Mahşere Taşınan Aşklar

Kadriye Osmanoğulları 40 Görüntüleme 2 Yorum
7 Dak. Okuma

Hayallerin, hayatların bir gecede yok olduğunu gördünüz mü? Hatta sadece doksan saniyede! Nice yarının telaşı, umutlar, aşklar, hedefler, başlangıçlar başlamadan bitti. İşte öyle hazin ve dram dolu hayatın gerçekleriyle yüzleştiren, uykudan uyarırken aslında sonsuzluğa uyutan bir geceydi.

Deprem !!!

Ben bu geceyi bire bir yaşayan olarak, size bugün hayatımda imrendiğim ve de özendiğim kaybolup giden bir yuvadan bahsedeceğim.

Aile dostum ve aynı zamanda arkadaşım olan, evliliklerine imrendiğim bir çiftti Murat ile Meryem’in ilişkileri… Murat çocuk yaşta kültürüne ve yöresine göre ailesinin nasip gördüğü akrabası olan kuzeniyle istek dışı evlendirilmiş, evliliği kavrayamamış biriydi. On yedi yaşında bir gencin henüz kimliğini fark edemezken ona yaşından büyük sorumluluklar yüklenmişti. Bu sorumlulukları yerine getiremeyip, zaman içinde kendi kimliğini aramaya koyulup, yolunu kaybetmişti. İçki, kumar, karı kızla…

Peki bu onun sorumsuzluğumuydu? Ya da ona yüklenen sorumlulukları kaldırmamak mıydı? Ne idi onu bu pervasız tutuma iten? Bulunduğu ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı bir süre sonra, ülkesinde yaşanan şavaşsal değişikliklerden ötürü. Ailesini almış yanına şehrini terk etmişti. Donanımlı bir kişilik ve eğitimden ötürü gittiği ülkede konsoloslukta işe başlamış, yeni bir hayata tutunmaya çalışıyordu. Aynı konsoloslukta masa arkadaşı olan Meryem onun dikkatini çekmiş, bir süre sonra aralarından su sızmaz bir arkadaşlık başlamıştı. Meryem de evli üç çocuklu kocasından anlaşamayan biriydi. Bir süre sonra kocası ölmüş Meryem yalnız kalmış, Murat’ın desteğiyle bu süreci atlatıyordu. Murat, Meryem’e ilk gördüğü günden aşıktı. Bunun yanlış olduğunu düşünerek duygularını içinde yaşıyordu. Öteki tarafta evli olduğunu düşünüp, yıllar içinde ilk günkü duygularının hiç değişmediğini fark edip, bir türlü ayrılık kararı alamıyordu. Meryem’in yalnız kalması onu cesaretlendirmiş, ve eşine açılmıştı.

Eşi de Murat’tan pek farklı değildi. Onların evliliğini aslında ailesi yapmış, bir nevi onlarda bu para, mal, mülk hırsına yapılan evliliğin kurbanı olmuşlardı. Yoksa bir kadın nasıl kabul edebilirdi ki kocasının gitmesini?

Anlaşmalı bir şekilde ayrıldıktan sonra Murat Meryem’e açılmış, duygularını anlatmıştı. Meryem başlarda reddedip sonrası üç çocukla baş başa kaldığından, bir de iyi dost olduklarından evlilik teklifini kabul etmiş, evlenmişlerdi.

Murat hayatında ilk defa aşkı tatmış ve tüm kötü alışkanlıklarını geçmişte bırakıp evine bağlı bir eşe dönüşmüştü. Bütün bunların kadri aşktı… Ve maalesef tekrardan ülke ve şehir değiştirmek durumunda kalmışlar, kadının ülkesi olan
Türkiye’ye yerleşmişlerdi.

Meryem’in babası Türk’tü. Aile ve akrabaları Hatay’da yaşıyorlardı. Ellerinde bir miktar parayla Türkiye’ye geldiklerinde bir işletme bularak elinde, avucunda bulunan parayı yatırmış, aksilik peşinden gelerek elinden avucundakinden olarak dolandırılmıştı…

Hayat devam ediyordu. Sıfırdan başlayarak adı sayılır ihracatçılardan olmuş, şans aşkla beraber işte bu defa yüzüne gülmüştü. Toplam on yıllık evliliğin sonunda aşklarını taçlandıran ortak bir çocukları olmuş, mutluluğu tescillenmişlerdi. Sanki ikinci baharlarını yaşıyor, her zorluğu birlikte aşıyor, hiç ayrılmayacak gibi yaşıyorlardı. Benim hayatımda duyduğum en anlamlı sadakatti Murat abinin karısı için yaptığı benzetmeler. Benim karım, benim dostum, arkadaşım, sırdaşım, anam, babam, kızım, sevgilim, patronum, işçim… Hangi vasfa koysam en kıymetlim diye bahsediyor, evliliklerine ve ilişkilerine gıpta ile baktırıyorlardı.

İşte o gece, nice aşkların yarım kaldığı, nice ailelerin yerle bir olduğu gece; “6 Şubat 4:17”. Beş katlı bir binanın dördüncü katında yakalanmışlardı depreme! Meryem, Murat’ı uyararak en küçük bebeklerini alıp, diğer çocukları uyarıp kaçmak istemişlerdi. Henüz yatak odasının kapısından çıkamadan bina yola doğru devrilmiş, hayalleri, aşkları, evleri ve evlatlarıyla enkaz altında kalmışlardı. En küçük evladı babanın kucağında üç gün boyunca taş yığınları arasında sıkışarak soğuk, yağmur ve acılar içinde yaşam mücadelesi vermişlerdi. Tam tamına üç gün dile kolay…

Karanlık ve yıkık dökük bir odaya, inşaata girin ve bir saat bekleyin. Üzerinize biraz ağırlık ekleyerek, hiçbir aydınlık görmeden ve aldığınız oksijen beton parçalarından dağılan tozlar olsun, sadece bir saat, sadece…

Düşünmesi dahi insanın nefesini tıkarken onlar üç gün o enkazın altında yaşam mücadelesi verdi. İki oğlu ilk günden mücadeleyi terk etmiş, hayatlarını kaybetmişlerdi. Bu öyle bir zamandı ki, kaybettiğinin sayısı önemliydi. En azından biri yaşıyor diye bir sevinçle, burukluk aynı kareye nasıl sığarın en büyük çaresiz göstergesiydi.

Mücadelenin üçüncü günü AFAT ekipleri gelmiş, umuda yolculuk başlamıştı. Ama direnmek için nefes almak gerekliydi. Meryem başına büyük bir moloz darbesi almış, yavaş yavaş şuurunu kaybediyordu. Telefonlar iş ve okul için kurulmuş, hadi kalkın der gibi çalıyordu. Oysa onlar kıpırdayamıyordu. Murat hareket ettikçe kapı onun sırtına batmış, bir bacağı üzerinde büyük beton parçaları, kucağında on aylık bebeği vardı. Bebeği ağladığında ağzına parmağını veriyor, boş emzik gibi emip uyuyordu. Babasının kucağında dayanmaya çalışıyor, Mevlam sabrını veriyordu. Hiç ağlamıyordu. AFAT ekipleri; “Kimse yok mu?” diye seslendiğinde sadece Murat ve bebeği yaşıyordu, Meryem ise son nefesini çok kısa süre önce teslim etmişti. Kurtarılmanın sevinciyle kayıpların üzüntüsü aynı anda yaşanıyor, sadece nefes alanlar enkazın altından çıkıyordu. Çünkü öncelik canlılardı.

Gözünden sakındığının cansız bedenine ulaşamamak ne büyük acıydı? Murat çığlık çığlığa, “Meryem! Seni affetmeyeceğim” diye acıdan feryat ediyordu. Meryem duymuyordu. Murat enkazdan çıktıktan tam üç gün sonra Meryem’in cansız bedeni de çıkartılmış, Murat ölü de olsa hayatında ona ilk defa aşkı tattıran kadının bir mezarı olacak diye seviniyor, cansız bedenini son kez sarıp öpüyordu. Bir tutam saç alıp Meryem’in günlerce enkaz altında cansız kalan bedeninden, son hatırası olarak kolye yaptırıp bağrında saklıyordu.

Bizi kimseler ayıramaz derken, insanın aklına ölüm gelmiyor muydu? Ve Mevlana’nın şu meşhur sözleri kulağımda çınlıyordu;

Allah der ki:
“Kimi benden çok seversen onu senden alırım.”
Ve ekler:
“Onsuz yaşayamam” deme, seni onsuz da yaşatırım.
Ve mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur,
Sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur, aklın şaşar.
Dostun düşmana dönüşür, düşman kalkar dost olur, öyle garip bir dünya.
Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur.
“Düşmem” dersin düşersin,”Şaşmam” dersin şaşarsın.
En garibi de budur ya, “Öldüm” der, yine de yaşarsın.

Diyerek sonlandırıyorum bu hazin aşk hikayesini… Bazı aşklar mahşerde tamamlanır. Nice Murat ve Meryem’lerin evlilikleri mahşere kaldı. Çocukları öksüz, gönüller hissiz, yuvalar enkaz oldu. Sevdiklerinizin kıymetini bilin! Küs uyuyanlar sabahı görmedi, kalp kıranlar özür dileyemedi…

Sevgiyle kalın, aşkla kalın, ama her daim doğru kalın, hoşça kalın!

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
2 Yorum
  • Güzel yüreğin var olsun şairem 👏 çok acı çok ağır bi imtihan😔Rabbim sabır dayanma gücü versin 🤲❤️

  • Gözlerim doldu okurken insan yutkunamıyor bazı acı hikayeleri okuyunca…😥yüreğine sağlık Kadriye’m çok güzel bir anlatım olmuş..Rabbim bir daha yaşatmasın diyelim..🤲sevgiyle kal hoşcakal . .

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version