Toplumsal Cinsiyet ve Savaş İlişkisi

Gülhan Avşar 49 Görüntüleme Yorum ekle
5 Dak. Okuma

Savaş veya harp denilen olgu; maddi ve manevi değerlere ve birikimlere sahip olma isteğiyle ülkeler arasında ya da aynı ülkede yaşayan etnik sınıf, din, mezhep çatışmaları sonucunda büyük gruplar arasında gerçekleşen silahlı çatışmalardır.

Savaşlar genellikle dini, milli, siyasi ve ekonomik amaçlara ulaşmak için gerçekleştirilir. Kullanılan silahlara, amaçlara, taraflara ve gerçekleştiği yerlere göre farklı şekillerde adlandırılır: nükleer savaş, soğuk savaş, iç savaş, dini savaş (cihad, haçlı seferleri),dünya savaşı, gerilla savaşı ve biyolojik savaş gibi (wikipedia.org).

Kayıtlara geçen ilk savaş M.Ö. 1274’te Kadeş Muharebesi’nden 2023 yılına gelene kadar tarih sahnesinde pek çok savaşa tanıklık edilmiştir. Uluslararası hukukun olmadığı dönemlerde de savaşların en çok etkilenenleri siviller olarak kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve hastalar olmuştur ki şu anda yaşadığımız modern zamanlarda dahi İsrail’in Filistinli sivil halka yaptığı saldırılar da soykırım kavramının içine dâhil olmaktadır.

Savaşın fiili olarak yaşanmadığı vakitlerde erkeklerle toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesini veren kadınlar, savaş sırasında ve sonrasında eşitlik savaşına dair yaşananları hatırlamayacak kadar acı deneyimlerin ve travmaların odağı haline gelirler. Savaş, eril hegemonyaya ait bir kavram olarak görüldüğünden çoğunlukla kadınlar cephe gerisinde tutulmak istense de ülkemizin bağımsızlık yolunda girdiği savaşlarda cepheye mermi taşıyan, silahını alıp düşmana karşı koyan, saçlarını kesip erkek dünyası orduya katılan kadınlarla birlikte bu millet destan yazmıştır. Bazen de savaş cephesinin gerisinde ev içi işlerinin uzantısı olarak görülen hastabakıcılık, hemşirelik, aşçılık yaparak savaşın yaralarını birlikte sarmaya çalışmışlardır. Bazı zamanlar ise hayatta kalmanın savaşını kucağında bebeğiyle bütün hayatını bir bavula ya da poşete sığdıran bazen de yanına hiçbir şey almadan canını kurtardığına şükredip göç yoluna koyulan, bin bir türlü zorluk çeken kadınları da unutmamak gerekir.

Dünya genelinde yaşanan savaşlarda en büyük acıların ve travmaların öznesi kadınlar ve çocuklar olmuştur. Yakılan/bombalanan evleri, eşyaları, maddi ve manevi kültürel değerlerini, birikimlerini kaybetmenin yanı sıra cinsel şiddetin bir savaş silahı olarak kullanılıp kadınlara tecavüz edilmesi, savaş sırasında ve sonrasında istenmeyen gebelikler, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların yarattığı hastalıklar, cinsel şiddetin sonucunda toplumda etiketlenip ayrımcılığa maruz kalması, şiddetin her türlüsüne uğraması gibi ağır sonuçlar yaşamaktadırlar.

Savaşın parçaladığı ailelerde güvenliği ve geçimi sağlama, geride kalan aile üyelerinin yaralarını sarma, gazi eşi var ise onun ve ailenin diğer hasta ve yaşlı bireylerinin bakımını üstlenme, çocukların maddi/manevi tüm ihtiyaçlarını karşılama, savaştan dolayı yaşadığı travma sonrası stres bozukluğuna rağmen yükün çoğu kadınların omzundadır. Bununla birlikte savaşların, kadınlar kadar erkeklerin de hayatında açık yaralar bıraktığını, travmalar yarattığını da unutmamak lazım.

En yakının ölmesine şahit olan, mahsur kalan, fiziksel ihtiyaçları karşılanmayan, çaresizlik ve umutsuzluk duygularının yoğunluğunda sürekli yok olma tehdidi altında yaşayan, birilerinin ölümüne seyirci kalan ya da yaralanmasına tanıklık eden bireyler savaştan sağ çıksalar da yıllarca gözlerinin önündeki savaş sahnesinde yavaş yavaş ölürler.

Virginia Woolf’un; ‘‘Bir kadın olarak benim ülkem yoktur, bir kadın olarak bir ülke de istemiyorum, bir kadın olarak tüm dünya benim ülkemdir.’’ vecizesine, savaşı merkeze alıp toplumsal cinsiyet odaklı bakıldığında; eril anlayışın daha fazla güç ve iktidar arzusuyla her yeri tahakküm altına alıp sahiplenme dürtüsüyle hareket ettiği, kadınların ise tüm yaşam alanlarını sahiplendiği söylenebilir.

Her türlü şiddetin temelini oluşturan ataerkil toplumsal kodlar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yeniden üretildiği aile, okul, sosyal çevre, medya vb. faktörlerle birlikte savaşın hem nedenini hem sonucunu belirlemede etkendir. Eşit bir dünyanın inşası, barışın devamlılığı ve sürdürebilirliği adına kadınlara her alanda fırsat tanınması ve kadınların karar alma mekanizmalarında daha çok bulunmaları temel önem taşımaktadır. Evini, aidiyetini, sahip olduğu her şeyi kaybeden çocuklar öfkeyle, korkuyla ve güvende olma ihtiyacını kaybederek büyümekte, bu da şiddetin şiddeti doğurmasına vesile olmaktadır. Saf ve temiz duygularla dünyaya gelen her çocuk aile kurumunda şekillenir. Ebeveynlerini ya da onu yetiştirenleri model alır, büyüdüğü ailenin söylemlerini, düşüncelerini, davranış kalıplarını vb. içselleştirir. Vicdani gelişimi sağlıklı olmayan bireyler intikam duygusu ile duyarsızlaşmaya başlayıp birilerine zarar verme güdüsü taşıyabilir. Çocuklar birine zorbalık yaptığında ya da haksızlık ettiklerinde onları doğruya yönlendirmek, her zaman ve her koşulda onların yanında olduğumuzu hissettirmek, sürekli iletişimde bulunmak, sevgimizi belli etmek toplum barışına ve bireyin iç huzuruna önemli katkılar yapacaktır.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Sosyolog/Aile ve Çift Danışmanı
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version