Sevgisiz Büyüyen Çocuklar

Gülizar Çalık 314 Görüntüleme Yorum ekle
3 Dak. Okuma

Sevgiyi kısaca; insanı bir kimseye ya da bir şeye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten içsel duygu olarak tanımlayabiliriz. Sevgi, nefes almaya başladığımız ilk andan verdiğimiz son ana kadar bir ihtiyaçtır. Kişi aslında doğumundan itibaren bu içsel duyguları hissetmeye başlar. Bu duygular, içinde bulunduğumuz aile ortamına göre zamanla değişim gösterebilir. 2-6 yaşlarımız arasında benlik duygumuz oluşur. Karakterimiz de buna bağlı şekil alır. Bunun oluşumunda ebeveynlerin sevgilerini davranışlarına ve sözlerine dökmeleri de önemlidir. Yeterli derecede sevgi ve ilgi göremeyen çocuklar içsel olarak bunu “reddedilme” biçiminde algılayabilir. Reddedilme durumu sevgi eksikliği denen içsel durumdan kaynaklanır. Aslında çoğu insanın sevgisini nasıl dışa vuracağını bilemeyişi de bu soruna neden olabilir.

Çocukken sevgi eksikliği gören bireyler sosyallik becerilerinde sorun yaşar. Bu bireyler korku, güvensizlik, kıskançlık ve yalnız olma eğilimleri gösterebilirler. Birçok kişide çocukluğundan gelen sevgi eksikliği yüzünden kalıtımsal sorunlar yaşadıkları gözlemlenmiştir. Ünlü Psikolog A. Maslow’un kişinin ihtiyaçlarını sıralayan “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” teorisinde de bahsettiği gibi; kişi yeme, içme, barınma gibi temel ihtiyaçlarının hemen ardından gelen aitlik ve sevgi ihtiyacı da diğer ihtiyaçlar gibi hayati önem taşır. Peki bu eksikliği hissetmeyen bireylerdeki olumlu etkiler nelerdir? Nasıl gelişim gösterirler?

Sağlıklı bir aile ortamında sevgi ve ilgiyle büyüyen çocuklar, özsaygısını kazanır, hoşgörülü olur. En önemlisi de sevmeyi öğrenir. Bencil olmaz ve paylaşmayı sever. Her zaman ne istediğini bilir ve hayatta kendi sınırlarını çizer. Böylece diğer insanların da saygısını görmüş olur. Toplumda bir birey olarak var olabilirler. Sevgisiz büyüyen çocuklar benlik algılarını yitirecekleri gibi kaybetme korkusunu da fazlaca yaşarlar. İstemedikleri halde kabul etme eğilimi gösterip zamanla kendilerini hep eksik görürler.

Sevgi aynı zamanda kişinin birçok kötü davranıştan sakınmasını engelleyen bir unsurdur. Buna bağlı olarak toplum da sevgi eksikliğinden etkilenen yapıların başında gelir. Kişinin merhametten uzak, hoşgörüsüz, ahlaki değerlere önem vermeyen karakterde olması toplumun yapısını ve huzurunu bozma tehdidi oluşturur. Sevgiden mahrum bir toplumda adaletsizlik, bencillik ve sosyal bütünleşmenin sağlanamaması gibi birçok olumsuzluğu da beraberinde getirir. Nitekim sevginin büyüttüğü toplumlarda birlik ve beraberlik daha yaygındır. İnsanların refahı yüksek ve bireyler de buna bağlı dayanışma ve paylaşım içindedirler.

Her alanda önem teşkil eden sevgi eğitim ve beceri kazanma konusunda da önemlidir. Sevgi eksikliği yaşayan bireyler eğitim, öğrenim ve beceri edinme konusunda zorlanırken sevgiyle büyüyen bireylerde bu tutum tam tersi olmaktadır. Sevgi öğrenmeyi kolaylaştırır.

Yukarıda ortaya koyduğumuz bu olumsuzluklar aslında istenmeyen bir miras gibi nesilden nesile aktarılır. Sevgi görmeyen sevgi gösteremez ve bu kırılması güç bir döngüye neden olur. Burada dikkat çekmek istediğimiz en önemli noktalardan biri de bu döngünün farkında olmak, bu duruma karşı bilinçli yaklaşmaktır. Bu döngüden kurtulmanın ilk kuralı yaşadığımız bu sevgi eksikliğinin bizimle ilgili olmadığını bilmektir. Kendimizi sevmek ve bu eksikliği başkalarını severek tamamlamak bu döngüyü kırmak için önemli adımlardır. Bu eksiklik bizimle başlamamış olabilir fakat bizimle son bulabilir.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version