Her Şey Geçmişte Kalır; Hiçbir Şey Yok Olmaz

Nilsu Emre 24 Görüntüleme Yorum ekle
5 Dak. Okuma

“Hayatta en yüce dayanağımız; Ana-Baba evinden kalan hatıralarımızdır.” (Dostoyevski)

Geçmişle ilgili beni en çok büyüleyen şey çocukluğumdur. Çocukluğumuzdan kalanların; artık hayatımıza geri döndürülemeyen değil de ortadan kaldırılamayan en şanslı, en kalıcı yanlarımız olduğuna inanırım. Bugünü anlamak için çocukluğumuza; ana-baba evimizden çıkanlara ve geçmişimizden gelenlere sımsıkı sarılmamız gerektiğini düşünürüm. Her şeyin en güzeli, en eskisi değil midir: En güvenilen kimselerin o en eski dostlar; en rahat okunanların, eski yazarlar; ya da en lezzetlisinin hep en çok yıllanan şaraplar olması gibi…

1956’dan 1979’a Uzanan Bir “Hayat” Yolculuğu

Çocukluk evimizi boşaltırken karşıma çıkan tarihi Hayat Mecmualarını gördüğümde, “yeni”nin içinin aslında nasıl da eskiyle dolu olduğunu tam da bu duygularla idrak etmiştim. Böyle bir hazineye ulaşan herkes gibi ben de günlerce uykusuz kalarak hem dergileri bir bir okumaya, hem de bu kıymetli “mecmua”ları daha derinlemesine araştırmaya başlamıştım.

Hayat Mecmuaları, Nisan 1956’da İstanbul’da haftalık yayınına başlayarak Şevket Rado yönetiminde yüzbinleri geçen tirajlar yakalamıştı. Hayat Mecmuası, Batılı dergicilik örneklerinin ve renkli resimli reklamların yer aldığı bir ‘modernleşme’ yayıncılığıydı. Kapakları renkli ve tam boy resimlerle kaplı olan dergide özellikle 70’li yıllara kadar –belki de yerli örneklerin henüz o dönem için “cesur” sayılabilecek bu tür pozlar vermeye hazır olmamalarından sebeple- yabancı aktrislere daha çok yer verilmekteydi.

Dergide bulmacalar, dönemin gerçeklerine ışık tutan karikatürler muhabir Gülgün Üstündağ’ın Paris’ten bildirdiği güncel moda haberleri; çoğunlukla Azize Bergin’in tercüme ettiği “Arkası Haftaya” devam eden romanlar ve fotoromanlar, yemek tarifleri ve gezi yazıları yer alırdı. Derginin ortasında yer alan tam sayfa resimleri ise biriktirip evin bir köşesine asmak -günümüz deyişiyle- o dönem çok popülerdi.

Günümüzün baş döndürücü internet sayfaları şöyle dursun; televizyonun olmadığı; hatta radyonun bile lüks sayıldığı yıllarda dergi, zamanla Türkiye ve dünyadaki gelişmelerden okuyucularına bilgiler sunan en etkili yayın organlardan biri haline gelir. Dergide, uluslararası maçlardan tutun; Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in Yemin törenine; Cannes Film Festivali gibi kitlesel organizasyonlarda olan bitenden “1970 yılında yaşanan İstanbul Kültür Sarayı Yangını”na kadar… her tür güncel gelişmeyi haftalık olarak; büyük boy fotoğraflarla takip etmek mümkündür.

Artık İnsanoğlu Aya çıkarken de; Türk Ordusu Kıbrıs’ta çıkartma yaparken de olgunlaşma enstitüsü kızları, kendi çizdikleri kıyafetleri çeşitli defilelerde sunarken de… hayata dair tüm gelişmeler, Hayat Mecmuası’ndan takip edilmektedir. Giyimi, yaşam tarzı, toplum içinde uyulması gereken davranış tarzları vb. hususlar hakkında verdiği yabancı örneklerle dergi, daha ziyade dönemin Türk kadınına hitap edip; ona ilham verir ve özgürleşmesine destek olur.

İlk Sosyal İletişim Mecrası Olarak “Hayat Mecmuası”

1960’ların başına gelindiğinde; derginin ilk 20 sayısındaki yabancı ağırlıklı haberler ülkemizin de gelişip ilerlemesi ile birlikte (çekilen filmler, tiyatro oyunları, güzellik müsabakalarına katılım… gibi) yerini yavaş yavaş Türkiye’den haberlere bırakır. Artık; “Kızılay Balosu’nda Şıklık Rekorları” kırılmakta; Türk kız öğrencilerin piyano konserlerine yer verilmektedir. Büyükelçiliklerde verilen uluslararası davetlerden, yeni açılan resim sergilerinden, Amerikalı yazarların İstanbul’da sergilenen oyunlarından, dönemin siyasetçilerinin ailelerinin düzenlediği davet ve düğün görüntülerinden… fotoğraflarla uzun uzun bahsedilmektedir. Bu fotoğraflar, başlarda siyah beyaz olsa da 70’li yıllardaki sayılarda fotoğraflar da –tıpkı bahsi geçen hayatlar gibi- renklenecektir.

Hayat Mecmualarında yer alan reklamlar da Türkiye’nin yeni yaşam tarzına uygun olup okuyucularına apartmanlar, gazlı içecekler, kendilerini aktrisler gibi hissedecekleri kozmetik ürünler… tanıtır. Bu reklamlar sayesinde; o devrin insanları, yeni tüketim maddeleriyle tanışırken; bu haberleri onlardan 50 yıl sonra okuyan bizler de günümüzde pek de sıradan bulduğumuz örneğin halıfleks, fotokopi makinaları ve hatta fermuar gibi icatların ülkemize ne zaman ve nasıl büyük bir heyecanla girmiş olduklarını idrak etmiş oluruz.

Seyahat etmenin henüz bu kadar yaygınlaşmadığı; uçağa binmenin bir ayrıcalık sayıldığı o yıllarda, dergide mutlaka Türkiye’den ya da dünyadan birkaç yer tanıtımına da yer verilirmiş. Bu turistik tanıtım yazılarında Fethiye ya da Bodrum gibi ülkemizin “yeni” tatil beldeleriyle, İstanbul’un benzersiz “Deniz Banyoları” övülür; Bebek’te su kayağı yapan yerli turistlerden; “hızla inkişaf eden” yeni Levent Mahallesinin sakinliğinden; Arnavutköy çileği ve Beykoz cevizinin benzersizliğinden dem vurulurmuş.

Okuyucu mektupları bölümünde sıkça cevaplandığını gördüğümüz “Benim doğduğum falanca yıl hangi güne denk geliyordu..” ya da “filanca ismin anlamı nedir” gibi şimdi arama motorları sayesinde birkaç saniye içerisinde cevap bulduğumuz sorular için Mecmua, mektup yağmuruna tutulur; okuyucular ise ancak haftalar sonra bu sorulara cevap bulabilmenin mutluluğunu yaşar; haftalık Hayat Mecmuası heyecanı da böylece son bulurmuş.

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Nilsu Emre
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version