Çamur – Mevlana Hoca Nasreddin ve Şems

Mehmet Oğuz Türk 29 Görüntüleme Yorum ekle
5 Dak. Okuma

Çamur at izi kalsın demiş ecdat.

Bazı konular derin bilgi ve belge gerektirdiği için, yazıya bu atasözü ile giriş yapmak istedim. Mesele Hoca Nasreddin (Ahi Evran) ve Mevlana Celaleddin-i Rumi. Bir de Mevlana’nın sohbet şeyhi olan İranlı mutasavvıf Şems-i Tebrizi. Moğollar da var…

Aşkname kitabını okurken girdi ilk enteresan duygular gönlüme. Belki de okuduğumu yanlış algılıyorum diye yarıda bıraktığım Aşkname.

Haşa! Yıllarca biz mübarek insanlar olarak bildik Şems ile Mevlana’yı. Gerçekten öyledirler. Âlim ve Allah Dostu diye tabir edebileceğim şahsiyetler. Ama. Ama nedense Aşkname’yi okurken kalbime giren bir serinlik türedi birden bire. Bıraktım kitabı kenara.

Nasreddin Hoca’mızı bilmeyen yoktur. Çocuksun, eline komik bir kitap vermişler. Adına da fıkra kitabı demişler. Hoca Nasreddin’i de böyle bildik. Ama yaradanın şahsıma hikmet ettiği öngörü hissi henüz çocukken giydiğim bir gömlekti. Bu komik adam, aksakallı tonton adam. Eşeğine ters binen, hindiyi düşündüren, dünyanın merkezini merkebin ayağının dibi ilan eden, kazanı doğurtup öldüren, parayı vermeden düdüğü çaldırmayan bu adam öyle sadece çocuk kitaplarına figür olacak basit bir karakter olamazdı. Çocukluğumdan dökülmüştü Nasreddin Hoca yerine Hoca Nasreddin telaffuzu. Bu adam büyük bir adam diyebilmiştim. Nerden bileceğim bir filozof, bir direniş kahramanı, kökü hala bugün çok güçlü olan bir teşkilatın kurucusu olduğunu. Ama değişik gelmişti işte bu adam. Çocukluğum haklı çıkmıştı.

Mevlana Hazretleri’nin Türkiye’nin tanıtım filmlerinde kullanılan ulu bir zat olduğu düşüncesini ise hiç irdelememiştim yine aynı çocuk olarak. Hoca Nasreddin bir adım öndeydi fikir dünyamda. Zaten hiç kıyasa da girmemiştim iki büyük zatı.

Yıllar geçtikçe özellikle Hoca Nasreddin kalbimde bir yerlerde sağlam bir yer edinmişti kendine. Çok zeki bir karakter. Önceleri zekası ile cezbeden Hoca Nasreddin daha sonra teşkilatlanmanın önemini öğrendiğim ilk politik kavgamı verdiğim yıllarda bir kez daha cezbediyordu beni. Bizim Hoca Nasreddin ahiliğin kurucusuymuş meğer. Öyle diyorlar. Ben tarih araştırmacısı değilim. Belge falan da yok elimde.

Ahi Evran’mış meğer bizim Hoca Nasreddin. Vay be! Bugün hala kökleri sapasağlam duran, Anadolu’yu Türk Yurdu yapmada vazifeler edinen ahiliğin kurucusu. Moğol istilasına karşı direnen Ahilerin başıymış. Yine Türk Yurdu için evinden, eşinden nihayetinde canından olan Ahi Evran’mış meğer bizim Hoca Nasreddin. Öyle diyorlar, mürekkep yalamış, bilim ehli bazı kalemler.

Hoca Nasreddin ve Mevlana’nın yolunun kesiştiği yere gelelim.

Mevlana’nın sohbetleri Allah aşkı ve İslami değerlerin konu edinildiği sohbetlerdi. Ahi Evran’ın da sohbet cemiyeti vardı elbette. Hacı Bektaş’ı Veli’nin tavsiyesiyle kurulan Ahilik Teşkilatı’nın eşrafı ile yani esnaflar ile yapılan cemiyet sohbetleriydi.

Mevlana’nın sohbetlerde dilinden Allah Aşk’ı yağmur gibi yağarken, Ahi Evran yani Hoca Nasreddin yani esas adıyla Mahmud Nasırüddin ise bu sohbetlerde daha mizahi ve eğlenceli kelamlar ile etrafını hem güldürüp hem eğlendiren eğilimdeymiş.

İlk çakışma belki de bu sohbetlerin konu zıtlığıydı. Der ki o araştırmacı kalemler, Mevlana Hazretleri Mahmud Nasırüddin’in bu eğlenceli hallerinden memnun değilmiş. Sonrası kıyametmiş.

Hoca Nasreddin’in katline nail olacak kadar Mevlana’yı öfkelendiren tek sebep mizah mıydı?

Bu kadar basit olamaz. Eğer bu iddialar doğruysa aynı kalemlerin bu vahim tezleri sadece sufilik ile mizahın kapışması olarak adlandırılamazdı. Asıl iddialar daha vahim. Mevlana, tüm dünyayı kasıp kavuran, milyonlarca can alan istilacı Moğollar’ın Anadolu’daki işbirlikçisiydi. Öyle diyor son iki üç yıldır okuduğum kalemler. Hoca Nasreddin ise aynı iddialar çemberinde Anadolu’yu savunan Ahiler’in başıydı. Olaylar, olaylar, olaylar…

Demiştim ya, çamur at izi kalsın. Eğer bu denilenler çamur ise ben bu vebale ortak olmamak için şahsi fikrimi beyan etmiyorum. Derler ki diyorum…

Bu ikili arasındaki mücadeleyi tez sahipleri şu şekilde bitirir.

Nasreddin Hoca Ahi Evran’dı. Moğollara karşı direnişçiydi. Eşini alıkoydular önce. Sonra evini barkını şehrini. Nihayetinde Mevlana’nın etkisiyle Moğollar tarafından öldürüldüğü söylenir.

Böyle vahim şeyler yazılıp çizilir.

Gelelim yazımızın başındaki vukuata…

Şems’i, Mevlana’nın oğlu öldürdü derler. Nasreddin Hoca’nın da bu olayda etkisi var derler.

Ne demiştik; Şems ile Mevlana. Allah aşkıyla yanıp tutuşan iki Allah dostu. Birbirlerini o kadar sevmişlerdi ki, Mevlana’nın mektubu bu sevginin en açık belgesiydi. Mektup ve şiirler. Aşk dolu güzel sözler. Methiyeler, methiyeler, methiyeler…

Son yıllarda araştırıp, konduramadığım ithamlarla dolu bu üçlünün öyküsü.

Elbet bir gün ortak ve gerçekliğe bağlı kanı, tarihin yeni sayfalarında kendine yer bulur.

Şimdilik elimizden bir şey gelmez. Derler deyip, selam ile son noktayı atmaktan başka.

Selamünaleyküm…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version