Bazen insan susar… Bu suskunluğunun nedenini kendisinden başka kimse bilemez.
Bu suskunluk ne ani bir karardır ne de geçici bir duygudur. Zamanla biriken, iç içe geçen ve sessizce ağırlaşan bir hâlidir. İnsan her konuşmadığında, içinde biraz daha sükûta yer açılır. Ve bir süre sonra sükût, boşluk olmaktan çıkar; yüke dönüşür.
Bugün konuşmak kolaydır. Söz her yerdedir: sosyal medyada, sokaklarda, masalarda… Herkes konuşur, fikrini söyler, duruşunu bildirir. Ama bu ses kalabalığının içinde insan bazen kendi sesini kaybeder. Çünkü konuşmakla dinlenilmek aynı şey değildir. Dinlenmeyen söz ise insana yük olur.
Sükût dışarıdan sakinlik gibi görünür. Oysa içinde kimsenin duyamadığı bir gürültü vardır. Söylenmemiş cümlelerin sesi, zamanında dile getirilememiş gerçeklerin sesi… İnsan sustukça hafiflemez. Her suskunluk, içini biraz daha ağırlaştırır.
Toplum, susanı çoğu zaman yanlış anlar. Susan insanı ya razı ya da zayıf sanır. Oysa susmak her zaman boyun eğmek değildir. Bazen bu, mücadelenin başka bir biçimidir. İnsan anlar ki her söz karşılık, her gerçek de yerini bulmaz. Ve konuşarak kaybedeceğini, susarak korumaya çalışır.
İnsan bir noktadan sonra susmayı seçmez; susmaya mecbur kalır. Çünkü her şeyi anlatmak güç ister. Herkese içindekileri açıklamak ise insanı tüketir. Kendini sürekli kanıtlamak, izah etmek, doğrulamak… Bunların hepsi ağır bir yüktür. Kimileri bu yükü konuşarak atar, kimileri ise sükûtla taşır.
Sükûtun toplumsal bir yönü de vardır. İnsan bazen yalnızca kendisi için değil, başkaları için de susar. Kırmamak için, yorulmamak için, tartışmamak için… “Nasıl olsa değişmeyecek.” diye diye içinde birikenler ise zamanla insanı içten içe dondurur.
En ağır sükût, insanın kendine karşı sustuğu andır. Kendi acısını küçümsemesi, kendi yorgunluğunu inkâr etmesi, kendini başkalarıyla kıyaslayıp susturması… İnsan başkalarına karşı susabilir ama kendine karşı susmak, yavaş yavaş içten tüketir.
Bazen susan insanlar güçlü görünür. Her şeyin altından tek başına kalkan, hiç şikâyet etmeyen, her zaman ayakta duran insanlar gibi… Ama bu güç çoğu zaman bilinçli bir tercih değildir. Sadece başka bir yol kalmamıştır. Güçlü olmak için değil, ruhen paramparça olmamak için susarlar.
Sükût bazen korur. İnsan, tehlikelere karşı sınırlarını sükûtla çizer. Ama her sınır onu koruyamaz. Bazen sükût, bir duvara dönüşür; kimseyi içeri almayan, insanın kendine bile ulaşamadığı bir duvara.
İnsan söz bulamadığı için değil, sözün değerini korumak için susar. Çünkü söylenen her şeyin hafiflettiği sanılır; oysa bazen söylenenler insanı daha da çıldırtır. Sükût böyle anlarda bir sığınak olur; sessiz ama ağır.
Bugün konuşmak ucuzlamıştır. Herkes konuşur, az kişi dinler. Söz çoktur, anlam azdır. Böyle bir yerde susmak zayıflık gibi görünür. Oysa bazen her şeyi en çok gören susanlardır. Onlar sesten değil, sessizlikten yorulurlar.
Sükûtun içinde biriken şeyler vardır: söylenmemiş cümleler, zamansız suskunluklar, yarım kalmış itiraflar… İnsan sustukça hafiflemez. Her suskunluk, içini biraz daha ağırlaştırır.
Toplum susanı ya sabırlı ya da razı sanır. Ama her sükût razı olmak değildir. Bazen bu, anlaşılmamanın yorgunluğudur; kendini anlatmaktan vazgeçmektir. Çünkü her açıklama, insanın zayıfını göstermesi ve biraz daha tükenmesi demektir.
İnsan bir yerden sonra susmayı seçmez; susmaya mecbur kalır. Çünkü herkesin karşısında içindekileri anlatmak bir güç değil, ağır bir yüke dönüşür. Ve insan her yükü paylaşamaz. Zamanla bu yük içinde büyür ve bunun adı sükût olur.
En ağır sükût, insanın kendine karşı sustuğu andır. Kendi acısını küçültmesi, “geçer.” deyip üstünü örtmesi… İnsan başkalarına karşı susabilir ama kendine susmak, onu yavaş yavaş içten çökertir.
Bazen susanlar güçlü görünür. Her şeyi tek başına taşıyan, kırılmayan, tüm zorluklara rağmen ayakta durmayı beceren insanlar gibi…
Ama bu güç çoğu zaman insana kendi isteğiyle verilmez. Sadece başka bir yolu olmadığı için bu güce sahip olur.
Sükût her zaman kurtuluş değildir. Bazen korur, bazen ağırlaştırır, bazen insanı ayakta tutar, bazen de kendinden koparır.
Ve burada sorular başlar:
İnsan ne kadar süre susarak kendini taşıyabilir?
Hangi sükût korur, hangisi içten içe tüketir?
Konuşmak her zaman kurtuluş mudur, yoksa bazen sükûtu korumak daha mı ağırdır?
Belki de buna alışılır bir cevap yoktur. Çünkü her insan, kendi sükûtunun ağırlığını kendi ölçüsüyle taşır. Ve bazen en büyük ses, kimsenin duymadığı sükûttur.

