Mitomani (Yalan Söyleme Hastalığı)

Büşra Bakırcı 24 Görüntüleme Yorum ekle
8 Dak. Okuma

Yalan söylemek ihtiyaç mıdır?

Değilse, ihtiyaç haline getirmemizin altında yatan sebepler neler?

Pekala, günlük rutin işlerin en başına yalan söylemeyi koyan bireylere ne demeli?

Üç öğün yemek yemek gibi su içmek gibi buna ihtiyaç duyuyorum diye savunma mekanizması oluşturanlar?

Cevapsız sorular olmadığının elbette bilincindeyiz.

Soruları cevaplayacak olursak?

Mitomani (yalan söyleme hastalığı) bir çeşit dürtü kontrol bozukluğu olup; temeli çocukluktan gelir. Çocukluktan gelmesinin tek sebebi; çocukların, ebeveynlerinin yanlış tutum ve davranışlarını örnek almasıdır.

Yalan söyleme ihtiyacı bireyde psikolojik baskı olarak gelişir. Doğru söylediğine inanılmayan bireyin çalacağı ilk kapı, kontrolsüzce yalan olacaktır. Zaman zaman kendine inanılmadığını düşünen birey; konuşma esnasında olsun fikir birliğinde olsun onaylanmak ister. Onaylanma ihtiyacı hisseden birey, fikir ayrılığına düştüğü bireyler ile konuşabilmek, anlaşabilmek adına onların savunduğu fikir hakkında onaylanabileceği yalanlar söylemeye başlar.

Mitomani, bir insanda bu şekilde zuhur ederken bunu nasıl ayırt edebiliriz?

Yalan söyleyen bireyleri anlamamız sandığımız kadar kolay mı?

Mitomani, insanda ruhsal gerginliğin temelini oluşturur. Bu duruma sebep ise, insan beyninin mantık üzerine kurulu olmasıdır. Söylenilen yalan ve eylemler, gerçekte var olan durum ile tezatlık gösterdiğinde beyin otomatik olarak tüm hücrelere, nöronların her birine uyumsuzluk sinyali gönderir. Yalan söyleyen bireyleri öncelikle vücut dillerinden okumak esastır; bunun için ise sağlam vücut dili bilgisine sahip olmanız gerekmektedir.

Yalan esnasında beden o kadar hareketli bir hale gelir ki, birey çoğu zaman kontrol altına almakta güçlük çeker. Buna bağlı olarak yalan eylemi gerçekleştiğinde kan akışı ve kalp atışları hızlanır, birey stres altına girmekten kendini alıkoyamaz.

Strese giren bireyin kan akışı ilk olarak sindirim sistemini etkisi altına alır, buradan çekilerek savunma organlarımız olan kol ve bacaklarımıza doğru akış içine girer, bireyde hareket artışı ikiye katlanır.

Artan hareket enerjisi, bireyin yalan söylerken daha fazla kıpırdamasına, sağa sola sallanarak sürekli otur-kalk yapmasına sebep olur. Yakalanma ihtimalini düşünen birey, yalan söyleme esnasında bahaneler üreterek gerilim ortamından uzaklaşmak ister. “Su içmem gerek, lavaboya gitmeliyim” gibi.

Normal bireyler konuşma esnasında, anlattığı konuya yönelik destek ve tamamlama amaçlı jest ve mimiklerini mantık ve uyum çerçevesinde çok fazla kullanırken, yalan söyleyen bireyin jest ve mimikleri birbiri ile uyum sağlamaz. İstem dışı olarak birey kontrol edemeyeceği ellerini saklamak isteyeceğinden; avuç içine ellerini sıkıştırır.
Avuç içlerimiz; güvenin, doğruluğun, doğru ifadelerin sembolüdür. Doğru konuşan insan konuşma esnasında asla avuçlarını saklamaz, tam aksine ellerini daha çok kullanır. Yalan söyleyen birey için de durum tam tersi.

Çünkü; beyin öyle muazzam bir organdır ki, bireyin “Bana güvenebilirsin, doğru söylüyorum” dediği an bunun tamamen yalan olduğunu salgıladığı hormonlardan ve göstermiş olduğu endişeden dolayı algılar, otomatik ve sistematik bir şekilde kişiye “Avuç içlerini saklama komutu” verir.

Burnumuz…

Bilirsiniz ki çocukluğumuzdan beri ebeveynlerimiz hep söyler:

“Yalan söylersen, burnun tıpkı bir Pinokyo gibi uzar.”

Tabi Pinokyo’nun hayat hikayesini dahi bilmeyen çocuk, ona neden benzetildiğini nereden bilsin.

Zamanla anlardık veyahut anlarlardı benzetmenin ne kadar doğru olduğunu.

Benzetmenin temelinde yatan sebep; burnumuzun yalanla bağdaştırılmış bir organ olmasıdır.

Sinir sistemimizin en hassas uçları burnumuzda olduğundan, beynin verdiği uyumsuzluk sinyalleri ilk burnumuzda kendini belli eder. Tepki olarak, burun kaşınmaya ve karıncalaşmaya başlar. Buradan anlaşılmasın ki her burnu kaşınan veya karıncalanan birey yalan söyler. Zaten bunu ayırt etmemiz için beyin bir sistem gerçekleştirmiş. Çünkü gerçek anlamda burnu kaşınan bir insan, sert darbelerle burnunu kaşımaya yönelir. Yalan söyleyen birey ise tam tersi bir davranış ile daha nazik ve küçük hareketlerle burnunu kaşımaktadır.

Gözlerimiz…

Gözleri kaçırmak, yalanın en etkili belirtisidir. Yalan söyleyen bireyin göz bebekleri küçülür ve sürekli başka yerlere bakar. Konuşma esnasında gözlerini sürekli kaçıran birey ile göz teması kurmak oldukça zordur. Yalan söyleyen birey konuşma esnasında “Aaa, aklıma gelmedi bir dakika düşünüyüm” derken otomatik olarak gözlerini bulunduğu yerin hemen tam sol üst boşluğa diker, el hareketleri ile “Düşünüyorum” ifadesini destekler. Beyin burada bize aslında ipucu verir, yalan söyleyen birey düşünürken sola, doğru söyleyen birey de düşünürken sağa bakar.

Eller…

Eldeki herhangi bir cisimin yüze yaklaştırılması ve yüzü kapatma isteği de yalanın bir başka belirtisidir.

Çünkü yalan söyleyen bireyin yüzünde oluşan sıcaklık ve kan basıncı beyni tetikler. Tetiklenen beyin, otomatik olarak utanma sinyali göndererek bireyin yüzünü kapatmaya çalışmasını sağlar.

Tüm vücudumuz, sistemimiz bile yalan söylememize karşı iken bunu gizlemeye çalışma, insanları farklı davranış biçimine itmektedir.

İnsanlar, çevreden hayat şartlarından, bulunduğu durumdan elbette etkilenir. Bana kalırsanız buna en büyük sebep ebeveyn…

O kadar mükemmeliyetçi ebeveynlerimiz var ki, her şeyin kusursuz olmasını bekleyen.

Bakıyorum da çocuklarımızın kendine ait bir fikri dahi yok.

Neden yok?

Niçin bu bir birey olduğunu görmezden gelişiniz?

Eğitimin ailede başladığını ne de çabuk unutmuşuz.

Eğitim veremeyen eğitimcileri suçlamışız.

Kimse yalancı doğmadığı gibi kimse mükemmel de doğmaz.

Ama sağlam bireyler, konu ile alakalı dürüst bireyler yetiştirmek siz ebeveynlerin elinde.

Bırakın, çocuğunuz sokakta oyunda ne yaşamış, hangi arkadaşıyla ne sebepten tartışmış, neden hoşuna gitmeyen bir durum karşısında öfkeli davranmış size anlatsın; anlatmaktan korkmasın.

Sizin baskıcı tutumunuz sizinle hiçbir şey paylaşmamasına temel hazırlar.

Karşınızdaki birey çocuk olsun yetişkin olsun, soru sorduğunuzda “Yalan söyleme” cümlesini kullandığınız an yalana yönelecektir.

Çünkü sizin bu söyleminiz beyinde yalan söyleme eylemini devreye sokar, karşınızdaki insan bu tavrınızdan dolayı “Yalan söylesem de inanmayacak, yalan söylemesem de” diyerek yalana yönelecektir. Olayın temeli aslında bu şekilde gelişiyor. Dolayısıyla beyine ne yöneltirseniz o şekilde cevap alırsınız. Böyle bir yaklaşım yerine “Dürüst Ol” cümlesini kullanmanız biriye güven verecektir, yalan söylemek de aklının ucundan geçmeyecektir.

İletişim kurarken, suçlayıcı ve üslupsuz davranışlarınız yalan söyleme hazzını artıracaktır, bunun için bireye nasıl yaklaştığınıza dikkat etmelisiniz.

Birçok ebeveyn, “Pembe Yalan” kelimesi altında çocuklarını yetiştirmekte. Yalanın rengi mi olur; bırakın Allah aşkına. Yalana bir renk verilecek olsaydı şayet bu pembe olmazdı, kötü bir hastalık olduğundan dolayı siyah olurdu.

Yalanın pembesi olmaz. Siz ebeveynler, çocukların veya bireylerin; ufak çaplı yalanlara pembe diyerek büyük çaplı yalanlar söylemesine fırsat veriyorsunuz.

“Yalan yalanı doğurur” sözü tam da pembe yalanlarınız için ne kadar da doğru bir tabir.

Yalan söyleyen insan, yalanını veyahut suçunu kapatmak için bir yalan daha söyleyecektir, sonra bir yalan daha, daha sonra bir yalan daha…

Derken bir bakmışsınız Mitomani gelişmiş…

Temeli var ama sonu yok…

Unutmayın ki yalanı maskeleyemezsiniz.

Ne diyor Ambose Bierce:

“Bir insanın hayatta yiyebileceği en büyük çelme; kendi yalanının ayağına dolaşmasıdır…”

Dürüst olmak size kaybettirmez, en azından mantıken.

Fakat yalan; oluşturduğunuz büyük hasarlarınıza imza atmaktan asla vazgeçmeyecek…

Sizin imzanız dürüstlüğünüz olsun!

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version