Sessiz Vedalar

18 Görüntüleme
3 Dak. Okuma

Kimileri, hafif bir rüzgârda salınan bir çiçek gibi sessizce yaşar bu hayatı. Hiçbir insanın ayak basmadığı coğrafyalar gibi. Bir söğüt ağacı gibi, yalnızca kendi içine dönük. Hislerine karşılık bulamaz. Denize dökülemeyen, denizle buluşamayan akarsular gibi. Kendi dünyasında akar gider. Üst üste sımsıkı düğümlenmiş duygularını dile getiremediği için çaresizce bekletir içinde.

Sessiz dünyası ıpışıklıdır bazen. Bazen de olabildiğine karanlık. Adeta bu dünyayı konuşmaya değer bulamamış gibi. Dünyaya gelirken ant içilmiş bir sessizlik. Oysa ne güzel olurdu değil mi? Sabahın köründe kuş sesleriyle uyanmak… Annenin sesini, bir bebek ağlayışını, dostunun ağız dolusu kahkahalarını duymak…

Bazı insanlar sessizliğin en derininde yaşarlar. Bu derinlikte neler saklarlar kimselere belli etmeden öylece. Dilleriyle hissettiremedikleri samimiyeti bakışlarıyla hissettirirler. Dilinden dökülemeyen sevgi sözcükleri güleç yüzlerinden okunur. Şu dünya üzerinde belki de konuşmayı hak etmeyen onca insan varken, onun dili lâl olmuştur işte. Dili lâl ama gönül dili susmak bilmeyen güzellikte.

Böyle bir insan tanıdım ben — daha çok küçükken — son zamanlarda beni derinden yaralayan. Dünyanın en iyi sessizliğinin somut hâliydi benim için. Yetişkinliğimde ise bu güzel sessizliğin eksikliğinin acısıyla tanıştım.

Oysa o sessiz insan konuşabilseydi benimle, onu günlerce dinlemek isterdim. Gereksiz insanların seslerini, ipe sapa gelmez konuşmalarının sesini kısarak sadece onu dinlemek isterdim.

Bakışlarındaki korkuyu, kalbindeki umudu, gelecek hayallerini sabahlara kadar anlatması için neleri vermezdim…

Bu dünya, iyisi insanın sadece sessizliğine tanık olmamayı dilerdim. Kızdığını sadece yüzünden anlamasaydım mesela. Ağız dolusu küfürler edebilseydik işe yaramaz insanlara. Gecenin bir yarısında bağıra çağıra türküler söyleyebilseydik kimseye aldırmadan…

Ama olmadı. Olamadı işte.

Sessizliğin, anlatamamanın yükü azmış gibi bir de dünyanın derdi ekleniverdi gönlüne. Şu hoyrat dünyanın sadece çemkiren, çirkef, haset ve merhametsiz insanlara ihtiyacı varmış sanki. Ölüm, tüm iyi insanları bir girdap gibi içine alıverdi.

Ölenle sadece ölen kişi gömülmez ki. Anılarını, geçmişini, çocukluğunu da gömmez mi insan onunla beraber? Ve çokça yaşama sevincini de…

O sessizce yaşadığı dünyada beklentisi neydi? O sessiz penceresinden nasıl baktı bu dünyaya, hiç bilemedik. Onca konuşan insana rağmen hiç konuşamasa da, benim için en ikna edici, en samimi, en merhametli kişiydi o. Sessizce geldi bu dünyaya ve sessizce gitti. Bir ömür boyu kalbimde taşıyacağım bu sessiz adamı, ölüm sessizliğine davet ediverdi hayat.

Daha buruş buruş olamadan elleri… Çizgiler beliremeden yüzünde… O anlatamasa da, konuşamasa da yaşayabilseydi keşke. Biz yaşanmışlıklarını okuyabilseydik o çizgilerden. Biz anlayamadık ama konuşurdu o. Kafasını kaldırıp gökyüzüyle, çocukluğuyla, umutlarıyla ve belki de yaşamayacağını bildiği yaşlılığıyla bile…

Gürültülü hayatlar yorgun düşürür sessiz dünyaları. Şimdi tüm tesellim, o sonsuz huzurlu sessizlikte hayatın o acımasız gürültüsünden kurtulmuş olması.

Konuşamasa da sevgi dilini herkesten iyi bilenlere, altın kalpli o sessiz adamlara selâm olsun. En çok da sana.

Huzurla uyu.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Öğretmen
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version