Ruhumuz Uyum Sağlayamadı

Mehmet Aluç 73 Görüntüleme Yorum ekle
6 Dak. Okuma

İlişkilerde ilerleme konusuna biraz yabancı olup bunu yabana atarak, “dönüşte alırım prensibi” konusunda yine bir numarayız. Ruhumuz uyum sağlamadı, peki sağlaması için çaba sarf ettin mi? Benim çabalamamla olmazdı ki, birbirleri uyum içinde olacaklardı, yol kısa derken çok uzaktı galiba, bir araya gelerek uyumu yakalayamadı! Hadi oradan! Sen ruhunu gördün mü ki, karşındaki insanla uyum sağlamadığını nereden biliyorsun, desen; o falan takımı tutuyor ben başka, onun eşyaya bakış açısıyla benimkisi çok ters. Ben köşe takımı severim, o sadece koltuktan hoşlanır, ona göre masaya ne gerek varmış! Bundan daha iyi işaret ve belirti mi olur? Peki, sen az çaba sarf ettin mi acaba uyum adına? Uyum zaten benim göbek adımla vazgeçilmez huyumdur. Ah ben ne edeyim, elimden bir şeyler gelmez ki… Nerede arayayım, nerede çaresini bulayım, diye sorduğunda; ulan hadsiz! Açsana gönül kapını, pencereni dediğinde, aaaa gönlün kapı ve penceresi de mi varmış, diye hayret edecek! Her işimiz aşk dediğimiz sevda ile başlamıyor mu? Bu olmadan mutlu olunmuyor, densizce; aaa bak bunu da bilmiyordum…

İşte biz böyleyiz, ilişkilerden çok uzak lakin ulaşılamayan, sanki muhabbetle gönüller birbirine dokunulsa bin parçaya bölünecekmiş gibi, buzdan yapılmış bir buzdağı sanki. Oysa ki dünyamız geniş ve bize yetecekken, en büyük ve kalabalık caddelerde yalnız geziniyoruz. Umuda açılan kapılarını Rabbinden alan bizler, ufka umutla açılan, ufkun sokağının içinde ufacık bir köşeye sıkışmış ve hareket edemez haldeyiz! Mutsuz ve donuk halimizle kendi kendine konuşan, konuşacak insan kalmamış gibi yaşayan ve adım atamaz halde, sabit bir yerlere takılı kalmış halimizle, böyle yaşamak yaşamakmış gibi kabul eden kendini ve haddini bilemez insanlarız. Tüm denizlerde ve okyanuslarda gemimiz batmış gibi, batık halimizle yaşamayı seçen de yine biziz yani! Bir de sorsan der ki;

– Uzmanlık alanım ilişkilerdir, ben en iyi bunu bilirim.

– Nasıl bilirsin?

– Suya sabuna dokunmadan, yağmur yağdığında yüzünü yıkayan gibi olmak gerekir.

– Neden ama?

– Nedeni var mı? Her yaklaştığında insana senden bir şeyleri alıp götürüyor.

– Peki, bu dünyada sana ait olan şey nedir? Bu sende, senin var olduğunu sandıklarından verdikçe azalır mı ki, vermekten çekiniyorsun? İçindeki kahkaha sesini nasıl susturabiliyorsun?

– Ben en iyi satış müdürüyüm, bu konuda elime su dökemezler.

– Sen neyi, kime satıyorsun vermen gerekirken?

– Ben çılgınca değişiklere inanmam, bana uymaz ters gelir.

– Sana nasıl ters gelebilir ki, gömleği düz giymen halinde?

– Sen de amma sordun be kardeşim, sen sorgu memuru musun?

– Hayır, ilişkilerimizdeki terslikleri irdeleyen, irdelerken içindeki güzellikleri görmeyen olduğumuz için, hayat tecrübemle aramaya alışanım sadece.

– Sen hayat koçu musun?

– Hayır, ne alakası var? İlişkileri sadece yaşam koçları mı belirler, meydana çıkarır? Bu dünya düşünme ve çözüm bulma yeri değil midir bizim için?

– Aslında hiç böyle irdelemedim! Ruhumdaki kırılmalar olmazsa belki irdelerim.

– Ruhun camdan mı yapılı, acaba açıp baktın mı?

– Bana yalnızlığımız sessizliği yetiyor, ilişkilerin telaşına düşerek yaşamak, telaş içinde birilerini memnun etmek için uğraşamam ben.

– Sen içine düşmüş olduğun karanlığının farkında mısın?

– Bunu da nereden çıkarıyorsun?

– Herkes gibi olmadığından elbette… Herkese bulunduğu haliyle ona poz vererek sonrasında “aman ne çekilmez adam” diyerek burun kıvırtmandan. Sen bir adım atmaktan çekinip korkarken, aşkla yaşayanlar ummanı, okyanusu duyguların ve hislerin kanatlarına binerek defalarca aşmalarına rağmen, sen hala kapı önüne çıkmaktan kaçıyorsun. Senin hiç sonunda, “ben de sevdim dediğin” bir anın oldu mu acaba? Bizim için vazgeçilmez olan nedir söyler misin?

– Yaşamaya çalışmak.

– Hayır, yaşamak ondan sonra gelir.

– Çalışmak, mal, mülk sahibi olmak, rahat yaşamak…

– Hayır, ondan öncesini soruyorum. Ona sarıldık mı, bizi bırakmayan şey nedir, diye soruyorum.

– Bir meslek sahibi olmak değil midir?

– Farkında mısın, hep dünyalık şeylere sarılıyorsun? Lakin bunlar da bir gün seni mutsuz edecek şekilde, elin boş kalacak şekilde bırakıyor. En mutsuz anında zihnini sıfırlayarak yenileyen güçlü etkisi ile baştanbaşa yeniden seni bıraktırarak, sen dediğim benliğini yok ederek en büyük tesiri yapacak olan şey “umut” değil midir, Rahmandan aldığımız ve bizi hiç yalnız bırakmayan canlı ve diri tutan?

– Anladım sen fakirin ekmeğinden söz ediyorsun.

– !!!…

Uzun bir sessizlik, belirsizlik, belirgin olmayan yolda tedirgin olmaya hazır hislerin ürpertisi, dertlisi yaşarken ne mutludur var ise bir sevgilisi… Bende umut tavan yapıp beni coştururken, onda bir gram duygu ve hislerine etki etmeyen haliyle ona çok yabancıydı. Bir yerde okumuştum, buradan alıntılayarak söyleyeyim; “Bir haykırış, bir çakıl taşını bile olması gereken yere taşıyamaz. Ama o haykırışın sahibinin ciğerlerinde hakikî bir iman, halis bir niyet ve sadece fayda sağlamaya rafine bir gayret varsa, işte sırf bu salih duruşun takdiriyle Yaradan, bin bir hantal kayayı bile olması gereken uzaklara konduruverir.” (Ahsen İlhan)

Önce inanmak için iman, imanın yanında parıldayarak duran umut ve halis olan bir niyet ve hakka teslimiyet…

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Mehmet Aluç
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version