Ellerimi bıttım sabunuyla bir kez daha yıkadım. Ondan önce defne, ondan önce kükürt, ondan önce zeytinyağlı sabunla yıkadım. Her zamanki gibi. 3 yıldır günde tam 25 defa, ne eksik ne fazla, tam 25 defa yıkadığım gibi. Bunun bir takıntı olduğunu biliyorum. Tedavi olmayı denedim. Başarılı oldu diyemem.
3 yıl önce kaderimin yönünü değiştiren o olay ne zaman aklıma gelse ellerimi yıkamam gerekiyor.
Pazar günüydü. Bir süredir hafta sonları yakınlardaki parkta koşuyordum. Köpeğini gezdirmeye gelen ve benim gibi kardio yapanlarla selamlaşıyor, doğanın eşsiz lütuflarının tadını çıkarıyordum. Sonradan badigard olduğunu öğreneceğim adam köpeğinin tasmasını çıkardı. Pitbul.
Köpek üzerine doğru atıldı. Kaçamamıştım. Hiçbir şey yapmamıştım. Isırması için komut beklerken gözlerindeki o parçalama arzusunu gördüm.
Sonraki günlerde yine gittim yürüyüşe ama bu defa yanımda nançakumu götürdüm. Köpekli adamın pitbuluna karşı kendimi korumalıydım. Sonra bir gün onu yeniden gördüm. Karşıdan beni görür görmez köpeğin tasmasını çıkardı. Köpek üzerime doğru gelince nançakumu çıkardım. Köpeğe doğru savurdum. Hayvan kendisini koruma içgüdüsüyle yanıma fazla yaklaşamadı. Adam köpeğin yanına geldi, tasmasını taktı. Onu bir ağaca bağladı. Kolsuz siyah atletinden açıkta kalan kasların üzerindeki yeşil damarların her biri öfkeyle atıyordu.
Üzerime doğru geldi. Ben nançakumu savuramadan bir yumrukla yere serdi. Nançakuyu savrulduğu yerden aldım. Adamın üzerine doğru yürürken onun arkası dönüktü. Geldiğimi anlayınca küçümseyici gülüşüyle sırıttı. En fazla omuzuna gelirdi boyum. Ama iyi nançaku kullanırdım. Savurdum birkaç defa. Minik hareketlerle benimle dalga geçerek bir iki adım geriledi, sonra öfkeyle üzerime geldi. Bu defa ben durakladım. Mıhlanmış gibiydim. Geriye doğru birkaç adım atmak istesem de atamadım.
Elimdeki aleti ne zaman ve ne kuvvetle savurduğumu hatırlamıyorum. Yere düşerken, ağır çekimle dinamitle patlatılan binalar gibi ayaklarından başlayarak sarsıldı ve yere düştü.
Öldürücü darbe vurmak değildi niyetim. Ama ölmüştü. Etrafta kimse yoktu. Oradan uzaklaştım önce. Sonra geri döndüm. Polisi aradım. Uzun bir mahkeme süreci ve ardından altı ay tutukluluk sonunda nefsi müdafaa ile salıverildim.
– Şimdi de onları mı kandırıyorsun?
– Defol buradan! Yine mi sen geldin?
– İşlediğin suçtan sıyrıldığın yetmedi, mağduriyetini kullanarak sosyal medya fenomeni oldun. Şimdi de “Olay Nasıl Oldu” adlı romanı yazıyorsun.
– Git başımdan. Sen öldün!
– Biliyorsun. Gerçekleri itiraf etmediğin sürece seni rahat bırakmayacağım. Beni bir defa öldürdün. Neyse ki sadece bir defa ölebiliyor canlılar.
– O köpeği üzerime salarken pis pis sırıtışın yalan mıydı ha? O iğrenç mahlûkun tasmasından boşandırıp üzerime sal…
– Kendini kandırma. Gerçekleri anlat!
– Ellerimi yıkamalıyım. Önce bıttım sabunuyla, sonra…
– Ellerini kezzapla da yıkasan arınamazsın. Sadece gerçekleri anlatırsan bırakacağım peşini.
– Defol, defol. Neyse ki zil çaldı. Kapıcı çöpleri almak için tam zamanında geldi. Bugün kitabım çıktı. Zaten öncesinde sosyal medyadan parça parça paylaştığım hikâyem sayesinde kitap patladı.
İlk canlı yayınım bugün. Kitabı, hayat hikâyemi ve başımdan geçenleri paylaşacağım. Herkes özgürce gezinebilmeli. Bu saçma, can sıkıcı tacizler son bulmalı. Kendimi ifade edeceğim. O hayaletin kendisini haklı çıkarmak beni rahatsız etmekten vazgeçmeme olasılığına rağmen yapacağım bunu.
“Sayın seyirciler, geçtiğimiz yıl ormanlık alanda yürüyüş yaparken pitbul köpeğinin saldırısına uğrayan ve kendisini savunurken bir badigardın kazayla ölümüne sebebiyet veren ünlü fenomenin, tutuklu bulunduğu altı aylık süre içinde yazdığı kitabı bugün raflarda yerini aldı.
Evet sayın fenomen, öncelikle tebrikler, kitabınız çıktı. Anlatın bize, nasıl tepkiler aldınız?”
“Çok güzel tepkiler alıyorum. DM kutum dolup taşıyor. Zaten takipçilerimle mağduriyetimin ilk gününden bu yana her şeyi paylaşıyorum. Onlar da benim gibi bu günü sabırsızlıkla bekliyorlardı. Hepsini seviyorum. İyi ki varlar, iyi ki benim takipçilerim onlar.”
“Bize anlatır mısınız, yaşadıklarınızın kitaba ne kadarı yansıdı?”
“Aslında… Kazayla da olsa bir insanın ölümüne neden olmak çok sarsıcı.”
“Demek sarsıcı ha, seni şeytan!”
“Hay aksi, yine o hayalet… Defol! Defol! Öhö öhö. Ne diyordum? Olay günü her zamanki gibi yürüyüşe çıkmıştım.”
“Ama yanınıza nançaku almıştınız.”
“Evet. Bunu defalarca anlattım. Gün ışımadan ormanda yürüyorsanız kendinizi koruyacak bir şeyler olmalı yanınızda. Hem… Aylardır peşimde olduğunu sosyal medya hesabımdan da defalarca anlattım.”
Yalan söylüyorsun, diyordu solumdaki hayalet.
“Kapa çeneni!”
Bu defa biraz sesli söylemiş olmalıyım ki programcı kadın yüzüme baktı. Telefonu gösterdim. Saçma mesajlar geliyor da… Neyse ki o esnada sosyal medya hesabıma her çeşit yorumlar akıyordu ekranda. Kimse görmedi bu saçmalığı. Ara veremez miyiz dedim. Lavaboya gitmek ve elimi yüzümü yıkamak istedim.
Sunucu bir şeylerin ters gittiğini anladı neyse ki. Ara geçişle reklamlara bağlandı hemen. Tuvalete zor attım kendimi. Elimi yüzümü yıkarken yine geldi, kör olasıca hayaletin sesi.
“Bak. Zaten ölüsün. Bu kadar takılmasan diyorum olayın nasıl olduğuna filan. Geri gelemezsin.”
“Anlat. Ruhum huzur bulsun. Anlat. Sadece bana. İtiraf et.”
“Neyi itiraf edeyim? Her şeyi biliyorsun. Sabun… Allah kahretsin sabunlarım yok!”
“Onlara ihtiyacın kalmayacak. Sadece doğruları anlat. Temizlen.”
Bağırdım ve sabunluğu aynaya fırlattım. Kırık ayna parçalarından… Hayalet binlerce bölünmeyle çoğaldı. Aynadan çıkan şeffaf siluetler etrafımda uçuşuyordu. Bense onları elimle kendimden uzaklaştırmaya çalışıyordum. Dışarıdan ‘iyi misiniz?’ diyen görevliyi ‘yok bir şey’ diyerek göndermek hataydı belki.
“Anlat, anlat! İtiraf et!”
“Allah’ın cezası… Hayatıma o aptal kaslarınla girdiğin gün her şey ters gitmeye başladı. Bir bana bakmıştı nişanlım bir de sana. Spor salonuna geldiğimde imalı imalı bakmıştın. ‘Daha çok yolun var bebek’ der gibi.”
“Demedim ama.”
“Der gibiydin.”
Sonraki günlerde “kardiyo da iyidir” dedin. Nerede koştuğunu söyledin. Arada bir geliyordum. Seni takip ediyordum. Kılık değiştiriyordum.
“Notları da söyle!”
“Evet, evet. İsimsiz notlar gönderiyordum.”
“Bu notlardan sana bahsettim. ‘Önemseme’ dedin. Beni yanlış yönlendirdin. Polise gitmeme engel oldun. Bana köpek almamı önerdin. Hatta pitbul al, dedin.”
“Evet, evet! Yaptım bunların hepsini. Yeter artık!”
“O gün de beni takip ettin.”
“Evet.”
“Ben köpeğin tasmasını çıkardığımda maskeni çıkardın. Sonra…”
“Sonra, aramızdaki o konuşma geçti. ‘Beni artık küçümsemeyeceksin’ dedim. Sen de ‘Ben seni hiçbir zaman küçümsemedim. Hatta fikirlerine her zaman değer verdim. Neden bunu yaptığını bilmiyorum.’ dedin. Hayal kırıklığın yüzünden okunuyordu. O an yanıldığımı anlar gibi olmuştum ama kendine olan özgüvenin dayanılır gibi değildi. Ben o durumda sırtımı dönecek kadar cesur değilim. Ben olsam dönmezdim ama sen döndün. Bunu yaparken belki de ‘Sana güveniyorum’ demek istedin. Ama ben güvenilmez pisliğin tekiyim. Arkandan koştum. Köpek huzursuz oldu. Sen hissettin. Döndün. Vurdum. Düştün.”
“Nereye vuracağını iyi biliyordun.”
“Gizli gizli öğrendim. Oldu mu? İtiraf ettim. Şimdi beni rahat bırakacak mısın?”
Sunucunun sesi duyuldu.
“Fenomen bey, lütfen açın kapıyı.”
Kendime çeki düzen verdim. Kapıya doğru yürüdüm. Kapı açıldı… Sunucu önde, polisler arkasında. 36 yıla mahkûm oldum. Avukatım, “Evdeki bir oda dolusu sabunu ne yapmamızı istersin?” dedi. Evi boşaltacaklarmış. “Dağıtın.” dedim. Artık fazlasına ihtiyacım yok.
Hapishanede yazıyorum tabii ki. Şu anda bütün takipçilerim bana hakaretler ediyormuş. Avukatım geldikçe hesaplarıma bakıyorum.
İkinci kitabım “Aslında Olay Nasıl Oldu” biter bitmez avukatıma yayımlatmasını söyleyeceğim.
Kitabımda, beni canlı yayına davet eden yapımcı ve sunucunun badigardın kardeşi olduğunu, aslında bütün bu senaryoyu kardeşini nasıl öldürdüğümü itiraf etmem için planladığını, hatta kardeşine çok benzeyen bir dublör bulduğunu da yazarım belki.
Bir gün belki hayattan,
Geçmişteki günlerden,
Bir teselli ararsın.
Bak o zaman resmime,
Gör akan o yaşları.
Benden sana son kalan,
Bir küçük resim şimdi.
Cevap veremez ama
Ağlar yalnızlığına.
Ve işte arda kalan,
Bir avuç anı şimdi.
Koyup da bir başına
Bırakıp gittin beni.
Bir gün belki hayattan,
Geçmişteki günlerden,
Bir teselli ararsın.
Bak o zaman resmime.
Sen yalnız değilsin…
Biliyorum neredesin.
Bu üzerdi beni.
Yaşasaydın ve görseydin.

