Yazarken gönüllerin kaleme düştüğü, avuç içlerinde biriktirdiğimiz; herkese anlatılmayan ama herkesin de bilmesini istediğimiz, eksik ya da fazla bir şeyler var. Gözden dökülmeyince boğazda kalan, anlatılmayınca içimizde kördüğüm olan öyle şeyler ki… Kalemin ucuna gelir; ya gözyaşından yazamazsın ya da sesin titrer, okuyamazsın. Çünkü bazı haller sadece yaşanmışlıkla kalıyor, yazılamıyor.
Ama bugün, ben kendimi yazmak zorunda hissediyorum. Neden mi? Çünkü sessiz sedasız kalmak, bazı durumları onaylamak anlamına geliyor. Göz göre göre kaybolan insanlık ve halının altına süpürülen acılar… Sosyal medyada üç gün sonra unutulan ölümler… Hepsi, bizim yazmamız gereken yerde eksik kalan şeyler.
Mesela çocukları ele alalım.
Bir sabah uyanıyorsun; çocuğun okula gittiği yol güvenli değil. Çünkü sokaklar artık her zamanki gibi, bildiğimiz gibi değil. İhmalkârlığın, ilgisizliğin ve korkunun merkezi haline gelmiş. Sabah kahvaltısı yapmadan, yırtık ayakkabılarıyla okula gitmeye çalışan bir çocukla empati kurmadığımız sürece, eğitim reformundan bahsetmek saçma olacaktır. “Yoklukla büyüyen çocuklar” dediğimizde, yokluk sadece açlık veya maddiyat değildir. İlgisizlik bir yokluktur, gayretsizlik bir yokluktur. Ve çocuklarımız, kendilerine ait olmayan hayatları izleyerek büyüyorlar. Biz ise onları görmeden yürüyüp geçiyoruz. Herkesin gözü ya ekranlarda ya da boş sayfalarda… Ama kimsenin gözü, göz göze değil.
Ve bunun gibi birçok örnek verebilirim:
Mesela, hastane ortamında kimliği belirsiz bir yaşlının günlerdir ziyaret edilmesini beklemesi gibi…
Mesela, üniversiteyi dereceyle bitirmiş ama iş bulamayan ve ortamda fark edilmeyen birçok genç gibi…
Ve evin içinde görünmeyen emeklerin hikâyesi gibi… İsmi dergi veya gazete manşetlerinde yer almaz, sosyal medya kahramanı değildir ama her sabah aynı saatte uyanır, çayı koyar, ütüsünü yapar, hasta eşine bakar, evin çatısını ayakta tutar. Bu kadınların herhangi bir ismi yoktur. Çünkü toplum sadece şiddet olduğunda onlara yönelir. Oysa onların yüklendiği yük, şiddetin başka bir biçimidir: Adı görünmezliktir.
Ve kimsesi olmayan yoksullar vardır. Yardım kuyruklarında bile görünmez; kimseden bir şey istemezler. Onlar, utanmayı değil; onurlu durmayı miras almışlardır.
İşte bu yüzden yazmalıyız. Alışılmamış acılara, isim verilmemiş yalnızlıklara; yüzü olmayan hayatların sesi olma niyetiyle… Görmek ile bakmak arasındaki ince çizgide yürümek niyetiyle… Kalpten gelen niyetlerimizin hakikate ermesi ümidiyle… Kul olmanın küle dönüşmemesi niyetiyle insanlığımızı çoğaltalım. Günleriniz kul renginde olsun.
Başından sonuna kadar okudum.Ne güzel anlatmışsınız.Tebrik ediyorum 👏👏👏