Hoş Geldim

Gizem Canver 31 Görüntüleme Yorum ekle
5 Dak. Okuma

Sizlere Umre anılarımı anlatmakla beraber ilk önce mutlaka ama mutlaka niyet edin. Ama öyle bir niyet edin ki, taaa içinizden olsun. Sonra ummadığınız bir anda sürpriz olarak karşınıza çıkıyor.

Diyebilirim, inanın o Kâbe’yi görmeden önce dualarımı dizmiştim kalbimin taa uç köşesine. Ama hepsi kanatlandı gitti, taa ki o sevgili Kâbe’yi görene kadar. Gördüm ve bitti tüm dualar.

Hani bir insanı uzun zaman sonra görürsünüz ya… Hiç görmediğiniz değişiklikler vardır onda şaşırırsınız. Aynen öyle oldu bende de. Tabi ki daha görür görmez ilk tepkimi soracaksanız, ilk tepkim; “Aaa çok güzel” demek oldu. O kadar ihtişamlıydı yani…

Sonra “Lebbeyk” nidaları döküldü dillerden ve kalplerden. Öyle ki, “Allah’ım biz lebbeyk diyelim, Sen emret, biz de yapalım” dermişcesine. Zaten de öyleydi, O emretsin biz yapalım.

Biliyorum buralara sığmayacak hatıralarım, ama olsun sığdığı kadar…

Size bu satırları umre dönüşü Türkiye topraklarından yazıyorum.

Evet başta da belirttiğim gibi, Hoş geldim vatanıma…

Peygamberimizin (s.a.v.) Evi (Medine)

Ve ilahiler ile gittiğimiz o muazzam yer… Mutlaka ama mutlaka orayı bir ziyaret edin, öyle dualar edin ki, göz yaşları içinde kalbe akarcasına…

Orada Cennet Bahçesi denilen çok güzel bir yer var. Peygamberimiz (s.a.v.) “Evimle minberimin arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim havzımın üzerindedir.” (bk. Buhârî, Fadlı Salati Mescidi Mekke, 5; Müslim, Hac, 92; Müsned, 2/36, 236, 450, 534; 4/41) O kadar ki muazzam bir yer… Hele de tarih kokuları zaten gönle akıyor durmaksızın çağlayan bir ırmak gibi. O yüzden gittiğinizde mutlaka vaktinizi çok iyi değerlendirin.

Yine Medine’deyiz, Efendimiz’in (s.a.v.) doğduğu ev… Çeşitli dönemlerde tamir ettirilmiş, Abbasiler döneminde ise mescide dönüştürülmüştür. Fakat şimdi ise orası kütüphane diyenler de var.

Osmanlı Sultanı II. Mustafa bu evde Peygamberimizin (s.a.v.) doğduğu Rebîülevvel Ayının 12. Gecesinde ve ilk vahyin geldiği Ramazan Ayının 27. Gecesinde Mevlid törenleri düzenlenmesini emretmiş ve bunun için de tahsisat ayırmıştır.

Müzdelife (Nişan Günü)

Burası harem sınırları içerisinde Arafat ile Mina arasında kalan bir bölgenin adıdır.
Evet burada hoşuma giden ve şaşırdığım nokta şu olmuştu. Hazreti Adem (a.s.) babamızın ve Hazreti Havva annemizin de burada nişanlanmış olmalarıydı. Öyle ki o son gecemizde gitmiştik biz de. Tabi dualarımızı da ettik, güzel vaazlar da dinledik. Bunlar da ortamın güzelliklerindendi.

Son olarak Uhud Dağı ve Okçular Tepesini anlatmaya çalışacağım sizlere.

Evet, Peygamberimizin (s.a.v.) ; “Uhud bizi sever, biz de Uhud’u.” (Buhârî, Cihâd, 71; Müslim, Hacc, 504) demesinde ki o derin manâ…

Müşrikler İslam’ın yayılmasını istemiyorlardı ve bunun yanında Bedir Savaşı’nın intikamını almak üzere üç bin kişilik bir ordu ile Medine’ye doğru hareket etmişlerdi. Uhud civarında karargâh kurdular. Peygamberimiz (s.a.v.) düşmana karşı Medine’yi savunmak üzere komutasındaki bin kişilik bir kuvvetle Uhud’a hareket etti. Böylelikle savaş başlamış oldu. 300 kişilik münafıklar da ordudan ayrıldı.

Savaş çok çetindi bu çetin mücadelenin ardından çokça sahabe şehit edilmişti. Ve Efendimiz (s.a.v.) ; “Ne şart ve durum olursa olsun asla burayı terk etmeyeceksiniz. Bizlerin cesetlerinin yaban kuşlar (akbabalar) tarafından parçalandığını görseniz bile yerinizi bırakmayacaksınız.” (İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 47; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 4, s. 293) demesine rağmen bazı okçu sahabeler; “Bu iş tamam, savaş bizim lehimize bitti!” (İbn Kesir, el-Bidaye, c. 4, s. 25) diyerek, Hz. Peygamber’in talimatını unutarak meydana inip, ganimet toplamaya karar vermişlerdi. Buna rağmen Peygamberimiz (s.a.v.) onlara sözünü dinlemedikleri için kaba davranmamış, onları azarlamamıştır. Bunun üzerine Allah, Âl-i İmrân Sûresi 159. ayetini indirmişti.

“Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.

En az O’nun kadar olamasak da O’na benzemeye çalışmak için çabalamaya değmez mi? Hem de çok değer…

Bu günkü yazım da böyle olsun. 🙂

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Gizem Canver
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version