Bir zamanlar, dağların gölgesinde kalan şirin bir köy vardı. Bu köyde, neredeyse kimse gülmez, yüzleri hep sirke satardı. İnsanların geleceğe dair hiç umudu kalmamıştı. Çünkü yıllar önce köyde büyük bir kuraklık yaşanmıştı. Toprak çatlamış, insanlar perişan olmuşlardı. Kuraklık sadece toprağı değil, insanların yüreklerini de çöl gibi kurutmuştu…
Ancak bu köyde, 9 yaşlarında Gülnur adında, deniz gözlü bir kız çocuğu vardı. Annesi ona hep şöyle derdi:
“Umut, toprağın kalbinde gizlidir kızım, sen yeter ki sevgi ve umutla bak hayata.”
Gülnur, her sabah erkenden kalkar, köyün tam ortasındaki kurumuş kuyuya giderdi. Kovası dolmazdı ama o her gün aynı duayı fısıldardı:
“Ey yaşamın kaynağı, ey umudun ışığı… Buraya hayat getir, lütfeeen!”
Köylüler ona acıyarak bakardı. “Vah vaah, aklını peynir ekmekle yemiş bu kız. Boşuna uğraşıyor.” derdi. Ama Gülnur, bir gün bile pes etmedi. Kuru toprağa çiçek tohumları ekti. İçme suyu azdı ama yoksul insanlarla paylaşıyordu. Susuz kalmış kuşlara, karıncalara, yılanlara bile ölmesinler diye yemek ve su taşıyordu.
Bir gün Gülnur, güneş doğmadan uyandı. Kurumuş kuyunun başına geldi. Dua ettikten sonra, kuyuda su birikmeye başladı… Gülnur sevinçten hüngür hüngür ağladı. Sonra koşarak köy halkına haber vermeye gitti.
Köy halkı, kuyunun olduğu yere geldi. Herkes şaşkındı. “Bu bir mucize.” dediler. Gözyaşlarını tutamadılar. Çocuklar çıplak ayaklarıyla sevinç çığlıkları atıp koşturuyor, yaşlı nineler ellerini semaya kaldırıp gözyaşlarıyla şükrediyorlardı.
Köyün önde gelenleri, Gülnur’a:
“Seni küçümsedik, seninle alay ettik. Bağışla bizi.” dediler.
Gülnur, bir papatya gibi gülümseyerek:
“Üzülmeyin, hepimiz insanız, hata yaparız. Kalbinizin beyazında açsın umut. Seviyorum bizi.” dedi.
Aradan üç ay geçti. Kırlar yeşil elbiselerini giydi. Ağaçlar meyve vermeye başladı. Gülnur’un diktiği çiçekler de filizlendi, kuşlar yeniden cıvıl cıvıl ötmeye başladı.
İnsanlar artık her sabah birbirlerine selam veriyor, birbirlerine yardım ediyorlardı…
Bir gün Gülnur, köyün dışındaki büyük kayanın yanına gidip, annesinin mezarı başında oturdu. Kalbi minnetle doluydu:
“Anneciğim, senin sözlerin gerçek oldu. Toprağın kalbi konuştu. Sen hep ‘Sevgi ve umutla bakarsan, hayat geri döner.’ derdin. İşte, geri döndü…”
O an, gökyüzünde güneşle yarışan bir gökkuşağı belirdi.
Gülnur, gökkuşağını görünce, kendi kendine:
“Umut ve sevgiyi taşıyan kalpler, dünyanın dengesini korur.” dedi.
Aradan uzun zaman geçti, Gülnur büyüdü. Ama içindeki çocuk hiç ölmedi. Yıllar sonra o köyde bir okul açıldı. Adı “Sevgi ve Umut Okulu”ydu. Gülnur, o okulda çocuklara sadece ders anlatmadı; tohum nasıl ekilir, bir kalp nasıl iyileştirilir, sevgi dolu sözlerle insanlara nasıl can verilir, hepsini öğretti.
Ve yılın baharında, köyün ortasındaki bir çeşmenin başında şu söz kazılı duruyordu:
“Bir damla umut, kurumuş bir dünyayı bile yeşertebilir. Sen yeter ki inanmaktan vazgeçme.”
Çünkü umut, sessizce çalışan bir tohum gibidir. Ne zaman yeşereceğini bilmezsin ama sevgiyle bakarsan, bir gün mutlaka yeniden çiçekler açar…
Yıllar sonra Şirin Köy, sadece verimli topraklarıyla değil, umudun nasıl yeşereceğini öğreten bir yer olarak tanındı. Şirin Köy’ü görmek için dünyanın her yerinden insanlar geliyordu…
Ve Gülnur’un ismi, “Umut Kızı” olarak dilden dile aktarıldı. Çünkü bazen bir kişinin inancı, bir köyün kaderini değiştirebilir, insanı hayata bağlayabilir.
Yaşam, umut etmeyi bırakmayanların yüreğinde yeniden doğar…