Oda

Ayten Yağmur 77 Görüntüleme 2 Yorum
7 Dak. Okuma

Bu yaşıma geldim, bazı şeyleri hala anlayamıyorum. Hayatın gizemleri arasında kaybolmuş, cevaplarını bulamadığım sorularla dolu bir dünyada yaşıyorum sanki. Bu, kendimi bildim bileli böyle. Küçükken köyümün tozlu yollarında gezmeyi çok severdim. Ağaçların mis gibi kokusunu içime çekerek annemin beni ayağında sallarken söylediği ninniyi mırıldanırdım. Bıkmadan usanmadan söylerdim sadece kendimin duyacağı şekilde. Irmağın şırıltısına eşlik eden kuş seslerini dinlerdim bir taşın üzerine oturup. Yine böyle bir gün Hasan amcalar ailesi ile piknik yapıyordu ırmağın kenarında. Yediler, içtiler ve sonra çöplerini ırmağın içine attılar. Aynı Hasan amcayı başka bir gün kahvehanede, “Irmağın içine yediklerini içtiklerini atıyorlar. Hiç mi utanmıyorlar. İnsanlar orada oturuyor, kalkıyor. Ne biçim insanlık bu?” dediğini duydum. Karşısında oturan başka bir köylünün, “Sen kime laf atıyorsun. Açık açık söyle. Öyle ortaya konuşma” deyip bağırmasına şaşırdım. Sonra birbirlerinin üzerine yürüdüler. Ağızlarından salyalar aktı, vurdukları yerden kan geldi. Çok korktuğumu hatırlıyorum. O gün Hasan amca ile o sırada göz göze geldik. Bir siluet halinde yaratık gördüm gözlerinde. Eve kaçtım arkama bile bakmadan. Bir müddet dışarı çıkmaya korktum. Başka bir gün annem kapının önünde oynamamı söyledi. Kaldırıma oturup elime aldığım bir kiremit parçasıyla yere şekiller çizerken yan komşumuz Ayşe teyze çıktı kapıdan elinde süpürgeyle. Etrafa bakınırken söylendi kendi kendine. İçeri girip bir tas su alarak etrafa saçtı. Sonra süpürmeye başladı. Birden bakışları penceresinin altında yatan anne kedi ve yavrularına yöneldi. İşini bırakıp sakin ve sessiz adımlarla ilerledi ,elindeki süpürgeyle kedilere vurmaya başladı. İlk darbede anne kedi ve bir yavrusu kaçtı. Ayşe teyze vurmaya devam etti. “Ben size gelmeyin demedim mi? Pire bastı sokağı” derken tüm gücüyle vuruyordu. O kadar korkmuştum ki her süpürge darbesi sanki bana inmişti, bağırmışım fark etmeden. O sırada gözlerimiz buluştu Ayşe teyzeyle. Aynı siluet halindeki yaratığı onun gözlerinde de gördüm. Korkudan yerimden kıpırdayamadım. İçeri girdi sonra ve elinde kürekle geri çıktı. Yerde hareketsiz olarak yatan iki yavru kediyi süpürgeyle küreğe alıp çöpe attı. Söylenmeye devam ediyordu. Çöpün başındayken bana da bir şey söyleyecek gibi oldu. Korkup eve kaçtım yine. Anneme sarıldım.

Küçükken annemin şefkati benim en büyük sığınağımdı. Kapımızın önünde oyun oynarken mahallemizin çocukları bana zarar verirdi. Hiçbir şey yapmasam bile gördükleri yerde tartaklarlar, alay ederler ve ben annemin şefkatle uzanan ellerini tutarak yerden kalkardım. Bu çocuklar anneme yaklaşamaz, “Bir daha sizi kızımın etrafında görürsem Allah yarattı demem döverim hepinizi” deyince dağılırdı hepsi. Babam anneme hiç benzemezdi, bir tek ondan koruyamadı beni annem. Aşımı okşadığını hiç hatırlamıyorum. En ufak bir şeyde öyle döverdi öyle vururdu ki babamın gözlerinde de gördüm sonra o karanlık silueti.

Zamanla köydeki herkesten korkmaya başladım. Davranışları garip geliyordu bana. Birbirlerine oyun oynuyorlardı sanki. Yüz yüzeyken başka bir kişilik oluyorlardı, arkalarından başka bir kişilik. Yapmam dediklerini yapıyorlar, söylemem dediklerini söylüyorlardı. Üstelik bu oyunu herkes biliyordu, bilmiyormuş gibi yapıyordu. Sonra kimseye karışmamayı öğrendim. Kendi kendime yaşamayı, onların söylediklerini duymamayı, yaptıklarını görmemeyi… Ta ki bir gün üç erkek yolumu kesene kadar. Bana bir şeyler söylediler önce. Anlamadığım, bilmediğim bir dilde… Sözlerinin arasında kahkahalar uçuştu gökyüzüne… Ben gitmek istedim, kolumdan tutup yere fırlattı biri. Diğeri de ellerimi tutup beni savunmasız bıraktı. Artık nefeslerini daha yakından duyuyordum. Kokularını daha yakından hissediyordum. Elleri vücudumda gezinirken canımın yandığını fark ettim sonra. Bağırmak istedim, ağzımı kapattı öbürü. Sonra koşarak gittiler. Ben de eve gittim arkama bile bakmadan. Annem halimi görünce anlattım ona her şeyi. Sonra annemin gözleri büyüdü. Birkaç damla gözyaşı geldi gözlerinden. Yıkadı beni, pakladı. “Uyu” dedi, “Sabah konuşuruz yine”. Ama konuşmadık hiç. Daha sonra dışarı çıkmama izin vermedi annem. Ne zaman çıkmak istesem kolumdan tutup odaya fırlattı. Ses tonu değişti, bakışları değişti, davranışları değişti. Onunda gözlerinde bir siluet vardı, görüyordum artık. Eve gelen komşularda, penceremin önünde oynayan çocuklarda, babam da, herkeste. Ve anladım ki bu bir hastalıktı.

Çok düşündüm. Küçüklüğümden beri gördüklerimi hatırlamaya çalıştım. Hepsinin de aynı belirtiler vardı. En son annemin gözlerinde gördüm bu hastalığı. Çevremde kim varsa büyük, küçük, çocuk hepsi hastaydı. O zaman bu hastalığın bulaşıcı olduğunu da anladım. Bu hastalık insanların akıllarını ellerinden alıyor. Duygularını yok ediyor. Kendilerine ve birbirlerine zarar vermelerine neden oluyor. Sevginin yerini nefret, şefkatin yerini öfke alıyor. Kimse kimseyi sevmiyor. Kimse kimseye güvenmiyor. Kimse kimseye acımıyor. Herkes birbirine yalancı, herkes sahte. Hepsinin gözlerinin içinde bir canavar görüyorum. Gözlerinden, bakışlarından, konuşmalarından anlıyorum. En çok annem için üzüldüm. Anlatmaya çok çalıştım ama beni dinlemedi. O da diğerlerine benzedi sonra. Artık ondan da çok korkuyorum.

Odamın içine hapsolmuş biriyim son günlerde. Benim için hiçbir yer güvenli değil. Kendimi koruyabildiğim tek yer bu oda. Çünkü benden başka kimse bu odaya giremiyor, izin vermiyorum. İçeriden kilitliyorum. Odamdan dışarı çıkmıyorum. Kimseye güvenemem. Hastalığın bana bulaşmaması için herkesten uzak durmalıyım. Annem yemek getirdiği zaman kapıyı açıyorum sadece. Onun dışında annemi de görmek istemiyorum, ondan da korkuyorum çünkü. Geçen gün kapının ağzında babamla konuşurlarken duydum. Babam, “Olmayacak böyle, her geçen gün kötüye gidiyor. Galiba hastaneye yatırmanın vakti geldi. Bunca yıl idare ettik. Yapacak bir şey kalmadı” dedi. Annemse, “Artık beni de dinlemiyor, ne yapacağımı şaşırdım. Odasından dışarı çıkmıyor. Akşama kadar bir şeyler mırıldanıyor ama anlamıyorum. İlaçlarını da içiremiyorum. Zorla ağzına sokuyordum önceden, şimdi onu da yapamıyorum. Galiba haklısın. Keşke küçükken götürseydik doktora. Belki bir çare bulunurdu. O zaman bu kadar değildi. Aklı bir gidiyordu bir geliyordu. Şimdi iyice gitti.” dedi. Bense odadan güldüm onlara. Kahkahalarımı savurdum odanın dört bir köşesine. Şu duvarlar anladı da bir tek ailem anlamadı, anlamamakta da ısrar ediyorlar. Benmişim hasta olan. Nasıl büyük bir yanılgı içindeler. Ruhlarını teslim alan canavar, akıllarını da almış bir türlü kabul etmiyorlar. Herkes gibi onlar da ruhlarını saran bu yaratığın pençesindeler, farkında bile değiller.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Öğretmen / Yazar
2 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version