Kıvrımlı His Yollarım

Merve Yurtsever 21 Görüntüleme 2 Yorum
6 Dak. Okuma

Bir şey var içimde anlatamadığım. Hangi sözcüğe başvursam, kapıdan çevrildiğim. Duygularımın derinliğinde aciz kaldığım.

Fokurdayarak kaynayan, ancak bir yanardağın bile sönük kalacağı acizlikte olan. Bir fırtına gibi es erekli olup da en büyük kasırgalardan daha çok yıkan. Bazı anlarda teselliyle kapıyı çalıp, güneşin sıcaklığından daha çok kavuran. Öyle yoğun öyle dolu öyle gereksiz anlam bulma çabasında sürükleyen, fakat bulunamayan. Ayarı bozuk tüm saatlerin bir araya toplandığı zaman, bir anı bir anını tutmayan. Bir şey var içimde çözümlenemeyen.

Bilinmez yollarda yürümek ürkütücü. Ben hesap insanıyım. Önüm ardım belli olmalı. İçimde bir korku, bırakmıyor beni yol boyu. Ezeli belirsiz ürperişlerin ortasında, yekpare gücümle tükenmekteyim. Hangi kelime benliğimi sağaltır? Adını koymazsam, nasıl yaşanılacağını bilememekteyim.

Hep düşünür sanırsın kendini gün boyu. Oysa yazdıkça bulur düşünce gerçek boyutu. İçe dönüşler düzleştirir karmaşık yolu. Farkına varışın yansımasındır bu yazış. Farkına varış sarsıtıcı dır anlamsız.

Tüm karmaşanın çözüm noktasındayım.

Kıvrımlı his yollarımın sana varışındayım. Beklenmedik var oluşun, bilinmezliğimin acizliği. Belirsizlik, yorgunluğumun perdesi. Yılgınlık değil, yıkılış bendeki resmi. Yenilgiyi kabul mü etmeliyim? Bu kadar imkânsızlığın içinde gerçekliğini hisseder miyim? Ki o zaman anlatabilir miyim?

Ey derin duygularımın yoksun yâri. Ruhumu mesken tutmuşsun haberin var mı? Sen, tren garlarında dolaşan âşık. Tüm diyarlara varıp ta bana ulaşamazsın, yazık. Ben, tek bir garda nöbetçi yanık. Ne şiirler yazıldı tren garlarında ve ne şiirler attı kendini rayların ortasına. Benden yana. Bilir misin? Her şeye yetişirsin de bir bana kalmaz vaktin. Ama en çokta beni seversin. Bir gün sen de bana varacakmışsın. Bekle dersin. Hep beklerim. Ne sen gelirsin, ne ben giderim. Nereye varır bu döngü bilememekteyim. Ey derin duygularımın yoksun yâri, söyle bana neyleyim?

Saat tam iki de açar mısın gözlerini her gece? Beklendiğini bilmemen, bilmece… Kâbus olacağım artık sana bir gece. “ Geleceğim bekle beni” dedin diye, sabahlamaya niyetli ruhumla, sabaha eriyorum kırık umutlarımla. Bugün aymıyor geceden. Ufuklar karanlık kalmış gönlümden. İnanmalı mıyım ben sana artık “ bekle” derken… Onca destanlar dizdim de yolladım sana. Güvercin yoruldu sana ulaşmaktan. Onca sözcüklerin hatırına be yârim, onca sözcüklerin hatırına… Ödül niyetine gül cemalini gösterirsin belki dedim ama sevdiceğim ince düşünceden çok uzak idin. Zaten benden hep uzak idin. Ama en çok sen severdin.

Aymayan gecenin sabahın da, bir sigara yakıyorum camın önünde. Gözlerim hep yollarda… Sigara dumanında hayallerim uçuşuyor sanki. İçime çektiğim her nefes bir parça götürüyor, senin benden uzaklaşışını izlerken. Üstelik yaklaştığını iddia ederken. Bu nasıl çelişki gel çık içinden. Ya da bir zahmet benim içimden.

Martın soğuğu mu sinmiş üstüme, yokluğunun esintisi mi bu kadar üşüten? İçim üşüyor yolların bana varmayınca. Gönlüm senle coşuyor, kalemim sana akıyor… Tutulmayan sözler, boş vaatler, coşkunluğumu toprağa gömerler. Kelimelerim sanadır hala da, umut akmaz hiç birinden. Ayrılığı yazmaya az kaldı, ah bir bilsen. Sabaha varan sokakların, karanlığını görebilen gözlerimle atıyorum kendimi bilmeden, bilmişlikle. Sokaklar telaşe karnavalı. Herkes bir yerlere yetişme derdinde. Derdin büyüğü bende. Issız yerlere gitmeli belki de. İlerde bir çocuk, boynu bükük, belli ki yaralı. Gözlerim ona takıldı. Kırgınlıklarım tanıyor kırgınlıklarını. Gidiyorum yanına hızlıca. Hız önemli bu noktada. Her an batar insanın yarasına… Oturdum ben de kaldırıma. Gözlerimiz birbirini anlamakta. Hiç konuşmadık orada, uzattığım elimi tuttu usulca. Bir bilsen nasıl da muhtaçtı bana… Ve de ben sana… Neyse orasını karıştırma, şimdi çocuğa çare olmalı, o sonra. Altında türlü hayaller kurduğum bir meşe ağacı vardı yakınlarda. Sevdadır meşe ağacı. Sen bilir misin bilmem? Mazinin ruhuna bürünmektir. İyi gelir, altında serinler yanan yürekler. Bu çocuğa da iyi gelecekti. Belki bana da. Oturduk birlikte, birer çay söyledim ikimize. Çay dilini çözer insanın. İçinde ne varsa dökesi gelir, yani bende öyledir. Belli ki bu küçük için öyle değildi. Başlamalı bir yerden.

“Nasılsın?“ dedim. Sustu… Sustum… Anlarım bazen kelimeler yetmez, acizliğin bütünleşmiş hali gibidir cümleler, yetemediği yerde. O yüzden gerek görmez insan, konuşsa ne fayda…

Sonra, nasıl olduğunu anlamadan ben başladım anlatmaya. Dedim ya çay dilimi çözer benim. Gönlümün kabullenmediği ne varsa, başladı akmaya. Sussa ya… Karşısında ki çocuktu, nasıl unuttu? Üstelik yaralı, üstelik yarası sarılmalı. Farkına vardığım an, çok geçmişti anlamadan. “Bu kadar çok seviliyorsan, neden bu kadar yalnızsın?“ dedi bedeni küçük, ruhu büyük insan. Sahi bu kadar seviliyorsam, neden yalnızım? Ben ona ne anlatmıştım? Sevildiğimin sanrısını süslediğim, sorduğu sorudan belliydi. Bu küçük adam, benim idrakimin anahtarı olarak mı gelmişti? O an aydınlandım sanki.

Yoğunluk, sadece seviyormuş gibi gözükmek isteyenle seviliyormuş sanmak isteyenlerindir bahanesi… Gerçekten seven gönül yoğun olamaz ki yârine. Aksine, yığınla işin içinde odaklanabilmesi için ulaşması gerekir sevdiğine. Zira aklı kalır onda. Oysa bahanelere sığınamayacak kadar hayat kısa. Kıvrımlı his yollarımda, öyle dedi idrakim…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
2 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version