Labirent

Ömer Özen 57 Görüntüleme Yorum ekle
8 Dak. Okuma

Aklımda aynı anda bulunan üç romanı bitirdikten sonra açıkçası zihnimde ferah bir boşluk oluşmuştu. Ama bu boşluk yakın zamanda “29 Şubat” tarihini düşünerek dolmaya başladı. Yani 4 yılda bir gelen bir gün gerçekten de çok özel değil mi? Peki, romanın süresini iki 29 Şubat arasında tutsam olur muydu? Hatta içinde bulunduğum iki 29 Şubat arasını kullansam ve 29 Şubat’ta romana son noktasını koyabilir miydim? Böylece 29 Şubat 2008 ile 29 Şubat 2012 arasında geçen hikayeyi bittiği gün başlatmıştım.

Hikaye de zaten 29 Şubatı özel kılmayı düşünen bir çift ve arkadaşlarının şehir dışı yolculuğu yapmaları ve bir sonraki 29 Şubat’ta da başkahramanımızın sevgilisine evlilik teklifi etmeyi planlaması ile başlıyor. Peki, gerçekten de kitabın sonunda bir evlilik teklifi var mı? Bu evlilik teklifi o anki sevgilisine mi? Ağaç dalına asılı bulup yanına aldığı ve ondan sonra yanından ayırmadığı fuların bir sahibi var mı? Bu soruların cevabını şimdilik romanı gönderdiğim beş-on kişi biliyor ve bir gün kitap basılıncaya kadar benden isteyenler öğrenecek.

Labirent’i özel kılan başka bir farklılığı daha var. En başta dediğim gibi artık üç romanı bitirdikten sonra hikayeyi kurgulamak üzerine birkaç tecrübem olmuştu. Yani hikayeyi sadece tarihlere bağlı olarak anlatabilirdim ya da sadece başkahramanın gözünden anlatabilirdim ya da başkahraman dışındaki herkesin gözünden anlatabilirdim. Ayrıca hikayenin diğer başkahramanını hemen ilk sayfalarda okuyucuyla tanıştırabilirdim ya da neredeyse finalin başını verdikten sonra bir geri dönüş yapabilirdim. Daha yazmaya başlamadan da bunlardan birini seçmem gerekiyordu. Ya da gerçekten gerekiyor muydu? “Neden olmasın” hayatımdaki en önemli sorulardan birisi olduğu için ikincisini seçmeye karar verdim. Bunun üzerine ilk önce hikayenin tamamını en uzun seçeneklerinden birinde tamamladıktan sonra yazdıklarımı altı farklı şekilde daha kurguladım. Böylece kitabın başındaki açıklamayı okuduktan sonra kitabı da istediğiniz yedi akıştan biri ile okuyabiliyorsunuz. Yaklaşık 11 yıl önce bunu da duyurabildiğim kadar “DÜNYADA İLK DEFA” olarak duyurdum ve o günden beri benzeriyle hala karşılaşmadım.

Son olarak da Labirent, şu ana kadar karakter olarak beni en çok besleyen romanlardan biri oldu. Hemen bir sonraki romanın dört ana karakterinden biri ile Labirent’te tanıştık. Altıncı romanın asıl karakterlerinden birinin de benzer bir hikayesi yine Labirent’in içinde geçiyor. Zaten yedinci roman ilk romanım Gri’nin bir şekilde devamı olduğundan içinde yer alması değil almaması garip olurdu. Son olarak da henüz yazmaya başlamadığım dokuzuncu romanın da ana karakterlerinden biri yine ilk önce bir bölüm ile Labirent’te yer alıyor.

Artık bir aşk romanı yazmamın zamanını geldiğini düşünerek başladığım romandan uzaklaşmanın vakti geldi. Labirent, bana her zaman hayatta herhangi bir şeye ulaşmanın yolu olarak görünür. Çünkü bazen hayal ettiğimiz bazen de bize satılan hayallerle ile bir hedefe ulaşmanın yolunun dümdüz bir çizgide ilerlemek olduğunu düşünürüz. Oysa en basit gözlemleme ile her çizginin illa ki eğilip büküldüğünü hatta dolandığı ve bazen de kördüğüm olduğunu görürüz. Yani bizi bir hedefe ulaştıran her yolda illaki bir labirentin içine girmemiz ve defalarca hevesle döndüğümüz köşelerde çıkmazlarla karşılaşmamız gerekir. Sonraki aşamada belki birkaç adım geri adım atarak belki de ta başladığımız noktaya geri dönerek tekrar başka bir yola girmemiz gerekir. Labirentin bir köşesinde vazgeçip hapsolmadığımız takdirde labirentin çıkışına –ki o da başka bir labirentin giriş noktasıdır- varana kadar defalarca aynı yollardan geçmemiz gerekir.

Çok nadir yetenekler için çok nadir örnekler dışında hızla gelip o labirentin duvarlarına çarpmamız gerektiğini ispatlamak için çok kısa bir araştırma yapmak yeterli olur. Sadece çok başarılı bulduğunuz kişinin adının yanına “yaşadığı zorluklar” yazıp arattığınızda saniyeler içinde bu kişilerin trajedileri ile karşılaşabilirsiniz.

Hadi, itiraf edelim ki bunu yapmayacaksınız. Onun için ben hazır yapılmış birkaç örnek sunacağım.

Yazılımın neredeyse hiç popüler olmadığı zamanlarda bir yazılımcı, en büyük yazılım firmalarından birine başvuruyor ve reddediliyor. Sonraları kendi kurduğu şirkete CEO olmak istiyor ama yönetim kurulu izin vermiyor. Ortaya koyduğu ürünlerden biri en kötü on iş fikrinden biri seçiliyor. Eşiyle beraber balayındayken bu sefer CEO ve yönetim kurulunda olduğu şirketten kovuluyor. Bu özgeçmiş belki de sektörde yer alan yüzlerce, binlerce yazılımcınınkinin çok altında görünüyor ama bunları yaşayan kişi şu anda dünyanın en zenginlerinden biri Elon Musk!

Biraz yabancı geldiyse ülkemizden bir örneğe dönelim.

Daha 19 yaşındasınız, bir yandan okurken bir yandan da evlisiniz ve bir kızınız var. Tabii ki kızın bakımında anne babanız size destek oluyor ama bir gün sizin son dakikada ertelediğiniz yolculuğa çıkan bu üç kişiden ikisini kaybediyorsunuz ve on aylık kızınızda da 18 kırık bulunuyor. Bu durumu atlatamıyor hem eşinizden boşanıyor hem de bir buçuk yıl ağır bunalım geçirerek evden bile çıkmıyorsunuz. Ve trafik kazaları anne, baba, anneanne, dede kaybı ile bitmiyor. Geçirdiğiniz motosiklet kazasında da arkanızda oturan en yakın arkadaşınızı kaybediyorsunuz. Bu sırada anne ve babanızdan kalan para ile bir dükkan açıyorsunuz ama o da kısa sürede batıyor. Film senaryosu olsa fazla arabesk bulup inanamayacağımız bu hayat hikayesinin sahibi de Acun Ilıcalı.

Son olarak da tüm zamanların en büyük liderlerinden atamız Mustafa Kemal Atatürk için de sadece birkaç satır başı paylaşayım:

  • 7 yaşında babasını kaybetti.
  • 8 yaşında okuldan alınarak köyde yaşamaya başladı.
  • 17 yaşında hayal ettiği okuldaki bölüme girmesi için not ortalaması tutmadı.
  • 24 yaşında tutuklandı, günlerce sorguda kaldı ve 2 ay tek başına bir hücrede kaldı.
  • 25 yaşında sürgün edildi.
  • 30 yaşında düşmanlarla mücadele ederken doğduğu şehri düşmanlar aldı.
  • 37 yaşına geldiğinde böbreklerinden hastalandı ve 2 ay boyunca Viyana’da tek başına yattı.
  • 38 yaşında giyeceği bir sivil elbisesi bile yokken cebinde sadece 80 lirası vardı. Hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. Beş arkadaşından üçü kongre temsil heyeti üye olmaması yönünde oy kullandı.
  • 39 yaşında hakkında idam kararı çıkarıldı.

Bence ana fikri anladık. Daha çok labirent ve daha çok çarpılacak duvar arıyorsanız hedefine ulaşmış herhangi birinin hayatına bakabilirsiniz.

Peki, şimdi ne yapmalıyız? Bence önce sakince bir ayağa kalkıp kendimizi sorgulamalıyız. Labirentimizin içinde çıkışa doğru mu gidiyoruz? Yoksa bir duvarla karşılaştık da geri mi dönüyoruz? Bu iki seçenekte de sıkıntı yok ama labirentin bir köşesinde büyük ihtimalle de kendi ördüğümüz duvarların içinde bocalıyorsak artık uyanma vakti. Hayır, bu labirentten uçarak çıkamayız, mutlaka yürüyerek çıkacağız. Hadi, şöyle bir silkelenip bir şekilde yürümeye başlayalım, olur mu?

NOT: Geçen ayki yazımda bir sosyal deney yapmıştım. Bu yazıyı dört sosyal medya sitesinde paylaştım. Şu ana kadar görebildiğim kadarıyla toplam 358 görülme ve hatta 14 etkileşim aldı ama maalesef herhangi bir geri dönüş olmadı. Demek ki bazen ulaşılmaz olmak için duvarlar örmeye gerek yokmuş, siz insanların önüne çiçekli yollar da serseniz size ulaşmıyorlar.

İşte bu yüzden bu satırları okuyan kişi gerçekten de çok özelsin. 😉

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Ömer Özen
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version