Mutluluk Nedir

Kemale Şirinova 28 Görüntüleme Yorum ekle
5 Dak. Okuma

Benim için, senin için, ve başka milyonlarla insanlar için… Biri için sevgidir mutluluk, biri için sadece bir parça ekmek…

Bazen hiç çerçevelerden dışarı bakmadan yaşıyoruz hayatı. Mesela, yemeğe yemeğin, içmeye suyun çayın, konuşacak arkadaşların ve seni seven bir ailen var ama sen yine mutsuzsun peki neden?

Aslında hepimiz bu soruyu kendimize sorarsak hiç de mutsuz olamayız. Mutsuzluk hep bir yokluktur, mutluluk varlık… Evet mutluluk varlık…

Varlık? Zenginlik mi? Evet tam da o zenginlik. Ve bizi mutlu eden zenginlik kavramı da herkese göre değişir.

Mesela, çok paramız var ama parayla alabileceğimiz bizi seven bir ailemiz ve her şeyimizi paylaşacağımız bir arkadaşımız yoksa para bizi zengin etmeye yeter mi?

Evet tam da bu, bazı insanların yanlış anlayıp yanlış algıladığı ve aslında kimilerinin her şeyi varken (kimseye muhtaç olmayacağı kadar parası, başını sokacak evi, arkadaşları, dertlerini bölüşeceği birileri varken) bunlarla yetinmeyip daha da, daha da fazla olsun derken hem kendisini mutsuz eder, hem sahip olduklarına değer vermediği için sahip olduklarını da kaybeder ve sonuçta bu kaybettiklerini kaybedene kadar aslında mutlu bir insan olduğunun farkına varır.

Zenginlik denilince akla sadece para geldiği zaman insanlar kendilerini fakir zannederek tek bir noktaya odaklanır ve daha çok fazla para kazanmak için kendilerini yıpratarak hem mutluluklarının değerin anlamaz, hem de var oldukları diğer zenginliklere de zarar vermeye başlarlar.

Bu dünya herkese yetecek kadar büyük ve yaşanılır aslında. O halde herkesin olayı anlayıp, açgözlülükten vazgeçip ihtiyaçları olan para için mücadele etmesi ve diğer insanların da haklarına çökmemesi gerekir.

Ben bu yaşıma kadar yaşadıklarım ne varsa ders çıkarmaya başlayıp mutluluğun değerini anlamaya çalıştım. Yaşadıklarım az şey öğretmedi bana…

Ben iki sene önce babamı kaybettiğimde her şey benim için bitmiş, hayat anlamını kaybetmişti. Herkes gözümde suçlu gözüküyordu, ama aslında babamı kimse öldürmemişti, hastalığı nedeniyle hayatını kaybetmişti. Ama yine de bana herkes suçluymuş gibi geliyordu, neden peki? “Niye benim babam?” diye isyan ediyordum. Ve anneme dokunamıyor o da suçluymuş gibi davranıyordum. Ah salak kafam! Babamı kaybettim, tutunacak dalımdı annem, nasıl böyle saçma sapan düşüncelere kapılmışım. En son bunu anladım, iyi ki de anladım ve o zamandan sonra girdiğim depresyonu kimseye yansıtmamaya çalışıyordum, çünkü aileme destek olmam gerekiyordu, hep kafamda ya anneme bir şey olsa o zaman işte daha büyük bir yükün altına girecektim ve omuzlarım bu yükü kaldırabilecek miydi bilmiyorum. Ayakta kalmam lazımdı bu düşüncelerden sonra. Çünkü ailemi seviyorum, ya onlara bir şey olsaydı bu kayıptan?

Bunları göze alamazdım, hep yanlarında olmaya çalıştım. Ama ne kadar oldum, yeterli mi idi? Hayır tabi ki, hep suçlu hissettim kendimi. Çünkü istediğim kadar annemin, abilerimin yanında olamamıştım. Bu kayıptan onlar da hasar gördü tabii ki, dedim ki; belki daha fazla yanlarında olsam daha fazla destek olurum, ama olamadım. Neyse, ben bu üzüntüyü asla bitiremedim ne kafamda, ne kalbimde. Ben sadece acıyla yaşamayı öğrendim. Ve ben babamı kaybettiğimde hayatın nasıl acımasız olduğun anladım. Artık amacım fazla kazanmak değil, kazandıklarımı kaybetmemek için çabalamak.

Ve o zaman anladım ki aslında asıl mutluluk hiç fark etmediğimiz kadar yakınımızda ve biz neden her şeyi uzaklarda ararız? Çünkü kaybedene kadar o kaybettiğimiz şeyin bizim için aslında ne kadar değerli olduğunu anlayamayız.

“Bir dağın zirvesinde olmanın keyfini önce eteklerinde yürümeden nasıl yaşayabilirsin?”

Aslında bu hikayemde anlatmak istediğim şey, mutluluk bizim bakmadığınız yerde olabilir. Hayata bir çerçeveden bakmak çerçeve dışındaki güzellikleri bizden alıyor olabilir.

Her gün Allah’ın bize hediye ettiği bir büyük mucizedir o güzel günü güzelleştirmek de bizim elimizde. Tabi herkes hayatında hiç hesaba katmadığı olaylarla karşılaşa bilir ama olaysız bir güne de hep isyan etmeden yaşamayı öğrenmemiz lazım. Olumsuz olaylara takılıp kalmamak gerek aslında çünkü, arkaya hep kafamızı çevirirsek önümüze doğru ilerleyemeyiz ki. Hep öne bakarak, hep sahip olduklarımızdan güç alarak ilerlememiz lazım. Arkaya bakarak yürürsek önümüzdeki çukurları görmediğimiz için yine bir çukura yuvarlanabiliriz. Ama o çukuru görürsek üstünden atlayarak ya da yan yollardan saparak yine ilerleye biliriz…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Doktor / Anestezist
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version