Talih

Okan Turhan 24 Görüntüleme Yorum ekle
8 Dak. Okuma

Elinde kalemiyle at yarışı kuponunu doldururken düşünüyordu fakat hangi kolona hangi atı yazacağını değil. Her şeyi! İyice hesap yaptıktan sonra yirmi beş kuruşa içeceğini kestirerek söylediği bir bardak çayı da her şeyi düşünme gayretinin sonucunda üstünden birkaç yudum içilmiş ve buz gibi olmuş duruyordu. Sabah erkenden kalkıp üç dört ayda bir tekrar ettiği eylemin günündeydi yine. Önceki zamanlarda olduğu gibi beş altı bankaya uğramış, ihtiyaç kredisi çekmek için başvurularda bulunmuştu. Kimlik numarasıyla sıra alıp şık giyinimli, bankanın sahibiymiş gibi öz güveni yüksek ve sanki günlük hayatında hiç ama hiç keder yaşamamış kadar güler yüzlü banka görevlilerinin yanına vardığında aldığı cevaplar yine hep aynı olmuştu: “Maalesef beyefendi, üzgünüz, kusura bakmayın, kredi puanınız çok düşük, yine de biz başvurunuzu yapalım, banka müdürümüz onaylarsa biz sizi ararız, daha sonra tekrar denemek isterseniz bekleriz…” Hepsi böyle can sıkıcıyken en azından son uğradığı bankadaki kadın memur ona bu kelimelerden birkaçını kullanırken o da bu anı fırsata çevirip gözlerinin içine iyice bakmış yeşil ile açık kahvenin karışımı ela gözlerinin derununda ruhunu dinlendirmişti. Kadın memur bu tip göz tacizlerine belkide yüzlerce kez maruz kalmanın verdiği tecrübeyle karşı atağa geçerek altmışına merdiven dayamış bu adamın gözlerine daha dik açıyla bakmış ve sonunda onu utandırmayı başarmıştı. Bakışmanın açık kumral saçlı, badem gözlü, beyaz yüzlü, makyajı itinayla yapılmış, bankanın verdiği talimatmış gibi dekolteli bu kadın tarafından kazanılması adamı hiç mutsuz etmemekle birlikte kadına da alaycı bir kibirle hafifçe bir tebessüm ettirmişti. Emekli olduktan sonra maaşının yarı yarıya düşmesi, boşandığı eşine ve çocuklara kesilen nafakalar sonunda elinde birkaç kuruş para kalması onu sürekli bankalara uğrayıp iyi bir emekli rolü oynayarak kredi çekmeye sürüklüyordu. En başlarda bu girişimlerinden birkaçında başarılı olmuştu. Krediyi çekip lastikle bağlı bir iki deste parayı cebine koyduğunda kendisini milyoner gibi hissetmiş ama savurgan bir şekilde içki içip at yarışı oynayıp üstüne bir de kendisi gibi – kendi tabiriyle – düşmüş insanlara cömertçe yardım edince birkaç gün içinde paraları tükenivermişti. Aslında eşinden boşanma sebebi de buydu. Evlenirken babasından kalma bir evi, arabası ve birkaç bin kadar dövizi vardı. Zavallı kadın onunla evlenirken maddi hiçbir kaygı yaşamayacaklarına adından daha emindi. Ne zaman at yarışı illeti ile muhatap olup çevresini de bu illetin sirayet ettiği adamlarla işgal ettirdi, işte o günden sonra ne evde ne işte ne de sosyal hayatında işler yoluna girdi. Ganyanda konuştuğu çok fazla görülmezdi, yarışları izlerken atlar son düzlüğe girince herkes kendini parçalarcasına bağırırken o sakinliğini korurdu. Fakat dış görünüşündeki sessizliğinin aksine içinde fırtınalar kopardı. At yarışı illeti öyle acımasızdır ki. Eğer kendini iyice kaptırırsan aynı gün cebindeki son kuruş paraya kadar kaybedebilirsin. Yedili, altılı, beşli, dörtlü, üçlü, ikili, tabele, plase gibi onlarca kombinasyonda oynanan bu oyunda ne kadar paranız varsa ona göre oyun oynayabilirsiniz. Yirmi beş kuruşla da oynayabilirsiniz binlerce lirayla da. Bıçakla ucu defalarca açılmış ve serçe parmağı kadar kalmış kurşun kalemle son kolonu da doldurup gişeden oynadı. Kuponu eline aldığı anda yarış da başladı. Her zaman bunu yapıyordu. Kuponunu en son yatırıyordu. Yıllar önce yine son anda oynadığı kuponu yatırmak için gişeye gitmiş önündeki sıra nedeniyle kuponunu yatıramamıştı. Yazdığı tüm atlar da yarışı kazanıp da yatıramadığı kuponu tutunca o günü unutmak için bir kaç litre şarap içip günlerce sarhoş gezmişti. Yarışı izlemek için tekrar aynı ve her zaman oturduğu köşeye geçti. Yarışın ilk ayağında kuponu yattı. İşte bu da en sevmediği durumdu. Eğer ilk ayakta yani ilk aşamada yazdığınız atlardan biri gelmezse bütün gün gözünüzün emeğini vererek tüm atları dedesinden babasına, ninesinden annesine kadar araştırıp tüm antrenmanlarını tek tek inceleyerek büyük umutlarla doldurduğunuz kuponunuz yatmış olur. Altılısı yattı. Kuponu kanı iyice çekilmiş, damarları çıkmış yaşlı elleriyle kırıştırıp çöpe attı. Her zaman olduğu gibi altılı yattıysa beşli var diyerek yarış bülteninden – atlar ile ilgili tüm bilgilerin bulunduğu gazeteden- incelemeye koyuldu. Cebinden çıkardığı sarma sigarayı yakarken gözlerini ince yazılar üzerinden ayırmadan dikkatle yeni kuponunu yapıyordu. Ganyan bayiinde bulunanların her birinin ayrı ayrı hikayesi vardı elbette lakin kime sorsan kendi öyküsünün daha derin ve acılı olduğundan dem vururdu. O da kendi hikayesinin daha acıklı olduğunu düşünenlerdendi. Otuz yıldır at yarışı oynuyordu, zararlı alışkanlığı yalnızca bununla kalsa iyi idi. Bu otuz yılda yüzlerce hatta binlerce kez kaybedip bu kayıpların acısını da genellikle en ucuz içki olan şarapla hafifletmeye çalışırdı. Kırk yaşına kadar ona katlanan karısı ve çocukları yine son ayakta, son koşuda, cebindeki tüm parayla yaptığı kuponun yattığı bir günde sarhoş bir şekilde eve gidip üstüne bir de çocuklarının gözü önünde karısını dövünce boşanmak kaçınılmaz olmuştu. Diğerlerinin de buna benzer türlü hikayeleri vardı. Hatta ganyanın delisi diye bilinen bakımsız, beyaz uzun saçları ve birbirine girmiş sakallarıyla ortalıkta şiir okuyan yetmiş yaşlarında kambur bir adam vardı ki onun hikayesi en heyecan vericiydi. Gençliğinde bir tekstil fabrikası varmış ve bu fabrikada ürettiği ürünleri yalnızca ülkesinde değil tüm dünyaya pazarlayan büyük bir iş adamıymış. Üç büyük zaafı varmış: Kadın, içki, kumar. Başlarda hem fabrikada hem aşkta hem de kumarda kazanırmış. Fakat kısa bir süre sonra önce aşkta sonra da masa da kaybetmeye başlamış. Telafi edeyim derken borçlanmış. Borçları ödemeyince fabrikasını ipotek edip krediler kullanmış. Onları da ödemeyince fabrikasını kaybetmiş. Sonra evini, arabasını, her şeyini… Hata başka bir hatayı o da daha büyük hataları doğurunca adam sokağa kadar düşmüş. Dilenmeye başlamış fakat kumarı asla bırakmamış. At yarışı en büyük en tehlikeli kumar der durur. Hatta bir şiir bile yazmış,

Altılıcı kardeş,
Altılıya fazla dalma.
İlle de tuttururum sanma.
Tutturmaya ısrar edersen,
Evi barkı satarsın.
En sonunda,
Atların yattığı yerde yatarsın.

Kimi bu adamı onaylarken kimi de şom ağzını açmaması konusunda ikaz eder dururdu.

Bir diğeri, öbürü, hepsi… Ama istisnasız hepsinin acıklı, ibretlik hikayeleri vardı. Ancak acıklı hikayesinin olduğuna ya da o hikayenin şu anda yazılmakta olduğuna inanmayanlar da vardı. Bir öğretmen vardı. Maaşının büyük bölümünü ata yatırırdı haberi olmadan. Komiser vardı o da yatırırdı maaşının çoğunu haberi olmadan. Onlar daha yeniydi bizimkine göre. Zaman zaman ortak oyunlar da yapardı diğerleriyle. Gündüz koşusu biter akşam koşusu başlar o da biter yabancı ülke koşuları başlar. Sonra gece yarısı olur. Her gün otuz kırk kişinin mesai yapan demir yolları işçisi gibi büyük bir ciddiyetle mesaiye başladığı ganyan gece yarısı kapanır. Kazananın neredeyse hiç olmadığı fakat umudunu her daim yarına taşıyan ganyancılar evine giderken ceplerinde kalan son paralarıyla teselli aracı olan şarabı almayı hiç ihmal etmezler.

Yine akşam oldu belinden kalçasına oradan da ayak baş parmağına kadar uzayan siyatik ağrısı ile eve vardığında ilk işi karnını doyurmak üstüne sigarasını yakıp ertesi günün yarış programlarını incelemek oldu. Ameliyat masasında yatan hastanın beyin ameliyatını yapan doktorun ciddiyeti ve titizliği ile her atı ayrıntısıyla inceliyordu. Ve bunu her gün hiç ara vermeden hatta oynayacak parası olmadığı günlerde dahi yapıyordu. Alkol, sigara ve gün boyu incecik yazıları okuma ve en önemlisi stresin etkisiyle uykusu yine erkenden geldi. Sonraki gün altılıyı tutturmanın yalancı umuduyla uykuya daldı.

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Okan Turhan
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version