Kapı

Ayten Yağmur 132 Görüntüleme 1 Yorum
7 Dak. Okuma

Her zamankinden daha karanlıktı bu gün gece. Yıldızları görmek neredeyse mümkün değildi. Ama içim daha karanlıktı geceden. Kapıyı çarpıp çıkarken babamın hala kızdığını duyabiliyordum. Hatta mahallenin sonuna geldiğim de bile sesi peşimdeydi bir gölge gibi. Köşeyi dönüp de görüş açısından çıkana kadar gözlerinin üzerimde olduğuna eminim. Beni şaşırtan bu değildi. Alışkın olduğum şeyler bunlar. Nasıl o kapıyı çarpıp çıktım, daha çok buna şaşırdım. Çevreme bakınca bir ben vardım o taşlı sokakta bir de aç köpekler. “Neden kimse yok dışarıda?” Sokağın sessiz karanlığında ilerlerken yıldızların ölgün ışığında dans eden gölgeler içime korku verse de aynı zamanda garip bir güvende olma hissi vardı. Köpeklerin hırıltısı bile ürpertmedi içimi, şaşırdım.

Acelesiz yürüdüm taşlı yolları. Küçükken, annemin elini tutup geldiğim o büyük parka girdim. Akan incecik bir su vardı; yazları kuruyan, kışları ise “Ben varım, buradayım.” der gibi akan suyun kenarındaki banka oturdum. Gözlerimi kapattım, içinde olmadığım zamanın büsbütün dışına çıkmak istedim bir an. Kollarımı birbirine dolayıp montumun içine gömülerek oturdum bankta.

Ne olmuştu bu gece? Ben neden o kapıyı çarpıp çıktım ve nasıl yaptım?

Babamın sesi geldi kulağıma. “Sen de kendini adamdan mı sayıyorsun?” gözlerimi korku içinde açtım. Kimse yoktu. Ama sesler, kafamdaki gürültüler çoğalıyordu. Kulaklarımı kapamak nafile… Uğultuyla büyüyordu sesler.

“Sözümün üstüne söz söyleme.”

“Söylemedim, söylemedim…”

“Sus konuşma, sinek kadar beyninle bana akıl mı veriyorsun?”

“Yok, yok … Asla baba, asla.”

“Ayağımın altına almayayım, bir sıkımlık canın var zaten.”

“Vurma, vurma…”

Annemin sesi geldi bir yerden, çok uzaktan. Cılız bir şekilde çıktı ses ya da hiçbir şey demedi de ben desin mi istedim? Cılız bir şekilde, incecik;

“Yapma, çocuk yirmisine geldi, ayıptır.”

“Yirmisine gelmişmiş, üç yaşındaki çocuğun aklı yok onda.”

“Tipe bak, kim der buna erkek?”

O ana kadar kendime bakmayı hiç düşünmemiştim. Kollarımı uzattım uzağa, göremedim. Daha da uzattım, gömleğimin kol düğmelerini açtım, sıvadım kolumu; yoktu. Sağa çevirdim, sola çevirdim, parmaklarımı oynattım, göremedim. Nasıl olurdu? Ben bütün gün hatta kendimi bildim bileli, bu parmaklarla babamın yanında çalışmadım mı yıllarca. Araba motorlarını tamir ederken bu ellerde yağ lekeleri desenler çizmemiş miydi? Kallavi çekiçlerle ve keskin anahtarlarla adeta dans eden bu ellerdeki çatlaklar, benim ustalığımın nişanesi değil miydi? Nerede bu çatlaklar, bu yağ lekeleri? Bacaklarımı uzattım, ayaklarıma baktım, onlar da yoktu. Ayağa kalktım korku içinde vücudumun her yerini yokladım ama göremedim.

“Anne, bana ne oldu? Öldüm mü yoksa?” Bu cümleyi sanırım bağırarak söyledim. Ne annem ne de babam duydu sesimi. Galiba ben de duymadım, bir daha bağırdım, bir daha. Çığlık attım ama ben dahil kimse duymadı. Karanlık odanın bir köşesinde annem, babam benden habersiz benim yüzümden kavga ederken ayağa kalktım. Dış kapının hemen yanında duran, en son ne zaman kendime baktığımı hatırlamadığım boy aynasının önüne geçtim. Karşımda benim kıyafetlerimin içinde babam vardı. Ellerime baktım göremedim, aynadaki ellerime bakınca derin çatlakları taşıyan, içlerine hayatın yükü siyah lekeler yapmış, bulduğu her yerden siyah kalın tüyler fışkıran babamın elleriydi gördüğüm. Aynadaki yüze bakmaya korktum. Ellerimi yüzümde gezdirirken ürkek bakışlarla aynadaki yansımaya baktım. Babamın gözlerinin içinde kayboldum. Korkuyla duvara doğru attım kendimi.

“Siz bana ne yaptınız? Bana ne oldu?” Ağlıyordum. Yüreğimde çıkan fırtınanın sele dönüşüp akması gibiydi gözyaşlarım. Yıllardır söyleyemediğim cümleleri söyledim babama gözlerim kapalı. Nasıl olsa sesimi kimse duymuyordu, bu rahatlıktan mıydı sesimin gürlüğü? Ellerimi yumruk yapıp duvara vurdum, bir de tekme savurdum karşımdaki aynaya. Düşüp tuzla buz olunca, daha da bir hafifledi ruhum. Gözlerim kapalıydı hala. Nasıl olsa ben yoktum, duvara yumruk atan eller benim değildi, aynayı tekmeleyen de… Bağırdım, bağırdım… Boğazımı sıkan gömleğin düğmesini açtım ya da koparmış olabilirim. Daha derin bir nefes aldım sonra… Kalp atışlarımı duydum, ellerimi kalbimin üzerine götürünce bir kuş gibi çırpındığını hissettim. O anda dünyanın en güzel melodisi gibi geldi bana. Bir şarkının huzurunu verdi. Ne kadar durdum öyle; bir saniye, bir dakika… Fark etmez. Bu iç döküş ömre bedel gibiydi. Açtım gözlerimi yavaşça. Karşımda, korku içinde bakan babam ve gözyaşına endişe karışmış annem put gibi duruyordu. İlk defa o an babamın gözlerinin en derinlerine bakmaktan korkmadım. Ve onun da korkabildiğini ilk defa o an gördüm. Gülmek geldi içimden, hem de ne gülmek. Gözyaşlarım oluk oluk akarken bağıra bağıra güldüm, kahkahalarım çınlattı odayı.

“Oğlum, deli olma. Kendine gel,” dedi annem, kolumu çekiştirirken.

“Deliydi, iyice gitti kafa,” dedi babam ama bu defa sesi gürlemedi. Daha çok güldüm ben de, öyle güldüm ki onun sesini bastırdı kahkaham.

Sonra tık diye kesildi sesler. Odaya karanlıkla beraber sessizlik çöktü. Annem ve babamın şaşkın bakışları arasında askıdaki montumu giydim. Kolumu montun içine sokarken gördüm ellerimi, benim ellerimdi. Cam kırıklarının kestiği ayaklarımı da gördüm sonra. Yerdeki bir cam parçasını alıp baktım yüzüme, benim yüzümdü.

“ Oğlum, gecenin bu saatinde nereye gidersin. Bana da mı acımıyorsun?” İçimden birkaç cümle geçti ama söylemedim. Bakıştık annemle öylece.

“Bırak, gitsin. Görsün dünyanın kaç bucak olduğunu. Geri gelirsen bu kapı sana açılmaz bir daha,” Güldüm. Kapılar bana açık mıydı ki? “Ben şimdiye kadar duvardan başka bir şey görmedim, kapıymış.” demek geldi içimden, demedim. Anlamazdı çünkü. Güldüm bu defa alaycı. Üzerime doğru yürüyüp,

“Sen bu defa, haddini fazlasıyla aştın,” cümlesi ağzından tükürükler saçarak çıkarken bir elini bana vurmak için kaldırdı. Havada yakaladım o iri, çatlak ve tüylü eli. Kenara itip kapıya yöneldim.

“Oğlum, gecenin ikisi. Ne yapacaksın bu saatte,”

Arkama bakmadım. Kapıyı açıp çıktım sadece. Dışarıda kimse yoktu. Havanın serinliği nasıl da iyi geldi ruhuma. Gözlerimi kapadım, gökyüzüne baktım, belki de etrafımda dönmüşümdür kollarımı açıp. Döndüm, döndüm; yıldızlar da benim etrafımda döndü tek tek…

Başım düştü bir anda. Gözlerimi açtığımda o cılız suyun başındaki bankta elleri bağlı oturmuş, uyumuşum. Gökyüzüne baktım yıldızlar ışıl ışıl, ay olanca haşmetiyle apaydınlık. İçimde tarifsiz bir huzur…

“Evsiz miyim şimdi yani?”

“Hayır, hayır. Asıl şimdi evimdeyim. Kendimleyim…” Nereye gideceğini bilmeyen birine göre oldukça mutluydum. Bir sabahçı kahvesinde geçirdim gecenin kalan kısmını. Ruhumun evini bulmuştum, yarın da başımı sokacak bir yer bulurum nasıl olsa, dedim içimden.

Sahi bu gece ne olmuştu? Boş ver, unutmak arınmaktır. Unuttum gitti.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Öğretmen / Yazar
1 Yorum
  • Dört duvar arasında ve bir çatı altında ne yaşanmışlıklar ya da yaşanmamışlıklar vardır kim bilir? Hayat dediğin de, vazgeçtiklerimizle vazgeçemediklerimiz arasındaki döngüden ibaret değil midir?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version