Renkli Boncuklar

29 Görüntüleme
3 Dak. Okuma

En sakin yolculuk uykudur denir. Düşünsene, yattığın yerden yolculuk; ne kadar rahat ve sakin mi acaba? Hakikaten insanın yatağındayken yolculuk yapabilmesi bir bana tuhaf ve ürkütücü gelmiyor, değil mi? Bilmediğimiz bir dünyanın gizemli derin sularına dalmak korkutmuyor mu bizi? İnsan bilmediğinden korkar derler ya; her gece üstümüze örttüğümüz uyku yorganı yününün hangi koyunundan haberdarız? Kim zamanın karanlık ipine asıyor bu renkli boncukları? Vakti gelen dönüyor tüm cümbüşüyle; göz kapaklarımızı, zamanımızı, mekanımızı delerek gösteriyor kendini bize. Başımızın yastığa düştüğü andan haberdarken, uykuya düştüğümüz andan bihaber olmak iliklere varana değin irkilme vesilesi. Ve daha da garibi, insanların her gece hayattan uykuya yuvarlanıp, her sabah bu derinlikten desteksiz kalkıp yine de eğlence ve heyecan aramaları…

Her şeyin çift yaratıldığı aşikâr. Uykuda mı? … Öyle… Peki, gece uykusunun dışında kalan uyku nerede? Onun dışında, her yerde. Bir uykudan kalkayım derken diğerine düşen biz. Bir lahananın içinde kalakalan tırtıl misali, uykunun sarıp sarmaladığı bir hayat belki de taslak. Derin olanı dünyaya gözlerimizi açmamızla, diğeri gözlerimizi kapamamızla gerçekleşen eylem. Sadece bu kadar mı? Derin uykuya daldıkça, çok renkli çok sesli ninnilerle kirlenip yorulan zihnimiz; gece uykusuna daldıkça beyin omurilik sıvısı ile temizlenir, paklanır. Derin uyku kalbini görmezden gelirken, gece uykusu bir kalbin olduğunu bilir ve onu önemseyerek sağlığı için çabalar.

İki kale arasında gidip gelmek, hiç yere düşmeden, düşünmeden; durmadan, durulmadan. Bunun için mi bunca hikâye, bunca varlık, bunca sistem ve kanun? Uyanmak nasıl bir şey, gövermek nasıl bir his; var mı bilen? Nasıl bir cereyan yaşayalım ki şuurlu bir mahal oluşturalım iki uyku arasında? Dört yanı deniz olan bir mahal; maval, afyon, yalan, rüya düşüversin suya, öyle ki sadece hakikat kalakalsın hayatımızda.

Neyle göz göze gelsin ki insan, yüreği titrercesine çarpsın? Çarpsın ki insan bir yüreği olduğunu fark etsin.

Nasıl bir yangın yaşayalım ki bize başımızın üstündeki ve ayaklarımızın altındaki cehennemi hatırlatsın, sonra çemberin gittikçe daraldığını?

Nasıl soğuyalım ki halimizden, gözyaşımızın sıcaklığını fark edelim; beynimizi, içindekileri?

Nasıl bir bereket gelsin ki gökyüzünden, onun rengine karışalım; maviye, umuda, güneşe. Batmış ayaklarımızla bastığımız betonun altındaki toprağın kalbi atmaya başlasın.

Nasıl bir düşüş yaşayalım ki, zaten kuyunun dibinde olduğumuzu fark edip yukarıya, ışığa dönelim her şeyimizle?

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version