Ne Kadar Sanal Bu Hayat

Ebru Bingöl Çağlar 83 Görüntüleme Yorum ekle
9 Dak. Okuma

Boynumda kolye gibi de duran köstekli saatimi heyecanla açıp açıp bakıyorum. Saati görmek hoşuma gidiyor. Pili acaba çabuk biter mi? Neye para vermeden ödül veya hediye olarak gelse hep elimde patlar. Sevincim çabuk söner. Patladı mı diye içsel bir korku aslında bende ki. Saate bakmak için aslında telefonumu çok kullandığımı da yeni fark ettim. Halbuki kolumda da saat var. Ona da çok bakmadığımı dün anladım. Pili bitmiş. 6:40’da durmuş. Ya akşamüstü ya da güneşin ilk doğuş zamanında. Durmuş saat bile günde iki kez doğru zamanı gösterir demek geldi içimden.

Durmuş saatine pil alalım mı diye sordu Pakize. Almayacağımı biliyordu oysa. Trendyol’dan bir alana diğer saat 1 TL kampanyasından almıştım. Pili çabuk bitmişti, ucuz gelenler elimde patlar teorime uygun olmuştu gene, bende hevesle pil taktırmaya gitmiştim. Pil 60 TL’ydi. Saatin pili kendinden atmış kat fazla diye çok gülmüştük Pakize’yle. Asıl komik olan saatçide çalışan kızın özenle o şık saat cımbızlarıyla saatimi narince açarken bize yaşattığı şoktu. Bunun içi karton demişti. Saat kapanınca hiç öyle gözükmüyordu. İnanmazsınız pek de havalı bir saatti. İçimize sinmemiş olacak ki Pakize’yle karton belli oluyor mu diye bakıp çok gözlemlemiştik. Belli olmuyordu. Ama Pakize bu saati bana yakıştıramadı. Sana hiç karton saat yakışıyor mu diye sordu bir gün. Pakize’ye hep güvendim. Bana asla yalan söylemezdi. Tamam sana söz dedim. Pili bitince kullanmayacağım.

Duru ile buluşacağımız kafeye varmak üzereydik. Ne kadar gecikti diye saate bakarken oldu bunca konuşma. Aslında Duru gecikmemiş, biz erken gelmiştik. Beklerken instagramı açtım, fonda tatlı bir müzik, ekranda İtalya’dan seçme keyifli kafeler izliyordum ki hemen Pakize atıldı. İnsanlar tatil günlerinde sıcacık evlerinde oturmak varken neden koştur koştur dışarıya çıkıyorlar? Bir yerlere gidiyorlar onca trafiği çekiyorlar. Bir şey arayışı içindeler, dedi. Biz bir arayışta değiliz dedim. Duru çağırdı diye ekledim.

Neyse ki Duru gözüktü köşeden. İki kişilik masaya oturduk. Türk kahvelerimizi söyledik.

– Sade, sade.

– Yanına?

– Evet su alabiliriz.

– Dışardan mı? Buzdolabından mı?

– Dışarıdan.

“Artık çekilebilirsin” dedi Pakize, garson onu duymadı.

“Nerden geliyorum tahmin et?” diye sordu Duru.

– Kaç hakkım var?

– Hayatta bilemezsin!

– Aile diziminden. Instagram’da buldum.

“Bu ara çok moda” dedi Pakize, “biz de gidelim mi” diye ekledi. Cevap vermediğim gibi yüzüne de bakmadım. Şamanik aile dizimine gitmişti Duru. Sadece atalardan gelen karmalar değil aynı daha önceki hayatlarımızdan gelen karmalardı anlattıkları. Gene Instagram diye dolaşmaya başladı Pakize kafenin içinde. Reenkarnasyona asla inanmazdı. Bir şans verip masal gibi dinlemeye de tahammülü yoktu. Ben severdim oysa. Dedikodudan daha çok, boş muhabbetten daha keyifliydi. Duru’nun heyecanı da görülmeye değerdi. Ben Duru’ya takılıp iyice detaya daldığım için Pakize’den kopmuştum. Hesabı isterken fark ettim, kapıda durmuş bekliyordu. Ödememizi yaptık. Duru ile sarılıp öpüştük, detayları gelecek günlerde neler olacağını paylaşmaya söz vererek heyecanla gitti. Yürürken Pakize dayanamayıp sordu gerçekten inanıp inanmadığıma. Bilmiyordum ama Şamanizm ile ilgili bir şeyler okumak için sabırsızlanıyordum. Çantamdan telefonu çıkardım. “Gene mi Instagram?” diye sordu Pakize. Yok bu sefer Whatsapp’tan her şeyi ama her şeyi bilen Elif’e mesaj attım. Şamanizm ile ilgili e-book sordum. Elif bulamadı. Biraz süre ver dedi mesajında. Dayanamadım. “Gene mi Instagram” derken, “yok Amazon bu sefer” dedim. Kitapları yazdım buldum ve sepete atıp aldım. Pakize söylenmesin diye telefonu cebime koydum. Aksilik bu ya mesaj gelmeye başladı. En sevdiğim Quiz Show oyunu.

  1. Soru: Vikingler neyle uğraşmış?

– Denizcilik, korsancılık.

  1. Soru: pizzada en çok kullanılan peynir?

– Mozzarella

“Neden sürekli soru cevap yapıyorsun?” dayanamadı Pakize.

– Bak canım bu genel kültür. Arada sırada oyundan mesaj geliyor ben de cevap veriyorum.

Elin sürekli telefonda. Onu yanıltmak için kolye saatimi açtım. “Bak saate bakıyorum” dedim gülerek. “Merak ediyorum Pakizeciğim, sen bugün beni neden bu kadar çok sıkıştırıyorsun? Bak ne güzel geziyoruz, hatta istersen Spotify’da pazar günü yürüyüş şarkıları albümü yaptım. Kulaklık takıp dinleyebiliriz” diye ekledim.

“Neden benimlesin?” diye sordu Pakize.

“Bana iyi geliyorsun” dedim. “Gene kızacaksın biliyorum ama bu sabah bir reels izledim Instagramda. Olumlama cümlesi vermiş. Beş kez söyleyeceksin, özellikle de sabahları.

“Bana yalnızca iyi şeyler gelir. Güç basitliktedir.”

“Bunu beş kez tekrarlarken sen aklıma geldin Pakize. Bana iyi gelen küçükken de hep sendin. Hiç tehlikeli değildin. Hep yanımdaydın. Karanlıktan korkarken sen vardın. Gece uykuya dalarken yanımdaydın. Beni hiç bırakmadın. Pakize bak yıllar sonra çağırınca da sen geldin.”

“Ben geldim çünkü, kafelerde ellerinde telefon birbirlerinin suratına bakmayan insanlara sinir olduğunu biliyorum. Konuşmayan, paylaşmayan, hızlı hızlı video seyreden, okumayan özellikle gençlere de kızdığını biliyorum. Çabuk tüketen, çabuk sinirlenen, bol radyasyon alan insanlara da kızdığını biliyorum. Peki ama ya sen ne durumdasın farkında mısın? Saatinin pilini bile bittiğini fark edemiyorsun. Tüketici toplumun atladığı ucuz saatin içinde karton nasıl alabildin? Arkadaşına kitap mesajla soruyorsun. Bir kitapçıda kitap inceleyip araştırıp da karar vermek yerine gene internetten belki de karton saat gibi pişman olacağın bir şey gelecek. Sende bu sanal çarkın içine girmişsin. Pazar günü deniz kenarında arkadaşlarınla yürüyüş yapıp temiz hava alacağına mesajlaşıyorsun. Kulaklık takıp müzik dinle ama yalnızken. Arkadaşların, araştırdıkların, yaşamın her şeyi bu telefonun içine tıkmışsın. Gerçek yok yanında. Ve beni gene beni çağırmışsın. En güvenilir ben, hayali arkadaşın mıyım? Kaç yaşına geldin. Zaman durduğu gibi durmuyor. Değişim hayatın gerçeği. Ayak uydurmak lazım ama sen kendini kaybediyorsun.”

“Uzak kalırsam hep bir şeyleri kaçırıyormuşum gibi geliyor” dedim kendimi birazcık haklı görerek.

“Ne kadar kaçırabilirsin ki? Zaten çıkıyor karşına. Telefonda olmasa bile haberlerden de öğrenebilirsin.”

“Açık havaya ihtiyacın var. Gerçek kitaplar okumaya, yorumlamak için gerçek dostlara.”

“Sinemaya gitmeyeli kaç zaman oldu. Patlamış mısır kokusu, duvarları inleten ses sistemiyle izlediğin filmleri hatırla.”

Ne çok şey unutulmuş. Yalnızlık çaresizlik telefon ekranının arkasına sığınmış. Hepiniz mutsuzsunuz günün sonunda. En son uyumadan, başucu lambanızı kapamadan önce en son gördüğünüz şey nedir? Dürüst cevap verin ama…

İnci Taneleri dizisinde Yılmaz Erdoğan’nın bir cümlesi etkiledi beni.

“Ben içeriye girmeden önce insanların telefonları vardı. Şimdi görüyorum ki telefonların insanları var.”

Öte yandan bir şey daha paylaşmak istiyorum. “Kuvvetli Bir Alkış” Netflix’de yeni başladı. Absürt komedi, dram, değişik bir şey. Tavsiye edebilirim de, edemem de. Artık kimin neyi sevdiğini bilmiyorum. Bazıları yorum okuyup sonra izleme kararı alıyor. Ben meraklı bir insanım. Kötüyse de neden kötü olduğunu da merak ederim. Çok gezen mi çok okuyan mı bilir? Gene İnci Tanelerinde vardı. Çok meraklı bilir. Şaka bir yana, merak eden araştırır, her detayına kadar girer işin içine. Kendimden biliyorum. Dizide bir matematik öğretmeniyle bir konuşma var, öğrencinin matematik düzeyi ile ilgili. 3X7 ve bunun sonucunu çocuk bilemiyor. Çocuk matematikten başarısız. Matematiği sevmiyor değil de ilgi duymuyor. Diğer taraftan çocukta müzik zekası var ve kelimelere, dile müthiş hakim. Ama ne yazık ki bu başarı gözükmüyor. Başarılı insan matematiği iyi olan insandır. Zaten dizinin son bölümünde belli oluyor hayat başarısı.

Sinan Canan der ki, 30-40 öğrenciyi bir sınıfa doldurup aynı müfredatı dayayıp hepsinden aynı başarıyı beklemek imkansız. Bu yanlış bir şey. Biyolojiye aykırı. Herkesin beyni benzersiz. Kişiselleştirilmiş eğitim hep dillerde geziyor ama bir türlü hayata geçiremiyoruz. Öğrencinizin öğrenmesine izin verdiğiniz zaman her şeyi öğrenir. Yeter ki onun önündeki çeri çöpü temizleyin. Onun merakının akacağı bir mecra oluşturun.

Şu sıralar hepimizin bu mecrayı oluşturacağımız yer ne yazık ki, bazen de iyi ki “internet” oluyor. Biz Meydan Larousse ile büyüyen çocuklar bu internet dünyasından kusura bakmasınlar ama çok keyif alıyoruz. Anında öğreniyoruz, bilgi tazeliyoruz. Biraz fazla da gezdiğimiz oluyor. Tetristen sonra çok level atladık müthiş oyunlar keşfediyoruz. Ama Pakizeciğim de haksız sayılmaz. Pakize candır. Mersinlidir. Çocukluk hayali arkadaşım bazen gelir kulağımı çeker ve gider. Ama zaman da değişiyor Pakizeciğim. Gene de hatırlattıkların için teşekkür ederim.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version