Dile Dökülmemiş Sözler

Sema Aktaş 22 Görüntüleme 4 Yorum
7 Dak. Okuma

Aynanın karşısına oturmuş saçlarını tarıyordu. Bugün çok mutluydu, aklındaki bütün soruların cevabını bulmuştu. Heyecanla eşinin gelmesini bekliyordu, onunla açık açık konuşacaktı. Günlerden salıydı ve bu saatlerde işte çalışıyor olurdu, kavgalarının bitmesini istiyordu, çok üzülmüştü, kırgındı ve sevilmediğini düşünüyordu, çok uzun zamandır evlilerdi.

Birden arkasın da eşinin belirdiğini fark etti, “ne zaman geldin? Kapının açılma sesini hiç duymadım. Seni bekliyordum, iyi ki geldin.” Yüzünde bir gülümseme vardı. “Hadi dışarı çıkalım, seni çok güzel bir yere götürmek istiyorum, beğeneceğine eminim.” dedi. İlk defa sessizce kabul etmişti, hiç konuşmamıştı eşi.

Birlikte kapıdan çıktılar, evin yanındaki patikada yürümeye başladılar. Uzun zamandan beri ilk kez birlikte yürüyüşe çıkmışlardı ve elini tutuyordu, çok mutluydu. Hava çok güzeldi, masmavi gökyüzü, neşeyle kanat çırpan kuşlar, rüzgarın ağaç dallarında bıraktığı o muhteşem ses…

Derin bir iç çekti, “çok uzun zamandan beri seninle konuşmayı bekliyordum, iyi ki geldin.” Gözlerinin içine baktı, gülümsedi. ‘Biliyor musun, seni ilk gördüğümde iste bu benim evleneceği kişi.’ dedim. O kadar tatlı, anlayışlı, nazik, kibar ve sevgi doluydun ki, hayvanlara karşı çok merhametliydin, etrafına neşe saçıyordun, gülümsemen hala gözlerimin önünde…

“Bugün beni sessizce dinliyorsun ve hiç cevap vermiyorsun, yaklaşık on yıldır bu anı bekliyordum, yanımdasın ve beni anlıyorsun. Seninle ne zaman konuşmak istesem işim var deyip gidiyordun, sürekli beni görmezden geliyordun, üzüntülerimi, acılarımı, sorunlarımı hep yalnız çözmek zorunda bırakıyordun. Neden böyle yapıyorsun dediğimde, ‘saçmalama, kafanda kuruyorsun, hasta mısın?’ diye cevaplar veriyordun. Sürekli beni seviyor mu diye düşünmeye başlamıştım. Düşünmekten kendimi ve sorumluluklarımı ihmal ediyordum. Ne zaman sorsam, ‘tabi ki seviyorum nereden çıkardın, sevmesem hala evli olur muyduk?’ diye cümleler kuruyordun. ‘Birlikte dışarı çıkalım mı’ dediğimde, ‘işim var olmaz’ deyip geçiştiriyordun, bana hiç zamanın ayırmıyordun, ama sen istersen dışarı çıkıp gezebiliyor ya da eğlenebiliyorduk, onların sayısı da o kadar azdı ki… Duygularımı hep görmezden geldin, ‘buna mı üzüldün, şimdi sırası mı? Benim de sorunlarım olduğunu biliyorsun, bu kadar abartma, yeter artık…’ Sorunlu olan gerçekten ben miydim? Evliliğimiz bu kadar güzel gidiyordu da ben mi göremiyordum? Neden hep sevilmediğimi hissediyordum, sevmek nasıl bir şeydi?

Ailenle ve sevdiğin diğer insanlarla tatile gidiyordun, gezmeye gidiyordun, onlarla zaman geçiriyordun, onları seviyordun ve vakit ayırıyordun. ‘Başım ağrıyor’ deseler ne işin varsa bırakıp koşup gidiyordun ya da kırk kere arıyordun. ‘Şuna ihtiyacım var’ dediklerinde yapmak için uğraşıyordun, elinden geleni yapıyordun, onlara sevdiğini, değer verdiğini her koşulda gösteriyordun. Yeri geliyor kendi ihtiyaçlarını geri plana atıp onların ihtiyaçlarını da düşünüyordun. Senin en çok bu özelliğini sevmiştim. Derler ki, bir erkek kendi ailesine nasıl davranırsa eşine ve çocuklarına da öyle davranır.

Kendi ailem bana hiç bu kadar değer vermedi, annem sürekli ev işleriyle uğraşırdı, eve gelen misafirleri ağırlardı, yatana kadar onlarla ilgilenirdi hep meşguldü, saçlarımı okşayacak hiç vakti olmazdı. Babam hep işte çalışırdı, onu hiç görmezdim, annem anlatırdı geceleri, ‘babam nerede?’ diye ağlarmışım. ‘Geçinmek çok zormuş’ annem öyle derdi. Annemle babamın beni hiç sevmediklerini düşünerek büyüdüm, ihtiyacım olduğunda onlar da yanımda yoktu, hep tek mücadele etmek zorunda kaldım. Gösterilemeyen sevginin kurbanı olmuştum. İstedim ki biri beni sevsin, hep yanımda olsun, hep yarımdım. Senin ailene olan davranışlarını görünce diğer yarımı buldum zannettim, ama öyle olmadı, sen de onlar gibi beni yalnız bıraktın.

Ben de yıllarca bekledim, bir gün hak ettiğim sevgiyi ve değeri bana vereceksin diye. Ameliyat oldum, kaç kez hastalandım, düştüm ayağımı incittim, yürüyemedim, sen hiç gelmedin. Ailemle sorun yaşadım, çok üzüldüm, bazen ölmeyi bile düşündüm, sen yoktun. Çok mutlu oldum, seni aradım, konuşamadım, telefonu açmadın, hep daha önemli işlerin vardı. Bugüne kadar sevdiğim şunu sever ona da alayım demedin, gittiğin yerlerden bana bir hatıra getirmedin, senden hiç pahalı şeyler istemedim, bir saç tokasına bile razıydım, onu da almadın. Benim için hatıra ne demekti biliyor musun? ‘Her gittiğim yerde aklımdaydın’ demekti.

Hani diyorum ya sana, ‘içinden gelmeli’. Bu bana verdiğin sevginin büyüklüğünü gösterir. Senin ne içinden, geliyor ne aklına geliyor. Beni sevdiğini bir tek kaybedeceğini fark ettiğinde görüyorum. O da sözlerinde değil bakışlarında, öyle güzel bakıyorsun ki, vazgeçmek hiç kolay olmuyor, öyle güzel sarılıyorsun ki, kendimden şüphe ediyorum, oysaki her şey aynı. senin yapmadıklarınla benim beklentilerim arasında gidip geliyor hayat. Sen hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorsun, bense kendi kalbimi onarmaya çalışıyorum.

Sana anlatırken zaman ne çabuk geçmiş, geldik işte tepeye.”

Uçurumun kenarından denizi seyrediyordu. Gelene kadar elini hiç bırakmamıştı, hiç konuşmamıştı da sadece dinlemişti, haksızlık mı etmişti.

“İkimiz için de zor bir hayat olduğunu görebiliyorum, tek başıma mücadele edebileceğim bir şey değil, yüküm çok fazla tıpkı sende olduğu gibi. Beni kırmama çabanı, öfkelendiğinde susmanı, alttan almanı, sabırsız olmana rağmen sabretmeni, kendinle yaptığın kavgaları görebiliyorum. Bu yüzden kalbim sana inanıyor ve güveniyor. Gel gör ki bana yaşattığın bu ikilem… Kalbimle aklım arasında kaldığım zamanların bende nasıl yıpranmalara ve yaralara yol açtığını görmüyorsun, yaşadığım bu duyguların güvensizliğe, öfkeye ve sürekli kafamın içinde hayaller kurmaya neden olduğunu fark etmiyorsun. Zaman ve mekan kavramını yitirdiğim zamanlar oluyor, kendimi çok çaresiz hissediyorum, kabuslar görüyorum. Öfkem artıyor ve seni ağır sözlerle yaralamaya çalışıyorum, kavgalar hiç bitmiyor, güvenin ve sevginin hissettirilmediği bir evlilik nasıl devam eder.

Yüreğimi parça parça eden bir cevap, ‘sorunlarını çöz bana öyle gel’. Bu nasıl zalimce bir cümle…”

Göz yaşlarına hakim olamamıştı, gökyüzü kızıl ve siyaha bulanmıştı, umutsuzdu. Çok acı çekiyordu. “Ben nasıl inanabilirim ki sana? Beni sevmen mümkün müydü? Yaralarıma derman olmalıydın, seni ne çok sevdiğimi görmedin mi? Yokluğunun nasıl bir ıstırap olduğunu fark etmedin mi? Aldığım nefestin sen, yaşamla ölüm arasında ki anahtardın.” Öfkeyle sevdiği adama vurmak istedi, birden kayboldu, etrafa baktı, yüksek sesle kahkaha attı, bir hayalle konuşmuştu. ‘Hissettirilmeyen sevginin esiri olmayacağım artık.’ dedi ve kendini boşluğa bıraktı.

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Sema Aktaş
Bağlantılar:
Aile Danışmanı
4 Yorum
  • Sevgiyi hissettirnek hep simartilmakla es tutuldu nedense “seviyorum “demek hep cok zordu sonrasinda yani sansliysan kaybetmeden duyabilecegin bir kelime oluverdi hayatimizda umarim hayaliyle degilde kendisiyle hayallerimizi yasayabilecek bir hayatimiz olur,elinize saglik harika bir dokunus olmus sevgiye💙💙

    • Ne güzel yazdınız,hiç kimse hasret kalmasın bir seni seviyorum cümlesine, sevgi dolu hayatlar diliyorum…❤️

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version