Yarım Kalan Notalar

Tülin Erol 43 Görüntüleme 1 Yorum
10 Dak. Okuma

Rüzgarlarda incinmiş, fırtınada kopmuş dallar gibiyim. Tomurcuk atmış bahçenin en güzel gülünü yaramaz bir çocuğun kopararak yerlere hoyratça savurduğu yaprakları gibiyim. Hiç yazılmamış duygu yüklü bir şiir, henüz notaları bile oluşturulmamuş, bestesi yapılmamış, kuru sözlerden ibaret, yarım bırakılmış bir nameyim…

Güneşin ilk ışıkları gözlerinin içine damlayarak cıvıl cıvıl uyandı Eliz. Kalbinin güm güm atması da neyin nesiydi ki, daha yerinden bile kalkmadan? Bu kadar heyecanlı ve bu denli aşk sarhoşu oluşu, yeni yetme hevesliler gibi aşka kendini bırakması, sevgiye susamışlığından mıydı yoksa Can’ın canına sunduğu göz kamaştırıcı hayalleri miydi?

İç sesini bastırmaya çalışarak güne merhaba dedi ve gerine gerine yatağından kalktı. 32 derece sıcaklık Temmuz ayında normaldi tabii; ama İstanbul’da olunca çekilmiyordu, klimaların verdiği serinlik ve boğazın akşam üstü esintileri olmasa katlanmak daha da güçleşecekti. Günlerden Cuma olduğu için ve akşamda Can’la birlikte olacakları için Eliz bugüne çok mutlu başlamıştı, ayaküstü bir sandviç ve bir bardak filtre kahve eşliğinde kahvaltısını yaptı. Özenle giyinip süslendi ve evden çıktı. Arabasına biner binmez her sabah yaptığı gibi radyoyu açtı. İstanbul’un sabah trafiğine takılarak iş yerinin yolunu tuttu. Emirgan’dan Bakırköy’e her gün sabah akşam koştururken günlerin, ayların nasıl aktığının farkına bile varamıyordu çoğu kez. Can’dan önce ise sadece bu monotonluğa hapsettiği bir hayatı sürdürüyordu Eliz.

Uzun yıllar aşktan meşkten, hatta kendinden bile vazgeçmişti. Sütten ağzı yanmış misali, kendini herkese ve her şeye kapatmış kendi konfor alanının dışına çıkmamıştı. Yaşı kırka dayansa da çok güzel, alımlı ve donanımlı bir kızdı Eliz, en önemli özelliği de çok seçici olmasıydı, çok zordu onun hayatına girebilmek.

Etrafındaki zırhı delmiş, yüreğine oturuvermişti Can. Geçen yıllar sadece görüntüsünü değil, düşüncelerini de değiştirir çoğu kez insanların. Eliz’de bu değişimi en fazla hayat tarzına yansıtmış, bambaşka biri olmuştu. Ne eski delilikleri vardı artık, ne de eskiden baktığı gibi bakıyordu olaylara ve insanlara…

Böyle olmasını kimlere ve nelere borçluydu? İlk başta Mehmet’e tabii ki.

Trafik bir türlü ilerlemiyor,radyoda peşi sıra çalan parçalarda Eliz’in şu anki duygularına tercüman oluyordu adeta. Direksiyona sımsıkı yapışmış avuçlarının içi terlemişti. Klimayı kapattı, arabanın camını açıp hafifçe başını gökyüzüne kaldırdı ve derin bir nefes aldı, İstanbul’un egzoz karışık tozlu ama kendine has kokusunu içine çekti. O sırada trafiğin az biraz akmaya başladığını haber veren sabırsız kornalar eşliğinde ilerlemeye başladı.Radyoda yeni başlayan parça yine eskilere doğru akıttı zihnindeki yolculuğu. Sertab Erener’den “Açık Adres” çalıyordu:

“Yok mu bir haber alan,
Yok mu gören?
Bu mudur âdetin,
Bu mudur tören?
Yaz ya da söyle,
Bulamadım böyle,
Neresi açık adresin,
Neresi yören?..”

Sabaha gözünü Can’la açmış olduğu halde, Mehmet’e dair bu hatırlatmalar da neydi böyle? Önce alt dudağını ısırıp ağlamamak için direndi, sonra da içinden küfürler savura savura şarkıya eşlik etmeye başladı. Hayatının en verimli dönemini ve en güzel yıllarını harcamıştı bu adamla. Artık gözünden akan yaşlara hâkim olamıyor aslında olmak ta istemiyordu Eliz, ne özene bezene yaptığı makyajının akması ne de duran trafikte üzerine çevrilmiş meraklı bakışlara aldırış etmeden hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve direksiyonu yumrukluyordu. O sırada fonda hıçkırıklara boğulmasına tam destek veren Ferhat Göçer’den, “Yıllarım Gitti” parçası yankılanıyordu.

“Kimleri sevdik, kimleri sildik,
Kimlerin peşine düştük genç ömrümüz de,
Yüz göz olduk yâr seninle,
Sözümüzü esirgemez olduk,
Gençliğimi geri verseler,
Bu kez en çok kendimi severim,
Veririm o yari de,
Kime sevdirirse sevdirsin,
Kimi öldürürse öldürsün,
Kimi güldürürse güldürsün,
Umurunda değil…”

Eliz, Mehmet’i hayatına aldığında, gençliğinin baharında canlı mı canlı kıpır kıpır güzeller güzeli bir genç kızdı. “Her şeyim” dediği adam her şeyinin içine edip çekip gitmişti hayatından, hiç acımadan gözünü bile kırpmadan. Ne bir veda etmiş, ne de tek bir iz bırakmamıştı giderken.

Her şeyin ilkini onunla yaşamış, tüm delilikleri onunla yapmıştı. Çok sevdiği balığı yerken, kokusundan bile nefret ettiği rakıyı ilk kez Mehmet’le içmişti. İlk erkeği, bu denli sevdiği ve uğruna yapmadığı deliliği bırakmadığı adamdı o…

Bir defasında gözlerinin taa içine bakarak sormuştu Mehmet:

-Seni daha önce hiç kimse bu kadar sevmedi mi? diye.

Tam tersine hayatı boyunca hep çok beğenilen hem de güzel sevilen bir kız olmuştu Eliz, çok güzel bir aşk yaşamıştı zamanında ama, gençlik aşkıydı o zamanlardaki aşkı, çok masum çok güzeldi. Fakat bu başkaydı, Mehmet hayatına gözlerini kamaştırarak girmiş ayaklarını yerden kesmişti. Elini ilk günden daha sımsıkı tutmuş, onunla ağlamış onunla gülmüş, bir dediğini iki etmemişti. En lüks mekânlarda yeyip içiyor, en pahalı hediyelerle şımartılıyordu. Hem aşkı hem sevgiyi bulduğunu sanıyordu, onu her gördüğünde yüreğinden kelebekler uçuşuyordu. Akıllarına esen her çılgınlığı yapıyorlardı birlikte. “Hayatımın Anlamı” diyordu Mehmet ona, Eliz’de ruh eşinin olduğuna inanıyordu. Bu adamı böylesine sevmemiş olsaydı bir gün onun kocası olacağına inandırılmamış olsaydı, yine aynı delilikleri yapıp meydan okur muydu hayata, bunca eziyete tek başına katlanır mıydı? Mehmet’in bir zaman sonra; “Eliz, sana söylemem gerekenler var diye söze başlamasının, ben evliyim üstelik bir de çocuğum var” demesinin ardından gözyaşlarına boğularak çantasını kaptığı gibi o çok sevdikleri balıkçı restoranından koşarak fırlamıştı ve:

-Bitti Mehmet ,ben evli biriyle asla sevgili olamam, demişti. Mehmet etrafa aldırış etmeden arkasından fırlamış, Eliz’in binmek üzere olduğu taksinin kapısındaki elini yakalamış ve ağlayarak kendine doğru çekmiş sımsıkı sarılıvermişti sevdiği kadına. Her ikisi de hıçkırıklara boğulmuştu. Mehmet gözlerinden süzülen yaşlarla:

-Gitme Eliz, sen benim tek gerçeğim hayatımın anlamısın,seni seviyorum, gitme. Bunu bize yapma demişti. O kadar içten o kadar gerçek bir yakarıştı ki bu, fakat Eliz hiçbir zaman bir erkeğin ikinci kadını olacak biri değildi, bunu ne kendisine ne ailesine ne de Mehmet’in -boşanacağım dediği eşi ve küçücük oğluna- ailesine yapamazdı.

-Allah’ım bu nasıl bir kâbustu böyle…

Asla dediğimiz her şeyin bir gün mutlaka yaşanacağını o gece tecrübe etmişti Eliz. Onunla olmaması gerektiğini biliyor ama O’ndan gitmeyi de istemiyordu aslında. O gece verdiği karar, Mehmet’le hem acı hem tatlı geçen dört yılına mâlolmuştu. Sonrasında yaşadıkları ise halen inanmakta zorlandığı, kötü bir kâbus olmasına inanmak istediği fakat izlerini yıllar geçmesine rağmen silemediği gerçekliğiydi.

Evli ve çocuklu olmasına rağmen,onu delice sevdiğine inandığı hayatının en büyük aşkı Mehmet, Eliz’i de tam iki yıl boyunca bir başka kadınla aldatmıştı. Bir erkek uğruna kaç insanın canı yanmış, kaç tane sevmekten başka günahı olmayan kızın hayatı kararmıştı kim bilir?

Tüm bunlar Eliz’in zihninden acıyla geçerken telefonun sesiyle irkildi, arayan Can’dı. Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi ve telefonunu açtı:

-Efendim sevgilim!

Eliz’in sesinin derinden ve çatallı çıkmasından tedirgin olmuştu Can, fakat bunu hissettirmeden sözlerine devam etti. “Toplantımın saati değiştiği için, akşam seni ben alamayacağım sevgilim, lütfen beni affet, olur mu? Sana konum atarım görüşürüz bir tanem.” dedi. Eliz’de: “Hiç sorun değil, öpüyorum aşkım” diyerek yanıtladı ve telefonu kapattı. Sevgilisinin sesini duymak ona iyi gelmiş, içinde bulunduğu karanlıktan onu güneşe çıkarmıştı adeta.

Mehmet’le geçen dört belirsiz yılın ardından, toparlanabilmek için 7 yıl hayatına hiç  kimseyi almamıştı. Şimdi ise hayatındaki adamı ona gönderen Allah’a sürekli şükrediyor ve yıllar sonra gelen bu mutluluğun tadını çıkarıyordu. İş yerine geldiğinde saat dokuza yaklaşıyordu, hemen masasına oturup kendini rutinine bıraktı.

Saatler geçmiş, işten çıkma vakti gelmişti. Hemen telefonunu kontrol etti, Can’dan sabahki konuşmalarından beri hiç ses çıkmamıştı. Tuvalete giderek makyajını tazeledi sonra masasına döndü etrafı toparladı ve çantasını omuzuna asarak asansöre yöneldi. O sırada Can’dan beklediği konum bilgisi geldi. Konuma bakınca çok şaşırdı, gideceği yer Polonez köy’dü, “demek ki hafta sonu için sürpriz planları var hınzır sevgilimin“ diyerek Kendi kendine gülümseyerek mırıldandı.

Yol uzun olmasına rağmen nasıl geçtiğini anlamadan kendini Polonezköy’deki “Dreams Motel’de” buldu.Arabasını valeye bırakıp kapıdaki görevlinin yönlendirmesiyle restorana geçti. Can sevgilisinin kapıdan girdiğini görür görmez küçük bir el işaretiyle orkestraya komut verdi ve İrem Derici’nin “Kalbimin Tek Sahibine” parçası başladı. Eliz şaşkın bakışlarla etrafına bakınıyor içinde bulunduğu ortamı anlamlandırmaya çalışıyordu, kendisine doğru gelen sevgilisi önce sımsıkı sarıldı Eliz’e, sonra da hiç vakit kaybetmeden ani bir hareketle önünde diz çöktü ve:

-Kalbimin sahibi kadınım, benimle evlenir misin? diye sordu. Eliz gözünden akan mutluluk gözyaşlarıyla birlikte:

-Evet!.. diye haykırdı.

Etraftan gelen alkış seli ve müziğin ritmiyle birbirlerine sımsıkı sarıldılar ve ömür boyu sürmesini diledikleri mutlu hayatlarının en anlamlı dansına kendilerini bıraktılar.

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Tülin Erol
Bağlantılar:
Yazar
1 Yorum
  • Yani gerçekten fevkalade böyle yazılar devamlı gelsin beğenerek ve severek okuyorum sayın hocam başarılarınızın devamını bekliyoruz ?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version