Yanlış Alarm

Kürşat Oğurlu 45 Görüntüleme 6 Yorum
7 Dak. Okuma

“Evde yalnız başınıza oturuyorsunuz. Tam kendinizle koyu bir muhabbete dalmışsınız ki, bir anda irkiliyorsunuz. Apartmandan sesler geliyor, komşular bağırıyor. Yangın alarmı çalıyor. Siz de korku ve şaşkınlıkla kapıya koşuyorsunuz ve apartmandaki herkes yangın var diye bağırıyor. Ve siz o panikle, yalın ayakla dışarı koşuyorsunuz. Herkes aşağıda korku ile beklerken yönetici gülerek gelip alarm sisteminin bozulduğunu söylüyor. Herkes derin bir ohhh çekip evlerine dönüyor. Sonraki günlerde yangın alarm sistemi tamir edilene kadar birkaç kez daha çalıyor ama siz yerinizden kıpırdamıyorsunuz. Fakat bir gün yangın alarmı yine çalıyor ve siz yine yanlış alarm diye yerinizden kıpırdamıyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz ki bu defa gerçekten yangın çıkmış ve korkuyla kendinizi dışarı atıyorsunuz. İşte bundan sonra çalan yangın alarmının gerçek olma ihtimali her defasında daha da kuvvetleniyor. Ve bir de geçmişten kalan bir kaygı mirasınız var ise bu ihtimal daha bir güçlü oluyor.”

Tetikte olma hali. Zihnimiz kaygılandığımız ya da korktuğumuz bir durumu gerçeklediğinde, benzer olaylara karşı pürdikkat bakar. Odaklanır. Ya yine olursa diye tetikte bekler. Verdiğim örnekte olduğu gibi, belirsizlik bizi iyi hissettiren bir şekilde ortadan kalktıysa pek problem yaşamayız. Lakin korktuğumuz şey gerçekleşirse, zihnimizde bitmeyen bir alarm silsilesi çalmaya başlayabilir; ve keza gerçekte bir şey olmasa bile. Bakın zihnimiz öyle karmaşık (anlaşılmaz değil) bir yapıya sahip ki, gerçeklik ona katlanılmaz geliyorsa bundan kaçınmak için kurgusal bir dünya yaratır. Gerçek kaygı/korku bir birim ise, zihnimiz bunu öylesine büyütür ki, biz durumun (ihtimalinin bile) katlanılmaz olacağını düşünür ve o durumla ilişkili her şeyden kaçınmaya başlarız. Sürekli bir alarm halinde oluruz. İşte burası bizim için tam da Aamir Khan’ın Pk filminin ana teması olan wrong number’dır. Zihnimizin alarm sistemi bozulmuştur ve durmadan yanlış numara aranmaktadır.

Hepimizin zihninde bir alarm sistemi var. Bu sistem tehlikelere karşı bize yardımcı olur. Yani aslında can kurtaran bir sistem. Tabi doğru çalışırsa. Korktuğunuz bir durumu ya da canlıyı düşünün. O durumla karşı karşıya kaldığınızda zihniniz hemen alarm durumuna geçer ve o durumdan kurtulmak için sizi düzlüğe çıkaracak hayati noktalar odaklanır. Tabi burada zihnimizin analitik düşünen entelektüel kısmı devre dışı kalır. Savaş, Kaç ya da Dona kalma tepkisi veren ilkel beynimiz devreye girer. Köpekten korkan biri köpekle karşılaşırsa, yapacağı şey köpeğe saldırmak, köpekten kaçmak ya da öylesine durmak olacaktır. Hangisi hayat kurtaracaksa ilkel beynimiz ona karar verecektir.

Peki bu ilkel beyni harekete geçiren alarm sistemi canı sıkıldıkça çalışıyorsa? Gerçekte baş edebileceğimiz durumları bile bize katlanılmaz gösteriyorsa? Bakın ilkel beynimiz hakimiyeti ele alırsa, bizler her olaya duygu yani kaygı/korku endeksli bakarız ve bizi entelektüel zihnimiz değil duygularımız yani  ilkel beynimiz yönetmiş olur. Biz artık durumlar çoğu zaman gerçekten kaygı verici olduğu için değil biz onları katlanılmaz, acı verici olarak gördüğümüz için kaygılanırız. Olaylara karşı rasyonelliğimizi bir kenara bırakır, kurgusallığın içinde yaşarız. Tabi burada gündelik, yormayan bir kaygı düzeyinden bahsetmiyorum; ketleyen, engelleyen bir kaygı düzeyinden bahsediyorum. Neden ketleyen? Çünkü zihnimiz, belirsizlikle başa çıkmada zorlanıyorsa, bunu somuta indirger yani bildiği alana çeker. Bunun içinde piyon olarak içi konuşmalarımız kullanır. Kaygılı hissettiğimiz anda iç konuşmalarımız artar. Ya olursa? Ya beni sevmezse? Ya baş edemezsem? gibi olasılığa dayanan sözleri kendimize durmadan telkin ederiz ama çoğu zaman fark etmeyiz. Ve alarm sistemimiz bozulduğu için duygumuz hangi tarafa ağır basıyorsa onun doğru olduğunu düşünürüz (kaygı düzeyi yüksek kişiler için her zaman olumsuz olasılık doğru ihtimal olacaktır haliyle).

Kaygı düzeyi yüksek olan kişilerde bu alarm sistemi bozulduğu için keyfe keder çalmaktadır. Sıradan, rutin görünen şeylerde bile bu alarm sistemi çalmaya başlar ve kaygılı kişinin zihni kurgular yaratarak kişinin sıradan olan durumdan kaçınmasına sebep olur. Alarm sistemi bozulduğu için, zihnimiz varsayımlara bile gerçekmiş gibi yaklaşır ve gerçek kaygı durumunda oluşabilecek tüm reaksiyonları (hatta çoğu zaman gerçek kaygıdan daha yüksek düzeyde) bedenimiz ve zihnimiz göstermeye başlar. Eğer kaygı düzeyi yüksek biriyseniz şunu fark edebilirsiniz; kaygılandığınız durum, olay, ortam ne ise ondan kaçarak kaygılanmamaya, daha doğrusu acı çekmemeye çalışırsınız. Kalabalık karşısında konuşmaya dair kaygınız var ise, kalabalık ortamlardan kaçarak kendinizi korumaya almaya çalışırsınız. Neden? Çünkü ilkel beyin sizi acıdan korumak için gelişmiştir. Peki kaygılanacağınızı düşündüğünüzde ilkel beyin sizi acıdan kurtarmak için ilk hangi tepkiyi verir? Topuk! Arkana bakmadan kaç. Siz acıdan kaçtığınızı düşünürken kaygınız sizi esir almıştır. Eee o zaman ne yapacağız? Kaygılandığınız bir durumla karşı karşıyasınız ve ilkel beyniniz “ne duruyorsunuz kaçsana ya da öylece kal” diye konuşup duruyor. İşte tamda burada ilkel beyninize “bi dur arkadaş” demeniz gerekiyor. Çünkü durmazsanız entelektüel zihniniz devreye girmeyecek ve siz olayı akılcı değerlendirmemiş olacaksınız (uzun uzun anlatmak gerekiyor ne yapılabilir kısmı ile ilgili. Yazıyı uzatmamak için yazının sonunda önerdiğim kitaplara bakarsanız faydası olacaktır).

Her duygu gibi kaygıda bize bir şeyler söyler. Bize lütufla gelen bir misafirdir. Çünkü aslında yapıcı en temel duygu kaygıdır. Kaygı, icat etmenin, sevmenin ve tabi korumanın temelinde yatar.

Peki kaygı bize ne söyler? Kısaca diyor ki, bak sen acı çekmekten çok korkuyorsun ve dikkat et acıdan kaçınman seni değişmekten, gelişmekten alıkoyuyor. Acı çekmeyi göze alamadığın içinde, bir rutinin içine saplanıp kalıyorsun. Ve şunu unutma; durumlar, olaylar senin korktuğundan daha az acı vericidir, çünkü senin zihnindeki alarm sistemi bozulduğu için, sana çok korkunç görünüyorlar. Görünüşlerden kendini kurtar ve gerçekliğe dön. Dur, düşün ve davran üçgenini unutma. Ben sana her duygu gibi mesajlar getiriyorum ve mesajlarımı doğru oku (baya kısa oldu ama!). O zaman biraz daha uzatıp Mevlana’nın Misafirhane şiiri ile bitireyim:

“İnsan kısmı bir misafirhane,
Her sabah yeni birisi gelir.

Bir sevinç, bir bunalım, bir zalimlik,
Aniden farkına varmak bir şeyin,
Hepsi beklenmedik misafir.

Hepsini karşılayıp eyle!
Evini vahşetle süpürüp,
Bütün mobilyalarını boşaltan
Bir kederler kalabalığı bile gelse.

Her geleni alnının akıyla misafir et.
Olur ki yeni bir zevk getirmek için
Boşalttılar evini.

Karanlık düşünce, utanç ve garez,
Hepsini gülerek karşıla kapıda
Ve buyur et içeri.

Minnettar ol her gelene
Kim gelirse gelsin.
Çünkü bunların her birisi
Öte taraftan bir kılavuz
Olarak gönderildi.”

Kitap önerileri:

  1. Pembe Fili Düşünme, Zeynep Selvili Çarmıklı,
  2. Işığın Yolu, Nilüfer Devecigil,
  3. İnsan İnsana, Doğan Cüceloğlu,
  4. Zor Bir Ailede Büyümek, Susan Forward & Craig Buck.
Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Psikolog
6 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version