiği gibi kendisini bir süre pohpohlayacaklardı.

Bu düşüncelerle bıyık altında gülen yüzüyle Iraz Ana’nın kapısını çaldı. Merhabalaşmaları ve çay ocağından ona özel demli ve duble çayından ilk yudumunu aldıktan sonra sazı eline almaya karar verdi:

“Iraz Hanım, ben değerli vaktinizi de çok fazla almak istemem. Yavaştan olayı anlatmaya başlayayım mı?”

“Gerek yok Muhtar Usta, olayı bir sürü kişiden bir sürü kere dinledim zaten” diyen Iraz Ana onu tam olarak terslememişti ama dostça yanaştığı da söylenemezdi. Böylece Muhtar’ın yüzünde gizlice asılı olan sırıtma önce dondu, sonra bir buzun kırılıp suya karıştığı gibi asık suratının içinde eridi. Bu beklediği yaklaşım değildi, beklediği kadar kolayca atlatamayabilir miydi? Geçen her saniye onu daha fazla germeye başlamıştı ki Iraz Ana arayı uzatmadan tekrar konuşmaya başladı:

“Muhtar Usta’m, şimdiki amirlik pozisyonuna nasıl yükseldiğini hatırlıyor musun?”

“Hatırlamaz olur muyum? Biraz da o zamanki amirle takışarak makinelerin bakımını sahiplenmiş ve saatte 60 parça olan üretimi 64’e çıkarmayı vaat etmiştim. Siz bana gerekli şansı verince de ortalama 65 parça ile rekor kırmıştım!”

“Evet, her zaman makinelerin dilinden çok iyi anladın. Peki, şimdi dakikada kaç parça üretiyorsunuz?”

“Son değişiklikler ile saatte 77 parçaya kadar çıkıyoruz!”

“Peki, son değişiklikleri kimin önerdiğini biliyor musun?”

“Makinelerin üretici firmasından güncelleme aldık diye biliyorum ama…”

“Yanlış biliyorsun. Son iki güncelleme Bayram’ın önerisi ile yapılan çalışma sonrası gerekli görülüp yapıldı. Hatta ona da gelenek olduğu üzere küçük altınları toplantılarda takdim edildi, sen o toplantılarda yok muydun?”

“Vardım tabii ki ama o kalabalıkta dikkatimden kaçmış demek ki!”

“Peki, en fazla iş kazası yaşadığımız vardiyanın hangisi olduğunu biliyor musun?”

“Yeni alımlarda maalesef eskisi kadar kaliteli çocukları pek göremedik ama yine benimki birinci değildir herhalde?”

“Hım, bizim işimizi yapamadığımızı ima ediyorsun ama maalesef senin vardiyan bu konuda öyle bir birinci ki ikinci ile aranızda yarı yarıya fark var!”

“Yani, bunlar olabilen şeyler. Yine de kendime yakıştıramadım, bu konuya eğilip bundan sonra “sıfır iş kazası” sözü verebilirim sanırım!”

“Ben pek emin değilim o konuda Muhtar Ustam. Bize Bayram’ı geç kaldığı için şikayet ederken mazeretini söylememiştin. Şimdi hatırlıyor musun peki?”

“İş kıyafetleri ile ilgili bir şeyler zırvalamıştı galiba…”

“Kişisel koruyucu ekipmanlarını tam olarak giymesi gerektiğini ve bunun iki dakika da mümkün olmadığını biliyor olduğunu söyledi desem…”

Muhtar’ın iyiden iyiye bozulmuştu. Bir süre sessiz kaldıktan sonra  şakaklarını sıkarak ve bir nebze de sesini yükselterek konuşmaya başladı:

“Yani Bayram’ı ceza vermeden kurtarıp benim otoritemi sarsmayı mı düşünüyorsunuz? Siz beni böyle arkamdan bıçaklarsanız çok sevdiğiniz o “performans hedefi” zırvalarını nasıl yakalamamı bekliyorsunuz?”

“Evet, konuya geldiğimiz iyi oldu Muhtar Usta. “Performans hedefi” zırvalarını artık senden istemesek mi diye düşünüyoruz. Az önce söylediğim gibi sen bizim çok değerli bir ustasın ve bu fabrikada makinelerin dilinden en çok anlayan kişilerden birisin. Ama zaman değişiyor biliyorsun. Artık sen olmasan da makineler bize derdini anlatıyor. Hatta makineler bizim dertlerimizi sorup onları çözmeye başladılar. Bütün işlerimizi yapay zekaya devretmek artık sandığın kadar uzak değil! Hele de bunları zırvalık olarak gören birisinin yerine bu sistemin içinde kendini yavaşça ispat etmiş ve saatte 84 parçaya kadar çıkabileceğini söyleyen bir aday varsa senin zorlamamıza gerek olmadığına karar verdik! Sana niye amirliğe nasıl yükseldiğini sorarak başladığımı anladığını düşünüyorum!”

“Ama daha hiçbir şey bilmezken Bayram’ı alıp her şeyi öğreten bendim…” diye savunmasına başlasa da buradan bir şey çıkmayacağını anlayan Muhtar önce sesini iyice alçalttı ve en sonda cümleyi kaldığı yerden yutup uzunca bir süre suskun kaldı. En sonunda neredeyse mırıldanarak konuşmaya devam etti: “Yani önce bir kalan izinlerimi kullandırıp sonra da başka bir pozisyon ayarlamaya çalışacak ama bir yandan çıkışımı istersem sevineceksiniz.” Yine uzunca bir sessizliğin ardından belki istemsizce birkaç kelime daha düştü dudaklarından: “Peki, bu nasıl oldu?”

“Şöyle oldu sanırım. Bir süre sonra makineleri dinlemeyi bırakıp başkalarını ama en çok da kibrini dinlemeye başladın. Ve o zamandan beri hep kendini aşırı bir sıcağın içinde hissediyorsun. Peki, bir yılan aşırı sıcakta kalırsa ne olur biliyor musun? Stres ve kafa karışıklığı yaşar. Bu arada açlığı da iyice bastırır ve iştahı iyice artar. Artık bir şey yemek için hızlıca etrafına bakınırken çok, çok yakında kendisine çok benzeyen bir şey görür. Ben bu kadar yakınımda bunu nasıl göremedim diye düşünür ve onu ısırır. Ama işte kafası o kadar karışıktır ki ısırdığının kendi kuyruğu olduğunu belki de hiç anlayamaz!”

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Ömer Özen
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version